Diğer Haberler Makaleler 

İSLÂM’DA TEVEKKÜL

Sözlükte “Allah’a güvenmek” anlamında kullanılan tevekkül, “birine güvence verme, birine işini havale etme” anlamına da gelir. Birine güvenip dayanan kimseye “mütevekkil”, güvenilene “vekil” denir.

Tevekkül ve aynı kökten türeyen çeşitli kelimeler, hadislerde de geçmektedir. Hz. Peygamber’in (s.a.s.), “Devemi bağladıktan sonra mı tevekkül edeyim, yoksa bağlamadan mı?” diye soran bir sahabeye, “Önce bağla, sonra tevekkül et” yolundaki cevabı (Tirmizi) tevekkülden önce tedbir almanın gerekliliğine delil sayılmıştır. “Bir iş için evinden çıkan kimse, “Bismillah, Allah’a inandım, O’na dayandım, O’na tevekkül ettim; güç kuvvet yalnız O’nundur” derse Allah onu en hayırlı şekilde rızıklandıracak ve kötülüklerden koruyacaktır” (Ebu Davud, İbn Mâce) hadis-i şerifinde, tevekkülün önemine vurgu yapılmaktadır.

Kendini her durumda Allah’ın irade ve takdirine teslim ederek, O’ndan gelene rıza göstermek tevekkülün özünü oluşturur. İslâm âlimlerinin, tevekkülle iman ve Tevhid arasındaki ilişkiye dikkat çekmeleri önemlidir. Çünkü tevekkül, her şeyden önce kulun Allah’a olan derin inanç ve güveninin bir ifadesidir. Doğru anlamıyla Allah’a tevekkül eden kul, bir işi başarmak için sahip olduğu imkân ve fırsatları Allah’ın bahşettiğine ve bunların kullanılması için yaratıldığına inanır.

Kuran-ı Kerîm’de, oğlu Yusuf’un kaybolmasından dolayı derin bir üzüntü hali yaşayan Hz. Yakup’un, buna rağmen Allah’a tevekkülünü dile getirerek yüksek bir metanetle ümidini koruduğu anlatılır. “Eğer mümin iseniz, yalnızca Allah’a tevekkül edin.” (Maide 23) “Müminler Allah’a tevekkül etsinler.” (Maide 11) “Tevekkül edenler Allah’a tevekkül etsinler” (İbrahim 12) “Kim Allah’a tevekkül ederse, O ona kâfidir” (Talâk 3) ayet-i kerimelerinde, sadece Allah’a tevekkül edilmesi emredilmektedir.

Mümin, bütün işlerini Allah’a güvenerek yapar ve karşılığını sadece Allah’tan bekler. Tevekkül, kalbe özgü bir eylemdir; çalışmak ise, bedene özgü bir eylemdir. Ahmet Hamdi Akseki’ye göre tevekkül; maksada erişmek için lazım gelen maddi ve manevi sebeplerin hepsine yapıştıktan ve başka hiç bir şey kalmadıktan sonra, Allah’a itimat etmek ve ondan ötesini Allah’a bırakmaktır.

Tevekkül; hiçbir zaman çalışmayı ve sebeplere sarılmayı terk edip “Allah’a güveniyorum” diyerek, tembellik göstermek manasına gelmez. Sebepleri yerine getirmeyi terk etmek, Allah’a tevekkül etmeye aykırıdır. Bir çiftçi, zamanında tarlasını sürüp ekine hazırlayacak, tohumunu atacak, sulayacak; mahsulünü zararlı bitkilerden arındırıp ilâcını atacak, gerekirse gübresini de verecek, ondan sonra iyi ürün vermesi için Allah’a güvenip sonucu O’ndan bekleyecektir. Bunların hiç birisini yapmadan “kader ne ise o olur” tarzında bir anlayış tembellikten başka bir şey değildir ve İslâm’ın tevekkül anlayışıyla bağdaşmaz.

