Hac Ve Kurban

Hac kelimesi, sözlükte kasd ve teveccüh mânasına gelmektedir. Terim mânası ise, belli bir yeri, muayyen bir zamanda, belli hareketlerle ziyaret etmektir. Belli bir yer, Kâbe-i Muazzama ve Arafat’tır. Muayyen zaman; Şevval, Zilka’de ve Zilhicce ayının ilk 10 günüdür. Belli hareketler ise; Kâ’be’yi tavaf, Arafat’ta vakfe, sa’y gibi hacca mahsus hareketlerdir. O halde Hac; ihramlı olarak belirli bir zamanda Arafat’ta durmak ve Kabeyi en az 7 kez dönmekten ibarettir.

İslâm’ın 5 temel esasından biridir. Hem beden, hem de mal ile yapılan evrensel bir ibadet olup hicretin 9. yılında farz kılınmıştır. Farziyeti (farz oluşu) Kitab (Kur’an), Sünnet (Hadîs) ve icma’ ile sabit olmuştur. Haccın farziyeti hususunda Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:“…Ona (Kâ’beye) bir yol bulabilenlerin (gücü yetenlerin) Beyti hac (ve ziyaret) etmesi Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır…”3 Peygamberimiz (s.a.v.) de

“Ey insanlar! Size hacc farz kılınmıştır. O hâlde haccediniz!…”4 buyurmuştur. Bu tür rivayetlerin ayrıntısından anlaşıldığı gibi hac, şartlarını taşıyan her erkek ve kadına, ömürde bir defa olmak üzere farzdır.

Haccın fazilet ve önemine dair bazı ayetler5 ve hadîsler vardır. Allah (c.c.) bu konuda şöyle buyurmuştur: “İnsanlar arasında haccı ilân et ki…, sana (Kâbe’ye) gelsinler. Sonra kirlerini gidersinler; adaklarını yerine getirsinler ve o Eski Ev’i (Kâbe’yi) tavaf etsinler.”6 Peygamberimiz (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur: “Kim hac eder de şehevâtı (nefsânî arzuları) terk edip günah işlemezse (kötü söz ve davranışlardan sakınırsa) geçmiş günahları bağışlanır.”7 Bir başka hadiste de “Beyt’i (Kâbe-i Muazzama’yı) kim elli defa tavaf ederse, günahlarından çıkar ve tıpkı annesinden doğduğu gündeki gibi olur.”8 buyurmuştur. Daha başka hadislerde de haccın önemini vurgulayan Allah Rasulü çeşitli üslup ve ifadelerle haccın günahlara kefaret olduğunu, manevi kirleri giderdiğini belirtmiştir.9 Ebu Hüreyre’nin (r.a.) rivayetine göre de “Bir umre, diğer umreye kadar arada işlenen günahlar için kefarettir. Hacc-ı Mebrûr’un karşılığı ise cennetten başka bir şey değildir!”10

Özürsüz yere haccı terk etmek, üzerine hac farz olduğu halde hacca gitmeyi aklına bile getirmemek çok ağır bir günahtır. Hazret-i Ali’nin rivayet ettiğine göre, imkanı olduğu halde haccı önemsemeyen kimselere Allah Resûlü, “Yahudi ve Hıristiyan olarak ölsünler” şeklinde bedduada bulunmuştur.11 Bir kimsenin sıhhat, para, zaman ve yol emniyeti bakımından hiçbir engeli yokken hacca gitmek istememesi, onun îman zâfiyetine delil sayılmıştır.

Resûlullah (a.s.) bir defasında şöyle buyurmuştur: “Herhangi bir Müslüman telbiyede bulunursa onun sağında ve solunda bulunan taş, ağaç ve sert toprak da mutlaka onunla birlikte telbiyede bulunur. Bu iştirak (sağ ve solunu göstererek) şu ve şu istikamette arzın son hududuna kadar devam eder.”12 Telbiye, hacc sırasında ihrama girildiği andan itibaren bayramın birinci günü (Zilhicce’nin 10. günü) Cemre-i Akabe’de ilk taşın atılmasına kadar yüksek sesle okunan şu duadır:

Buraya kadar sunulan ayet ve hadislerden haccın önemini, mânevî değerini, haşmetini, sosyal ve siyâsî yönleriyle müstesna bir azamet taşıdığını anlamaktayız.

