Diğer Haberler Makaleler 

BEZM-İ ELEST ELEST MECLİSİ)

Farsçada “sohbet meclisi” anlamına gelen bezm kelimesiyle Arapçada “ben değil miyim” manasında çekimli bir fiil olan elestüden oluşan bezm-i elest terkibi, “Ben sizin rabbiniz değil miyim” hitabının yapıldığı ve ruhların da “evet” diye cevap verdikleri meclis anlamını ifade eder. Bu tabirdeki “elest” kelimesi Araf suresinin 172’nci ayetinden alınmıştır. Bu ayette, geçmişte Allah’ın Âdemoğullarından yani onların sırtlarından (veya sulplerinden) zürriyetlerini çıkardığı, kendilerini nefislerine şahit tuttuğu ve onlara, “Ben sizin rabbiniz değil miyim” diye hitap ettiği, onların da “evet” dedikleri belirtilmiştir. Allah ile insanlar arasında vuku bulan bu sözleşmeye “misak”, “gâlû belâ”, “ahit”, “rûz-i elest”, “bezm-i ezel” ve “bezm-i elest” gibi çeşitli adlar verilmiştir. Bunlardan en çok kullanılanı “bezm-i elest” terkibidir.

        “Rabbin, Âdemoğullarından -onların sırtlarından- zürriyetlerini alıp bunları kendileri hakkındaki şu sözleşmeye şahit tutmuştu: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? “Elbette öyle! Tanıklık ederiz” dediler. Böyle yaptık ki kıyamet gününde, “Bizim bundan haberimiz yoktu” demeyesiniz. Yahut “Önce atalarımız Allah’a ortak koştu. Biz de nihayet onların ardından gelen bir nesiliz. Şimdi bâtıla saplanıp kalanların yaptıkları yüzünden bizi helâk mi edeceksin!” demeye kalkışmayasınız” (Araf 172-173).

        İslâm akidesine göre insanoğlunun bütün sorumluluklarının başında, Allah’ın varlık ve birliğini kabul etme ve yalnız O’nu Tanrı olarak tanıyıp kulluk etme görevi gelmektedir. Fakat insanlar, sorumlulukları hakkında gerektiği biçimde bilgi sahibi kılınmazlar veya böyle bir bilgiye ulaşma yeteneği ile donanmış olmazlarsa, bu durumu bir mazeret veya bahane olarak ileri sürmekte haklı olurlar.

        Tefsirlerde bu ayetlere iki farklı anlam verilmiştir:

        1- Eski tefsirlerde geniş yer tutan, çoğu birbirinin tekrarı mahiyetindeki rivayetlere göre Allah Teâlâ dünyayı yaratmadan önce, dünyaya gelecek olan bütün insanların ruhlarını, ruhlar âleminde bir araya getirerek, onları kendi varlığına tanık kılmıştır. Kendisinin onların Rabbi olduğunu, yine onlara onaylatmış; bu gerçeği tasdik ettikleri yönünde onlardan söz almış ve böylece kendisi ile dünyaya gelecek bütün kulları arasında bir tür sözleşme akdetmiştir. Ayrıca bu sözleşmeye/taahhüde, onların bizzat kendilerini şahit tutmuş veya bir kısmını diğerleri hakkında tanık göstermiştir.

        2- Burada belirtilen sözleşme, mecazi anlamda olup bu olay, dünya yaratılmadan önce değil, her insanın kendi bedeninin yaratılması sırasında gerçekleşmektedir. Bir görüşe göre zürriyetlerin baba sulbünde yaratılışı esnasında, başka bir görüşe göre anne rahmine yerleşip organik oluşumunu tamamlaması sürecinde; Allah Teâlâ insanoğlunun doğasına ya da fıtratına kendisinin varlık ve birliğini tanıma, kavrama ve dolayısıyla kendisine inanma yeteneğini yerleştirmektedir. Şu halde Allah, her insanı, iman etmesi için yeterli zihnî ve psikolojik donanıma sahip kılmakta; iç ve dış âlemde kendi varlığına ve birliğine kılavuzluk edecek birçok kanıtlar yaratmaktadır. O, sanki insanlara, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sormakta, onlar da “evet” diyerek bunu tasdik etmektedirler. İnsanın doğasındaki iman kabiliyeti bu ayetlerde temsilî bir dille anlatılmış bulunmaktadır.

        İlgili ayetin başında “Rabbin, Âdemoğullarından –onların sırtlarından- zürriyetlerini alıp bunları kendileri hakkındaki şu sözleşmeye şahit tutmuştu” deniliyor. Babanın spermini, annenin yumurtasını aldıktan sonra yani zürriyet teşekkül ettikten sonra Allah, bu soruyu soruyor. Yoksa ruhlar âleminde ruhlar yaratılmış, onlar bir yerde toplanmış da soru soruluyor değildir. Anne karnında yaratılan her çocuğun ruhuna bu soru soruluyor. Allah, annemizin karnında ruhumuzu, aklımızı kendini bulacak şekilde programlamaktadır. Orada ruh, “Evet, sen bizim Rabbimizsin” diye Allah’a cevap veriyor.

        Neden böyle yapıldığı, ayetin devamında açıklanıyor. “Böyle yaptık ki kıyamet gününde, “Bizim bundan haberimiz yoktu” demeyesiniz” deniyor. Yani Allah bize bu bilinci veriyor ki, yarın mahşerde mazeret beyan etmeyelim. Bir sonraki ayette “Yahut “Önce atalarımız Allah’a ortak koştu. Biz de nihayet onların ardından gelen bir nesiliz. Şimdi bâtıla saplanıp kalanların yaptıkları yüzünden bizi helâk mi edeceksin!” demeye kalkışmayasınız” (Araf 173).

        Anne karnında Allah Teâlâ bizim fıtratımızı, doğamızı, Allah’ı bulacak şekilde aklımızı programlıyor. Doğduktan sonra almış olduğumuz yanlış eğitim, yanlış düşünceler o programı bozan virüs haline gelebiliyor. Tıpkı bilgisayardaki programı bozan virüsler gibi… Bir de bakıyorsunuz ki insan, Allah’ı inkâr ediyor; oysa bu durum, insanın doğasına aykırıdır.

       (Yararlanılan Kaynaklar: TDV Kuran Yolu Tefsiri, Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı-Elest Meclisi)

       Hazırlayan: Bahtiyar Budak-Emekli Edebiyat Öğretmeni

En son Haberler