Diğer Haberler Son Dakika 

Oğuz’da Oğuzlaşan Türkçemiz(1)

Beşikdüzü Oğuz köyleri olarak tanınan Çakırlı, Resullü, Türkelli ve Dolanlı ile komşuları mahallelerde günümüzde konuşulan ve sadece bu coğrafyada yaşayan Oğuzca kelime ve deyimleri araştırdık. Bu çalışmamızda Türk dilinin kadim dev eseri Dîvân-u Lügâti’t Türk’te yer alan, bugün Oğuz ve çevresinde kullanılmaya devam eden deyim ve kelimeler üzerinde durduk. Dîvân-u Lügâti’t Türk kitabının latinize edilmiş baskılarından Besim Atalay (Ankara, 1941) ve Ramiz Asker’in (Bakü, 2006) çalışmalarından yararlandık. 25 sayfa kadar hacmi olan dil ve kültür çalışmamızdan sizler için seçtiklerimizi alfabetik sıra gözetmeksizin yayımlamaya karar verdik. Oğuz’un saklı kültürel müktesebatını gün ışığına çıkarmak, yeni kuşaklara aktarmak, dilimizin güzelliklerini hatırlamak ve geniş Oğuz kitlesine yaymak olan amaçlarla ilerledik.

Bu bölümdeki sözcük ve deyimler şunlardır: Akınduruk, alkış atmak, anuklu su, agruklu, Ağasar, ağmak, angil kangil, çeelik suyu, Aruz, aydın, ütük, Kadırga, Kadıralak, karak, kuşguyruk, kırtıl, Erikbeli/Erükbeleni…

  1. AKINDURUK:

Divandaakın” sel, akıntı olarak var. Yine divanda bulunan “turuk/duruk “ ise her şeyin arığı, zayıfı, cılızı demek. Cılızlık, durgunluk, aşırı zayıflık anlamında “turukluk” da divanda geçer.

Atalarımız çam türü ağaçların salgısına “akınduruk”adını vermişler. Burada harika bir isimlendirme yapılmış. “Akın” ve “turuk” kelimelerinin asli anlamlarına bakınca birleşik akınduruk “Dünyanın en cılız seli” demek olur. Hem ana rahmi hem de embriyo anlamına gelen oğulduruk (oğulcuk) birleşik sözcüğünde de duruk vardır.

Akıncı geldi, cümlesinde ise “birdenbire geldi” anlamı vardır. Tarihteki akıncı beyi ile akıncılar da sel olan akından adını alır.

Ayrıca “arık” kelimesi de Oğuz’da yaşamaktadır. Zayıf anlamına gelen “arık sığır” nitelemesinde kullanılır. Resullü köyünden Ambarlı’ya geçilirken bir mevkie “akıncak” adı verilmiş. Akıncak; sık sık akıntı olan, sel olan yer. Ayrıca yöremizde akınmak/kaymak eşanlamlı kullanılır. Bu durumda toprak kayması da akıncak olarak adlandırmada etkili olmuştur.

  1. ALKIŞ ATMAK:

Divanda “alkış, alkıştı” var. Her hangi bir şeyi yok etmek için yarışma demek. Ayrıca bir araya akmak anlamı var. “Alkışmakbirbirini mahvetmek, yok etmekte yarış etmektir.

Günümüzde “alkış atmak” deyiminde kullanılır. Diyelim ki; Demircioğullarının bükünden mahalleye odun taşınacak. Bunun için çalışan meciler, birinci gün odunu yaklaşık 3 kilometre mesafedeki “Demircuğ kıranına” taşıyorlar ve uygun bir mahalde yığın yapıyorlar. Buna “birinci alkış” deniliyor. Buraya yığılan odunu ikinci gün “Küplü kıranına” götürüyorlar. Buna da “ikinci alkış” deniliyor. Küplü kıranındaki odunu üçüncü gün evin kapısına ulaştırıyorlar ve bu “üçüncü alkışla” bükten odun taşıma işi bitiyor. Bükten kapıya sırtta taşınan odun “üç alkışta” tamamlanıyor.

  1. ANUKLU SU:

Divanda “anuk” hazır, hazır olan anlamında kullanılmış. Anuklamak; hazır bulunmak, “anukluk” ise hazırlama, hazırlık biçiminde yer almış divanda.

Bugün Dolanlı köyünde ikamet edenlerin içtiği suyun gözesine “anuklu su”denir. Bu suyun kaynağına insan eliyle müdahale edilmemiş, değişiklik yapılmamıştır. Yani sudan içmek için kuyu, künk, kürün, çeşme, kanal gibi bir çalışma yapılmamıştır (Suyun evlere dağıtımı yapılmadan önceki durumunu anlatıyorum). Topraktan yeryüzüne çıktığı gibi tüketime hazırdır. Allah (cc) nasıl yaratmışsa o şekilde kullanılan, yararlanılan sudur anuklu su. Kudretten nasıl var edilmişse öylece hazır durandır. İnsanların her hangi bir düzenleme yapmadan, tek kazma bile vurmadan önünde bulduğu “hazır su” demektir. Ayrıca Oğuz’da naneye de “anuk”denir, anuklu suyunun adı geçen bitkiyle bir ilgisi yoktur.