Hacdaki Bazı Semboller Ve Manalar

Hacdaki ibadetlerin çoğu bir manayı temsil etmekte, bir olayı simgelemektedir. Hacda birtakım semboller vardır. Bunlardan bir kısmını şöyle zikredebiliriz:

Kabe: “Beytullah” da denir ki “Allah’ın evi” demektir. Eve yönelmek demek sahibine yönelmektir. Kabe aynı zamanda gönüldür, nazargâh-ı İlâhidir. Edebiyâtımızda gönül yıkmakla Kabe’yi yıkmak aynı kabul edilmiştir.

Kabe’yi kalbe benzetenler olaya şu açıdan da bakmaktadırlar. Nasıl ki kalp vücudun çeşitli bölgelerinde kirlenmiş olan kanları merkeze toplar temizler tekrar vücudun hücrelerine gönderir. Aynen bunun gibi İslâm aleminin çeşitli bölgelerinde maddî ve manevî yönden kirlenmiş insanlar merkezde yani Kabe’de toplanıyorlar. Orada bütün günahlarından arınıp tertemiz olarak yine İslâm aleminin çeşitli bölgelerine dağılıyorlar. Bu açıdan da Ka’be dünyanın merkezi, kalbi, anakenti gibidir.13

Tavaf: Kabe’nin etrafındaki tavaf din uğrunda pervane olmağa söz vermektir. Kâbe’nin etrafında dönme kâinat nizamını sembolize eden bir ibadettir. Kâinatta gezegenler, güneşin; elektronlar, çekirdeğin; pervaneler de ateşin etrafında dönerler. Bu dönüşle merkeze olan bağlılık ve aşklarını göstermiş olurlar. Bu bakımdan Tevhîd Dîni’nin sembolü olan Kâbe etrafında dönüş de, dîne olan aşk ve bağlılığı sembolize eder.14

Kâbe’yi her dönüş bir merhale ve menzil aşarak 7 kat göklerin üstüne çıkmak, iç dünyamızda 7 basamaklı olan nefsin en aşağı tabakasından en üst basamağına yükselmek, insanî hayatın gayesine varmak, ruhanî hayata kavuşmak manalarını da ifade eder.

İhram: Hac boyunca hacılar, adına ihram denilen kefene benzer dikişsiz bir elbise ile örtünürler. Bu hareket insanın ölmesini ve dünya ile alâkasını kesmesini temsil eder. İhram kefeni, yalın ayak, başı açık tüm insanlarla eşit olarak İlâhî huzura çıkışı hatırlatır. Beyazlık ise temizlik ve aydınlığı temsil eder.

İstilâm: Hacılar, Hacer-i Esved’i (Siyah Taş) selamlamakla Allah’a söz vermiş, O’na yönelmek için biat etmiş olurlar. Telbiye (“Lebbeyk Allahümme lebbeyk…”) sözleriyle de bunu pekiştirirler.

Arafatta vakfe: Mahşer gününün küçük bir nümûnesidir. Hac, mahşeri hatırlatır. Kefene benzeyen beyaz elbiseler dünyanın boş ve fani olduğunu sembolize eder. O duyguyu hisseden hacı her yönüyle Allah’a teslim olur.15 Mahşer ve kefen gerçeğini yakînen kavrayan insan kendince bir hesab, bir mühasebe yapar.

Şeytanı taşlamak küfre cephe almaktır. Orada adeta Müslüman idman yapmaktadır. Arafatta vakfeden sonra tekbirlerle Müzdelife’ye gelen hacılar, bayram gecesini orada geçirirler, bayram günü de Şeytan Taşlamak ve Kurban Kesmek üzere Mina’ya yollanırlar. Şeytan taşlamak şeytanın hile, desise ve vesveselerine karşı nefret duymanın bir sembolü ve tezahürüdür. Bu olay Hz. İbrahim’in Şeytan Taşlama sünnetine imtisal etme mânâsını da ihtiva etmektedir. Kurban kesmek kulluğun zirvedeki timsalidir. Gerekirse canı verebileceğine dair bir semboldür. Hacılar kötülüğe olan düşmanlık ve nefretlerini, ellerinden geldiğince kötülüklerle mücadele edeceklerini, kötülüğün mümessili, şerlerin sembolü olan Şeytan’ı yine sembolik olarak taşlamakla ifade ettikten sonra, Allah yolunda canlarını vermeye hazır ve âmâde olduklarını göstermek üzere bir de kurban keserler.

