Bizden Haberler Son Dakika 

Oğuz’da Oğuzlaşan Türkçemiz-3-

Araştırmamızın ilk iki bölümünü daha önce yayımlayıp paylaşmıştık. Şimdi üçüncü bölüme geldik.

10 asır önce hazırlanmış, Türkçe’nin ilk ansiklopedik sözlüğünde yer alan ve günümüzde sadece Oğuz ve çevresinde yaşamını sürdüren söz ve deyimleri derledik. Kendimizce Oğuzca bir yol izledik.

Oğuz’un saklı kültürel müktesebatını gün ışığına çıkarmak, yeni kuşaklara aktarmak, dilimizin güzelliklerini hatırlamak ve geniş Oğuz kitlesine yaymak gibi amaçlarla ilerledik.

Bu bölümde yer alan sözcük ve deyimler şunlardır: Üzmek, Erkek su, gömgöğ, ölçeştir, pavutçu, çokmak, çorun dibi, kuru çeşme, gerce, karmak, kargı, keltük, sukak, şala şap, yön yôş etmek, tam, özürlük…

1. ÜZMEK :

Divanda üzdi; o ipi kesti, üzdü gibi iplik ve buna benzer şeyler için kullanılmış.

Üzüldi, üztürdü; nesne üzüldü, kesildi, koptu, kırıldı.

Üzülgen; bu iş daima üzülür, bu daima üzülen iptir.

Üzüldi, üztürdi, üzlüşdi: Üzüldü, koptu. Üzüklük; kesilme. Üzdü attı.

Karı ile kocanın boşanıp ayrılması da böyledir. Evlilik bağı üzüldü, koptu (ayrıldılar, boşandılar). Alacaklı ile borçlunun uzaklaşması da böyledir.

Günümüzde “Tevek üzüldü” deriz. Teveğin üzerine basıp yaralandığında dahi hemen üzülme başlar. Öz suyu damlamaya başlamışsa üzülme vardır.

Aile büyüklerimiz taşa toprağa, kuşa böceğe, çiçeğe ağaca “canlı, can” olarak bakar, Mevla’nın güzelliğinin bir yansıması diye kabul ederlerdi.

Yeni kabarmış, kabarık olmuş incire uzandığımda anacığım “hemen üzme, üzme” diye seslenirdi. Öyle bir ses tonuyla söylerdi ki “aman oğlum onun canına kıymayasın” anlamında idi sanki “üzme, üzme” demesi…

Örnek: “Orada iki kabak çilim vardı, çekti üzdü.”

2. ERKEK SU :

Divanda erküz su; ilkbaharda karların ve buzların erimesiyle ortaya çıkan gür sudur.

Günümüzde Sis Dağı yaylasındaki erkek su adını erküz sudan alır. Baharda “gürleşerek akan su, gür su” demektir. Çağlar ötesinden beri farklı söyleyişlerle değişmiş, yöre ağzında erkek suyu adını almıştır. Erküz su yerine konan “erkek su” galatı meşhur olmuştur.

3. GÖMGÖĞ, GÖMGÖĞÜ :

Divanda köm ve köm gök var. Köm; gök renkte abartma istenildiği zaman kullanılır. Köm gök ise göm gök, koyu gök rengidir.

Eskiden derede balık avlamak için şöyle bir yol izlenirdi: Biber otu, yabani sarmaşık ve domuz ağırşağı kumla karılıp köpürene kadar dövülür. Köpürdüğünde gömgöğü rengini alır. Hazırlanan bu karışıma göğek denir. Bu arada göle su akışı savak yöntemiyle engellenir. Sonrasında göğek gölün her yönüne serpilerek balıklar avlanır.

Gömgöğü ifadesi bir de taze sebzelerde kullanılır. Henüz yeni yeşermiş taze fasulye namluları için daha “gömgöğ, gömgöğü” denir. Yeni sürgün atmış namluların erken koparılması aceleciliği karşısında; “Daha gömgöğü duruyor, dokunmayın, üzmeyin,” denilir.

4. ÖÇELE, ÖLÇELE, ÖLÇEŞTİR :

Divanda öçeş, öçeştir yarış, yarışma olarak açıklanmış.

Öçeşti; o, benimle yarış yaptı, öçeşti. Öçeşür, öçeşmek.