  1. AĞRUKLU, AGRUKLU:

Divanda “hasta ağırlaştı“anlamına gelenagrudı” vardır.

Günümüzde “Gelin agruklu” deyiminde kullanılır. Bugün, yarın doğumun gerçekleşmesi beklenmektedir. Gelinin yükü had safhaya ulaştı, doğacak çocuk en ağır duruma geldi, ağırlaştı demektir. Eli kulağında, bugün yarın çocuk doğar. Agruk; ağırlığı olanı, yükü olanı, yol eşyası gibi taşınan bir emaneti olanı ifade ediyor. Ağrıyı, sızıyı, sancıyı belirtmiyor. Çünkü “ağrı” Divanda ayrıca var.

  1. AĞASAR:

Ağasar (Ağsar) adının ağmak/ağsamak fiillerinden türetildiği açıktır. Ağmak maddesinde açıklandığı gibi ağsamak çıkmak, yukarı çıkmak, yükselmek (istemek), yamaç yukarı meyletmek, meyledip aşmak anlamına gelir. Farsçadaki “ –sar” eki Türkçe bir kelime ile birleştiğinde mekân adları meydana getirir. Ayrıca yeni oluşan birleşik kelime orada bir şeyin çoklukla bulunduğunu ifade eder. Bu durumda Ağsar/Ağasar; vadiden tepeye (dağa) doğru birçok yerleşmeleri anlatır. Birleşik kelime olarak Ağasar, dere içinden yamaca (tepeye) yukarı yayılmış iskân ve ikamet mahalli demektir. Aynı yönde birçok yerleşim birimlerinin ortak adıdır.

  1. AĞMAK, AĞSAMAK:

Divandaağmak (agmak)” fiili var.Ağmakçıkmak, yukarı çıkmak, yükselmek, belirmek, aşmak, meyletmek demektir. “O dağa ağdı” demek “dağı aştı” demektir. Ağsadı dediğimizde “O dağı aşmak istedi“ olur. Bu da ağsar(agsar) – ağsamak (agsamak) fiilidir.Ağsamak; tepeye doğru aşmak istemek, aşmak için eğilim göstermektir. Yukarıya doğru yükselerek aşmak eğilimi vardır.

Oğuz’da ağmak “Zorla namaz göğe ağmaz” atasözünde geçer. Bu söz, Allah için yapılan ibadetin kabına sığmayan bir coşkunluk, ihlas ve huşû ile yapılmasının makbul sayılacağını bildirir. İkinci olarak ise isteksiz, gönülsüz yapılacak iş ve eylemden gerekli verimi ve başarıyı elde etmeyi beklemeyin anlamındadır.

  1. ANGİL KANGİL, KANGİL KUNGİL:

Divandaangıl” var. Büsbütün açılmış kapıya denir.

Günümüzde bir sağa bir sola eğilerek yürüyenleri anlatan ikilemedir. “Angil kangil “ geliyordu, yürüyordu” deyiminde geçer. Açık kapı gibi geniş, nerdeyse yolun tamamına yayılan, sağa ve sola olağandan fazla eğilerek yürüyen kişi için söylenir. “Kangil kungil”şeklinde de kullanılır.

  1. ÇEELİK SUYU:

Divanda çerik ve çerlik var.

Çerik” Her şeyin karşısı. “Çerlik Karşı.

Onun evi şu çerlikte” cümlesi “onun evi şu karşıda” demektir. Savaşta karşılıklı duran saflara, sıralara çeriğ denir.

Resullü köyünde merhum İbrahim Hafız dayının evinin yakınındaki kaynak suyunun adı çeelik suyudur. Bu çevredeki ilk evler bu suyun karşısında yapılmış olmalıdır ki karşıdan su almaya birini gönderirken “karşıdan, çeelikten su al, gel” diye söylene söylene günümüze ulaşmıştır.

  1. ARUZ, AGRÛZ, AĞRUZ:

Divanda “ag/ağ” fiili var. Ağmak fiilinin kısaltması, hatta kendisidir. Ağmak; çıkmak, yukarı çıkmak, yükselmek, aşmak, meyletmektir. Agsamak ise ağmak istemek, çıkmak, yükselmek istemektir. Farsça ’da ruz (rûz) gün, gündüz, gün ışığı demek.