Hz. Ömer, çalışmadan boş ve sorumsuzca dolaşan bir kaç Yemenliye, “Siz kimsiniz, ne iş yaparsınız?” diye sorar. Onlar da “Biz mütevekkilleriz” (tevekkül eden insanlarız) derler. Buna öfkelenen Hz. Ömer; “Hayır yalan söylüyorsunuz. Siz mütevekkil değilsiniz. Gerçek mütevekkil, çalışıp tohumu toprağa attıktan sonra bekleyen kişidir” diyerek boş oturmalarını kınamıştır.

Sınava girmesi gereken bir öğrencinin; sınava iyi ve doğru bir şekilde hazırlanması, sınava girmesi ve sınavı tamamlaması gerekir. Gerekenlerin tümü yapıldıktan sonra, sonucunu Allah’a bırakması en doğrusudur. Ders çalışmayarak “Ben Allah’a güveniyorum, Allah yardım eder inşallah” demesi doğru bir davranış değildir. Yemek yapan bir annenin, yemeğin tüm malzemelerini alması, tarifine göre yemeği pişirmesi gerekir. Ondan sonra yemeğin güzel olması için Allah’a tevekkül eder. Uyumadan önce kapımızı kilitleyerek güvenliğimizi sağlamak gerekir. Bunları yaptıktan sonra dua ederek Allah’tan korunma istememiz tevekküldür. Kapıyı, pencereyi açık bırakıp ta “Ben Ayet-el Kürsi okudum, hiçbir şey olmaz” demek doğru bir davranış değildir.

Çalışma ve tevekkül ilişkisinin önemini gösteren en çarpıcı örneklerden biri de yine Hz. Ömer’in Hz. Peygamber’den rivayet ettiği şu hadisi şeriftir: “Eğer Allah’a hakkıyla tevekkül etseydiniz; sabah aç çıkıp akşam tok dönen kuşları rızıklandırdığı gibi, Allah sizi de rızıklandırırdı” (İbn Mâce).

Tevekkül, Müslümanların kader inancının bir sonucudur. Tevekkül eden bir kimse Allah’a kayıtsız şartsız teslim olmuş, kaderine razı bir kimsedir. Fakat kadere inanmak da tevekkül etmek de tembellik ve gevşeklik olmadığı gibi, çalışmaya ve ilerlemeye de mani değildir. Çünkü her Müslüman, olayların, ilahi düzenin ve kanunların çerçevesinde olup bittiğinin bilincindedir. Tohum ekilmeden ürün elde edilmez, ilaç kullanmadan şifa bulunmaz, salih ameller işlenmedikçe de cennete girilmez. Ancak şu da bir gerçektir ki, her ekilen tohumun ürün vereceği, kullanılan her ilacın da tedavi edeceği kesin değildir; tüm bunlar Allah’ın iznine ve takdirine bağlıdır.

En çok hayret edilecek hususlardan biri, takdire inandığı ve üzerine düşeni yaptığı halde üzülen kişilerin durumudur. Üzerine düşeni yaptıktan sonra karşılaşılan olumsuzluklardan dolayı üzüntü yaşamanın bir anlamı yoktur. Artık bundan sonra Allah’a tevekkül edip O’nun takdirine rıza göstermek ve karşılaşılan sıkıntıların bir sınav olduğunu bilmek gerekmektedir.

Rasûlüllah’ın hayatı bizim için her bakımdan en güzel örnektir. Onun hayatında tedbir ve tevekkülün örneklerini görmek mümkündür. İçerisine çeşitli yabancı maddelerin düşmesi veya birtakım haşeratın girmesi ihtimaline karşı, kapların ağzının kapalı tutulmasını ve geceleyin kapıların kapatılmasını emreden odur. (Buhari, Müslim) Medine’ye hicret esnasında, bir insanın alması gereken bütün önlemleri alarak, arkadaşıyla mağaraya sığınmaları ve mağarada iken endişelenen arkadaşına, “Üzülme, Allah bizimle beraberdir” demesi; O’nun bize öğrettiği tedbir ve tevekkül örneklerindendir.

(Yararlanılan Kaynaklar: TDV İslam Ansiklopedisi, TDV Kuran Yolu Tefsiri, Din İşleri Yüksek Kurulu, İslam ve İhsan-İslam’ın Tevekkül Anlayışı)

       Hazırlayan: Bahtiyar Budak-Emekli Edebiyat Öğretmeni

En son Haberler