Kara ateşin içerisinde yanan odunlar közlü tarafa doğru itilerek kalan bölümlerinin de yanması sağlanır. Odunlar yanmaları için birbirleriyle adeta yarıştırılır. Ölçele, hiçbir odun yanmada diğerlerinden geri kalmasın, onları yarıştırarak yanmalarını sağlayıver, demektir. Ucu yanmış odunlara ise ösefü (ösevi) denir. Odunlar henüz tutuşturulmadan ocağa dizilmesi ateşe odun koşmak deyimiyle karşılanır. Bu ilk dizim sırasında tutuşturmaktan ziyade alıştırmak kelimesi kullanılır. Ateşe sıfırdan yeni odun atılacaksa bu defa da yine koşmak ifadesi tercih edilir.

5. PAVUTÇU :

Günümüzde düğün yemeklerinin organizasyonunu yapan, hazırlayan, pişiren ve servise açan kadının unvanıdır. Elbette yardımcıları da vardır. Resullü köyünün bilinen pavutçuları şu annelerdir: (Hüseyin Usta’nın eşi) “Tonya Kızı” unvanıyla hatırlanan Fatma Açıl, “Yarımbaş Kızı” unvanıyla tanınan (Hafız Hasan eşi) Fatma Dadandı, “Emin Hafız Kızı” unvanıyla bildiğimiz (Mehmet eşi) Hanife Dadandı’dır. Pavutçu Hanife Dadandı, Gümüş Bektaş (Taş Ustası Mehmet Bektaş eşi) ve Emine Budak (Muhtar Abdullah Budak eşi) ile çalışmıştır. Ahmet kızı Hacı Nadiye Çolak da son pavutçulardandır.

Kavut; darıdan yapılan bir yemektir. Oğuz Türkleri buğdaya aşlık/darı derler (tarıg). Şu suretle yapılır: Darı kaynatılır, kurutulur, sonra dövülür, un gibi inceltilir. Yağla ve şekerle karıştırılır. Helva gibi pişirilir. Böylelikle yeni doğum yapmış kadınlara verilen bir yemek olur. Kavut, havut, pavut temelde kavrulmuş buğday unudur. Pavutçu; rehber, aşçıbaşı ve düzenleyicidir.

Bu yemeği yapmak zamanla bazı kadınların özel marifeti olmuştur. Yeni doğum yapanları ziyaret edecekler bile anneye hediye olarak kavut götüreceklerinde bu işte uzmanlaşmış pavutçu kadınlara yemeklerini pişirtmişlerdir. Yıllar, asırlar geçtikçe bu aşçılık becerisi diğer alanları da içine almış olup düğün dernek gibi toplu etkinliklerin yemek programlarını aşçıbaşı diyebileceğimiz pavutçu kadınlar yürütmüşlerdir.

6. ÇOKMAK :

Divanda çokmak; süzülüp inmek, (kuş) aşağı inmek, konmak.

Çokmak; başına birikmek, toplanmak, çevresinde aniden kümelenmektir. Kuş sürüsünün süzülüp toprağa konması gibi çok kişinin bir adamın yanında birden bire toplanmasını ifade eder. Örnek cümle: “Başıma çoktular.”

7. ÇORUN DİBİ :

Divanda çor sarılgan bitki olarak geçiyor. Çor-cer bir de dilenci lokması demekmiş. Biz de, bağda bahçede yemek yenirken birisi gelse, yemeğe davete icabet etmezse ona, çorun dibini ye, derler.

Sofra başında yemek yenilirken yeni gelen kişi “bereketli olsun, afiyet olsun,” der. Kendisi de sofraya davet edilince “hayır, ben yedim, ihtiyacım yok” derse sofradakiler kendisine “çorun dibini ye!” derler. Bu deyim iki şekilde açıklanır: Birincisi “Sarmaşığın kökünü ye, senin yediğin sarmaşığın kökü olsun” anlamıdır. İkincisi ise “Dilenci lokması ye, yemeğimizden yemiyorsan yediğin dilenci ekmeği olsun!” demektir.

8. KURUĞ, KURU ÇEŞME :

Kuruğ, kuru demek. İşlevini kaybetmiş veya işe yaramayacak düzeye düşmüş yapı ve eşyalara kuruğ denir. Kuruğ ev, içinde kimse bulunmayan evdir. Evde eşya bulunmazsa yine böyle denir (tamtakır). İçi boşaltılan bir kaba da kuruğ denir.

“Biz gelene kadar sofrayı kurutmuşsunuz” cümlesindeki fiil de böyledir. Kuru yaprak, kuru desti, kuru çeşme de böyledir. Kuru çeşmede su bazen batar, akış kesilir, bazen de su damlıyor veya ip gibi akıyor olabilir. İşlevini kaybetmiş, ihtiyaca cevap veremez duruma düşmüş çeşmedir kuru çeşme. Genellikle kışın akış olur, yazın ise olmaz ya da azcık olur. Eğer çeşmenin suyu tamamen kesilmiş/buharlaşmış ise bu tür çeşmelere Oğuz’da kör çeşme denir.