Bu durumda Ağruz birleşik kelimesi gün ışığından en çok istifade edilen, yukarıya doğru ağmış, yükselmiş konumda olan yer demektir. Sahile daha yakın topraklarda veya dere içlerinde yerleşik olanlarca böyle isimlendirilmiştir. Aruz, bulunduğu coğrafyada gün içinde en uzun süreli güneş gören alanın adıdır. Bir günde güneş ışığının en çok yansıdığı yer demektir.

  1. AYDIN, AT:

Divandaat” ; ad, isim, lakap, unvandır. “Aydı(u)n” da ay aydınlığıdır.

Ay Donatlı Oğlun Olsun(1. hikâyecik)

Babaannem yanına uğrayan yeni gelinlere “Ay donatlı oğlun olsun” diye temennide bulunurmuş. İlk dinlediğimde donanım, donatı ve donatım gibi yeni zamanların kelimelerini çağrıştırdı bende. Yaşadığı dönem itibariyle babaannemin bunları bilme olasılığı yoktu.Türkçemizi geliştirdikçe anladık ki “Aydın atlı (adlı) oğlun olsunduası imiş bu cümle. Oğlunuzun yüzü ay aydınlığı gibi olsun, başka olmasın.

  1. ÜTÜK:

Divanda “ütüg, ütük” var. Ütü; mala biçiminde bir demir parçasıdır, dikiş yerlerini yatıştırmak için kızdırılarak elbise üzerine bastırılır. Divanda yine “ütülmek” var. Yanmak, ütülenmek. Bir de ütüldü” var.Koyunun başındaki kıllar ütüldü. Ütülenmiş, yanmış.

Köy merasının bir bölümüne bizde “ütük” denir. Ayrıca koyunların başlarındaki tüyler uzun ve soğuk kış günlerinde gözlerine doğru sarkar, ıslanır ve donardı. Hayvana zarar vermesini önlemek için bu tüyler makasla kırpılır veya yakılırdı. Buna da koyun ütüldü, denilmekteydi. Günümüzde “ başımı ütüleme, var git” şeklinde “kafa ütüleme” deyiminde geçer.

Saplık Ütüleyen Gamsız Komşu”(2. hikâyecik)

Bir evde yangın çıkmış. Ev sahibi elbiseleri tutuşmuş halde kendisini zor şer dışarıya atıyor. Komşusu da tarım aletlerine sap (saplık) yapan bir usta imiş. Eski dönemlerde üzerindeki çıkıntı ve pürüzleri düzgünleştirmek için saplıklar ateş alevine tutulurdu. Yani ütülenirdi. O zamanlar bu işlem törpüleme görevi görüyordu. Adam alışmış gidiyormuş, usta olan komşusu ise “Dur bir hele, şu baltamın saplığını ütüleyeyim,” diye ısrar ediyormuş! (Sap için ayrılmış ağaca, ağaç dalına da “saplıklık” denir).

  1. KADIRGA, KADIRALAK:

Divanda “kadır” var. Sarp ve sert yere “kadır” yer denir. Bu ise dağlarda karın ve kışın çok olmasından ileri gelir. Kudretini sert, zor ve çetin olmaktan alır. “Ka-Ga” edatı ise Karahanlı Türkçesinde zarf ve kap anlamındadır.

Kadırga”, şiddetli kışın ve yoğun karın yuvası, mekânıdır. Kadırga, yaşam koşulları çetin, çok ağır yerleşim yeridir. Sarp ve sert yeri, yaşamak için seçilen çok çetin mekânı, geçinilmesi ve geçilmesi ağır coğrafyayı ifade eder. Yaz kış sürekli yaşamaya elverişli olmayan yüksek yerleşim yerine denir kadırga.

Tonya ilçemizin sınırları içindeki “Kadıralak” yaylasının adı da bu şekildedir. Sahillerden yukarıya yürüyen yaylacılar Kadıralak’ta kendi obalarına ayrılırlar. “Alak” kelimesi ilgi ve ayrılmak anlamlarına gelir. Bu durumda Kadıralak çetin ve sarp yaşam alanlarına ayrılış noktasının veya bu yerleşim yerlerine (obalara) ilgisi bulunan merkezin adı olmaktadır.

  1. KARAK, GARAK, KOYUN KARAKTA:

Divanda göz bebeği demek olan “karak” var. “Kara karak” ise gözün karasıdır. “Karaklığ” ise gözlü, gözü olan her hayvan için kullanılır.

Karak, kış mevsiminde küçükbaş hayvanların yemlerini yedikleri mahaldir.