Hazret-i İsmail’in gösterdiği Hak yolunda kurban olma teslimiyetini yeniden yaşarlar. Bir dâva, hak dahi olsa uğrunda seve seve can verebilecek müdafi ve taraftarlarının varlığıyla ayakta durur. Bu bakımdan kesilen kurbanla hacılar gerekirse canlarını Allah yolunda feda edebileceklerini, nefislerini kurban etmekten çekinmeyeceklerini sembolik olarak ifade etmiş olurlar. Saçları kesmek beyninden İslâm’a aykırı şeyleri söküp atmak, her türlü maddî ve manevi kirlerden arınıp kurtulmaktır. Safa-Merve Tepeleri arasında Sa’y16 ise tıpkı Hacer annemizin Hz. İsmail’e su araması gibi yanan gönüller için, Kur’an’a susamış ümmet için bir çare aramak, bunun için koşmak anlamlarındadır.

Elbette hac bu anlattıklarımızdan ibaret değildir. O sözle de ifade edilemez bizzat yaşamak lazımdır, tatmayan bilemez. Sırf Allah için ihlas ve samimiyetle yapıldığı zaman anlaşılabilir. Ne yazık ki günümüzde diğer iş ve ibadetlerimiz gibi hac da bir çok açıdan anlamını ve önemini yitirmek üzeredir. Bazıları için hac ibadeti sırf şekilden ibaret, ruhsuz ve manasız kuru bir şekle dönüşebilmektedir. Nitekim bir rivayette şöyle buyrulmuştur: “Ahir zamanda devlet adamları seyahat için; zenginler ticaret için; fakirler dilenmek için; ham sofular da sırf gösteriş için hac yapacaklardır.”17

HACCIN BAZI HİKMET VE FAYDALARI

Haccın kendine has bir takım hikmet ve faydaları vardır. Bu konuda Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur: “İnsanlar arasında haccı ilân et ki, gerek yaya olarak, gerekse nice uzak yoldan gelen yorgun argın develer üzerinde, kendilerine ait bir takım yararları yakînen görmeleri, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günlerde Allah’ın ismini anmaları (kurban kesmeleri için) sana (Kâbe’ye) gelsinler. Artık ondan hem kendiniz yeyin, hem de yoksula, fakire yedirin.”18

Bu ayetlerde de işaret edildiği gibi Haccın bir takım hikmeti, maddî ve mânevî faydaları vardır. Bunlardan bazılarını şöyle izah edebiliriz: Mü’minler, aynı gaye ve inançla hac ibâdeti dolayısıyla bir araya gelirler. Dünyanın hiçbir yerinde rastlanmayan mahşerî bir kalabalık, ibadet şuuru ve heyecanı ile kâinatın yaratıcısına yönelerek ondan dilekte bulunur, mağfiret isterler, kâmil bir îmanla yaşayıp öylece ölmeyi niyaz ederler. Kazanılan mânevî hazla eskiden mevcut kötü huy ve alışkanlıklarını terk ederler. Ve Allah’ın emirlerine daha sıkı sıkıya sarılma şevkini elde ederler.19 Hac, tüm Müslümanları aynı potada eritir. Birlik, eşitlik ve kardeşlik duygularını geliştirir, pekiştirir. Nitekim bir ayette “Hakikaten bu (bütün peygamberler ve onlara iman edenler) bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyle ise (hep beraber) bana kulluk edin.”20 buyrulmuştur. Bu vb. ayetler ışığında anlaşılır ki “Mü’minler ancak ve ancak kardeştir ve sadece müminler kardeştir…”21 Bunu Müslüman orada bizzat yaşayarak öğrenir.

Ayaklar yalın, başlar açık olarak bütün hacıların beyaz örtülere bürünmesi âdeta mahşer gününü hatırlatır. Böylece kalpler yumuşar, bakışlar başkalaşır, duygular heyecana gelerek mânevi bayram yapılır. Bir emirle asırlardan beri milyonlarca insanı bu mukaddes beldelere koşturan Allah’ın azametini kavrayan hacılar, milyonlarca insanın kendileri gibi düşünüp inandığını da bizzat görüp müşahede ederek insî ve cinnî şeytanların şübhe ve vesveselerine kıymet ve ehemmiyet vermezler.