9. GERCE :

Divanda yörgemek; sarmak, yörgençü ise sargı olarak geçiyor. Sarmaşık ise yörgenç olarak yer almış Divanda. Yörgenç, ağaçlara sarılıp onları kurutan bir çeşit bitkidir.

Bugün kullanımda olan gerce, ağaçların tepesine kadar sarılarak tırmanan sarmaşıktır. Ağaç sarmaşığının adıdır. Sözler ve söyleyişler çağdan çağa değişime uğrayınca yörge, yörce en sonunda da gerce şekline evirilmiştir.

10. KARMAK :

Divanda tarmak; yırtıcı hayvanların pençesi, kartamak; tırmalamak, karmak ise katmak, bir şeyi bir şeyle karıştırmak demektir.

Karmak; bir hamlede tırmalanan, bir avuçla taşabildiği kadar alınan miktarı ifade etmektedir. “Bana bir karmak şeker verdi.”

11. KARGU, KARGI :

Kargu, dağ tepelerine minare biçiminde yapılan yapı olup düşman geldiği zaman herkesin hazır bulunması için üzerinde ateş yakılır. Düşmanı ihbar için dağ doruklarında yapılan kulelere de karguy denir.

Komşumuzun tarlasının kıyısında boyu üç dört metreyi bulan bir bitki vardı. Bir kökten beş altı sürgün veriyordu. Köklerde patates gibi yumruları vardı, bu yumrularla çoğalıyordu. Muhtemelen bambu türünden bir bitki idi. Adına kargu, kargı deniliyordu.

12. KELTÜK :

Divanda kertük var. Ağaçta açılan kertik. “kertük, kemrük” dahi denir ki “kesik, gedik” demektir.

Keltük ise eksikliği göze batacak, kusur oluşturacak miktar, bölüm demektir.

Örnek: “İyicene kontrol et, keltüğü kalmasın.” “Bak bakalım, keltüğü kültüğü var mı?”

13. SOKAK, SUKAK :

Divanda sukaklığ var. Sukaklı dağ, geyiği çok olan dağdır.

Bugün Resullü köyü Aşağı Camii önünden Mustafa Dadandı dayının evine kadar olan dik patikadaki yolun adı sokaktır. Oğuz köylerindeki ilk yerleşimlerde Türkelli’yi merkez olarak dikkate aldığımızda Resullü’ nün bu alt kısmında yabani hayvanların bol olduğunu ve özellikle geyik avlandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Balıklı göl gibi sukaklı bölgedir burası.

14. ŞALA ŞAP :

Divana göre şel şül; eli yöntemsiz kişi demektir.

Şel şül zamanla evirilerek “Şal şül, şala şap” olmuştur. İşini şala şap yapar.

15. YÖN YOŞ ETMEK, YÖN YUŞ ETMEK :

Divanda yuş, yış; sıkışma, yış bolmak, yuş bolmak; sıkışmak olarak geçmektedir.

Yön yoş etmek, yön yuş etmek; sıkıştırarak bir araya yığmak, toplamak, düzene koymak, istif etmek demektir.

Örnek cümle: “Önlere gel, çalıları yön yuş (yön yôş) edelim.”

16. TAM :

Tam; duvar ve çatı anlamındadır.

Bugün ise sadece duvarı ve çatısı olan yapılar için kullanılır. Evin yakınında yapıldığı gibi ailenin arazisi epey uzaktaysa oradaki yer içine de tam yapılır. Evin yanına yapıldığında çok amaçlı olarak kullanılır. Oğuzluların deyimiyle tam bir “garsaldak (garsamba)” deposudur (müştemilat). Yabanda ise yağmur zamanında korunak görevi gördüğü gibi ürünleri beklemek için bekçi kulübesi olarak da yararlanılır. İş mevsiminde ocak rolü vardır. Diğer zamanlarda toplanan ürünler veya hayvan yeygileri geçici süreli tamda saklanır. “Tam yanından geliyorum” dediğimizde bulunduğu mekâna da adını vermiş olur.

17. ÖZÜRLÜK :

Divandaki yüzerik, yüzerük otu üzerik otudur. Beşikdüzü Dolanlı’daki Kızılçukur Mahallesinin arkasındaki tepedeki meydanlık “özürlük” diye anılmaktadır. Bu alanın adını üzerik otundan aldığı anlaşılmaktadır.

İbrahim Demirci

En son Haberler