Özellikle mezrada (dağda) ikamet edenler kar yağıp adam boyuna çıkınca şöyle bir yöntem izliyorlardı: Genişliği beslediğiniz küçükbaş hayvan sayısına göre değişen bir alan ahırın veya ağılın kapısına dönük olarak (karlar kürenip) açılır. Bu açık alana “karak” denir. Eğer çamurlanma riski varsa toprak görününceye kadar kar kürenmez, bir karış yükseklik bırakılır. Bulunduğunuz coğrafyanın her tarafı bembeyaz, sadece bu alan karadır. Kışın tek ailenin hayvanlarının yemlendirildiği bu alana gözün karasından hareketle atalarımız karak demişlerdir.

Küçükbaşların yemesi için karağa ot saman ve gecin ( bezelyenin kurutulmuş sapları ve yaprakları) konulur, gece alaf asılır, taflan yaprağı asılır. Ara sıra da sandık gibi bir kapla arpa kırması verilir.

Kapı kilitleme de karak vardır. Kapının iç yüzeyine monteli olan kancalı demirin (çengel) sövedeki yuvarlak metale geçirilmesidir. Kilit sisteminde anahtar sokulan yere de karak denir. Evin dışarıdan kapatılmasında veya tekirin kapılarında ise karağın ucu da çember biçiminde olur. Bu metal çember sövedeki çemberin üzerine oturtulur ve asma kilitle kapatılır. Buna kurbağalı kilit denir. Çember göz, kanca veya çengel gözün karası değerlendirilerek karağa benzetilmiştir. Bu çembere Oğuz’da “çencik” denir.

  1. KUŞ GUYRUK, GUŞ KUYRUK:

Kıl kuş, ördeğe benzer bir kuştur. Kılkuyruk dahi denir.

Yöremizdeki kadınların baş bağlama biçimi olan kuşkuyruk buradan gelir. Kuşun kuyruğuna değil ördeğe benzerlikten dolayı bu adı almıştır.

  1. KIRTIL:

Divanda “kırt” var. Kırt ot, kısa ot demektir. Kısa saça da kırt saç denir.

Rıtl (ratl), hububat ölçüsü olup bir rıtl on iki okkadır. Arapça kökenlidir. Kırt + rıtl birleşerek “kırtıl” olmuştur. Başka köylerde sakin insanlar bizimkilerin yaylak ve otlaklarında hayvanlarını otlatmak istediklerinde kendilerinden kırtıl istenmiştir. Bu durum hayvan otlatmanın karşılığında bir miktar buğday alındığının işaretidir. Bugün gündelik dilde “At şuraya bir kırtıl” şeklinde yaşamaktadır. Sivil toplumda bir işe aracılık yapanlar böyle bir talepte bulunurlar.

16. ERİK BELİ, ERÜK BELİ, ERÜK BELENİ :

Divanda şeftali, erik ve kayısının ortak adı olan “erük” var. Bu meyveleri ayırt etmek için atalarımız sarı erük, yeşil erük gibi renk ve şekilleriyle alt bölümlerde nitelemişlerdir. Erik bahçesi anlamında da “erüklük” yer alıyor. Bizim küçüklüğümüzde aile büyüklerimiz erik değil erük diye söylüyorlardı. Divanda ayrıca “erük” kendisiyle deri sepilenen her nesne anlamında tanımlanmıştır. “Erükledi “ eylemi “O deriyi erükledi, deri sepeledi, debagat etti.” cümlelerinde kullanılmış.

Yukarıda adı geçen meyvelerin bugünkü Erikbeli mevkiinde yetişmediğini biliyoruz. Bu durumda ikinci anlamından hareketle “deri işleme merkezi” diyebileceğimiz “Erükbeleni ,“ “erük” ve “belen” kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştur. Erükbeleni ve çevresindeki obalarda 500 yıl öncesinden beri beslenen büyükbaş ve küçükbaş hayvanları düşündüğümüzde Erükbeleninde işlenen deriler Tonya yolundan Vakfıkebir’e, Kürtün yolundan da Tirebolu’ya taşınmıştır. Vakfıkebir ve Tirebolu’dan da deniz yoluyla büyükşehirlere satış için gönderilmiştir. İlgili kelimenin ait olduğu dil ve kültür bağlamı unutulunca zorunlu olarak bu tür değişiklikler ortaya çıkar ve yeniden adlandırılır. Erükbeleni zamanla Erikbeli olarak telaffuz edilmeye başlanmıştır.

Bir de şöyle düşünelim: Burada gerçekten meyve adından Erikbeli ismi oluşturulmuşsa benzer şekilde coğrafyamızda/çevremizde taflan beli, kiraz beli, fındık beli, ayva beli, nar beli, defne beli gibi adlandırmaların da olması gerekmez mi?

Araştırma:

İbrahim DEMİRCİ

Ocak – 2021, Beşikdüzü.

NOT: Okurlarımızın eleştiri ve katkıları bizim için kılavuz niteliğinde olup bu eksendeki değerlendirmelerinizi uygun bir iletişim kanalıyla bize iletmenizi ummaktayız.

En son Haberler