İmanları kat kat kuvvet kazanır. Orada insan tarihî olaylardan etkilenip bilgilenerek dostunu düşmanını tanır, cihad ruhu gelişir. Zira o yerler Kur’an vahyinin indiği, İslam’ın ilk yıllarında Hak ile batılın mücadele ettiği yerlerdir.

Yolculuk esnasında karşılaşılan zorluklar ve mahrumiyetler insana nimetlerin kıymetini ve bunlara şükretmeyi, mal ve mülkünden uzak kalmak, akraba ve dosttan ayrı düşmek, istirahat imkânı bulamamak, insana muhtaçlarla fakirlerin sıkıntılarını hatırlatır ve böylece onlara şefkat elinin uzanmasına vesile olur. Hac da diğer ibadetler gibi bir eğitim olayıdır. Hacca gidip gelen kişi bir çok şeyi öğrenmiş, eğitiminin büyük bölümünü tamamlamış demektir.

Hacda cihad sevabı vardır. Çünkü onda hem sefer hali hem nefisle mücadele, hem eziyet ve yorgunluklara tahammül vardır. Hac, aynı zamanda bir kıyam, diriliş ve cihad eğitiminin verildiği yerdir.22Hac, varlıklara, özellikle de canlılara saygıyı öğretir. Müslüman normal zaman ve mekanlarda helal olan bazı fiillerini dahi orada terk etmek zorundadır. Hele haram ve yasaklara hiç yaklaşamaz. Zira orası emniyet yeridir.23 Hac ibâdetinin bu gibi mânevî-ruhî fayda ve hikmetlerinin yanı sıra maddî ve ictimaî bâzı faydaları da vardır.

Şöyle ki:

Hac, İslâm âleminin senede bir defa akt edilen umumî bir kongresi hükmündedir. Hac mevsiminde İslâm ülkeleri iç ve dış meselelerinde fikir birliğine vararak dış dünyaya karşı yenilmez bir kuvvet hâlinde top yekûn hareket etme imkânı bulurlar. Birbirleriyle tanışıp kaynaşır; kültür, fen ve san’at mübadelesinde bulunurlar. Hac, Müslümanlar arasında ticarî, iktisâdî ve kültürel işbirliği sağlar. Hacda meşrû’ ticaretin bir sakıncası yoktur. Allah (c.c.) bir ayette şöyle buyurmuştur: “(Hac mevsiminde ticaret yaparak) Rabbinizden gelecek bir lütfu (kazancı) aramanızda size herhangi bir günah yoktur. Arafat’tan ayrılıp akın ettiğinizde Meş’ar-i Haram’da Allah’ı zikredin ve O’nu size gösterdiği şekilde anın. Şüphesiz siz daha önce yanlış gidenlerden idiniz.”24 Hac Müslümanların yıllık genel kongresi, tarihi belli, pek dakik bir randevudur. Hacca gidip gelen bir Müslüman artık verdiği randevulara azami derecede dikkat eder. Zamanını en iyi bir şekilde ayarlar. Zira Arafat’ta bunun eğitimini almış olur. İslâm ülkelerinin beynelmilel bir fuarı mahiyetini arz eden hac mevsiminde her devlet maddî ve mânevî varlığını teşhir edebilir. Geri kalmış İslâm ülkelerine elbirliği ile yapılan yardımlarla o ülkeler kalkındırılır. İslâm dîninin zuhur edip âleme yayıldığı, mücadelesinin verildiği, uğruna canların feda edilip kanlar akıtıldığı mukaddes beldeleri ve muhterem ve muazzez İslâm kahramanlarının mezarlarını ziyaret etmekle hacıların gönlünde İslâm’ı bütünüyle yaşama ve ona hizmet etmek aşk ve şevki uyanır. O eşsiz mücahidlere mânen hitab ederek: “Bize bıraktığığınız mukaddes emanetleri biz de bizden sonraki nesillere lâyık-ı vechile tevdi edeceğimize dair size söz veriyoruz…” derler.

Bu yönüyle hac insanları tarihine bağlayan önemli bir turizmdir. Zira orada bir takım tarihî belgeler, Hz. İbrahim’den kalan bazı hatıralar vardır.25 Her biri ibret gözüyle bakıp incelenmelidir.

KURBAN

Hac mevsiminin en önemli simgelerinden biri de kurbandır. Kurban, Allah Teala’ya yaklaşmak, O’nun hoşnutluğunu kazanmak için kurban niyetiyle kesilen özel hayvana denir. Kur’ân-ı Kerîm’de, “Şüphesiz biz sana Kevser’i verdik. Şimdi sen Rabbine kulluk et ve kurban kes!”26 ayetleriyle kurban emredilmiştir. “Biz, her ümmete -(Kurban kesmeye uygun) hayvan cinsinden kendilerine rızık olarak verdiklerimiz üzerine Allah’ın adını ansınlar diye- kurban kesmeyi gerekli kıldık. İmdi, İlâhınız, bir tek İlah’tır.

Öyle ise, O’na teslim olun. (Ey Muhammed!) O ihlâslı ve mütevazi insanları müjdele!”27 ayetiyle de bütün dinlerdeki ortak özelliğe dikkat çekilmiştir. Buna göre bütün ilahi dinlerin aslı birdir ve hepsinin tahrif edilmemiş ortak adı İslam’dır. Hacda olduğu gibi kurbanda da bir takım hikmet ve faydalar vardır.28 Ancak burada dikkat çekmek istediğimiz her ikisinin de amacı Hz. İbrahim29 ve diğer peygamberlerin sünnetini yaşatarak takvaya ulaşmak,30 insanların yardımlaşarak dimdik ayakta kalabilmesini sağlamaktır.31 Hac olayında Hz. İbrahim’den kalan birçok hatıra olduğu gibi kurbanda da Hz. İbrahim’den kalma hatıralar vardır.

Teşrik Tekbirleri ve Telbiye’nin Kaynağı

Müslümanlar Arefe günü yâni Kurban bayramından önceki gün, sabah namazından, bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar yirmi üç vakit her farz namazdan sonra “Allahü ekber, Allahü ekber, lâ ilâhe illallahü vallahü ekber. Allahü ekber ve lillahil-hamd” diye tekbîr getirirler. Buna Teşrik Tekbîri denir. Bu da Hz.İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etmesinden kalma bir hatıradır. Hz. İbrahim oğlunu kurban edeceği esnada Cebrail getirdiği koç İsmail’in yerine kurban edilmiştir.

Koçu getiren Cebrail (a.s.): “Allâhü ekber, Allâhü ekber!”,

Bunu gören İbrahim (a.s.): “Lâ ilâhe illallahü vellâhü ekber!”,

Bunu işiten İsmail (a.s.): “Allâhü ekber ve lillahi’l-hamd!” demiştir.

İşte Müslümanlar Arefe günü sabah namazından bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar 23 vakitte bu hatırayı yaşamaktadırlar. Yine İbrahim (A.S) oğlu İsmail’e kurban edileceğini söyleyince o hemen; “Kabul ettim, emrin başım üstüne ey Allahım!” anlamında “Lebbeyk Allahümme lebbeyk…” deyip teslim olmuştu. Şimdi hacılar bu mevsimde harem bölgesinde sürekli bu cümleleri tekrara ederek aynı hatırayı canlandırmaktadır. Hacıların şeytanı taşlama olayı da İsmail’in bu hadisesinden kalmadır. Şeytan Hz. İbrahim’in ve İsmail’in ilahî emre boyun eğmesini kıskandığı için Hz. İbrahim, oğlu İsmail ve hanımı Hacer validemizin kalplerine vesvese sokmak istemiştir. Ancak her biri 7 taş atarak insan suretinde görünen şeytanı kovalamıştır. Şu anki şeytanı taşlama olayı da oradan kalma ve Müslümanların her yıl tekrar ettikleri bir hatıradır.

Sonuç: biz burada hac ve kurbanın fıkhi yönünden ziyade ihtiva ettiği anlam ve önemine vurgu yaparak İslamî şuurun canlanması ve kutsal tarihin yad edilmesine katkıda bulunmak istedik. Olayın ayrıntısı fıkıh ve ilmihal kitaplarında mevcuttur.32

Burhan Dergisi

Ramazan Şahan

En son Haberler