BAYRAMLARIMIZ
Müslümanlar, Medine’ye hicret ettiklerinde, Medinelilerin yılda iki bayram kutladıklarını gördüler. Aslında Medinelilerin kendilerine has millî bayramları yoktu. İranlılardan aldıkları iki ünlü Mecusi bayramını kutluyorlardı. Bu bayramların birincisi, ilkbaharın başladığını belli eden Neyrûz; diğeri ise, sonbaharın başlangıcı olan Mihricân idi.
Hicretin ikinci yılında Hz. Peygamber (s.a.s.), “Yüce Allah, size o iki bayram günlerine bedel olarak, daha hayırlı iki bayram günleri ihsan buyurdu” (Ebu Davud) diye müjdelemiş; o günlerin ramazan bayramı ile kurban bayramı günleri olduğunu haber vermiştir. Böylece her iki bayram da, hicretin ikinci yılından itibaren kutlanmaya başlanmıştır.
Esasen ramazan orucu ilk defa bu yıl farz kılınmış, bu ayı oruçla geçiren müminler, bir sonraki ay olan şevval ayının ilk üç gününü bayram olarak kutlamışlardır. Bu sebeple bu bayrama “ramazan bayramı” veya bayramdan önce fitre (fıtır sadakası) verildiği için “fıtır bayramı” denilmiştir. Hicrî takvimin son ayı olan zilhiccenin onunda başlayan ve dört gün devam eden “kurban bayramı” ise, bu günlerde kurban kesildiği için bu adla anılmıştır.
Ramazan bayramında müminler bir önceki ayı ibadetle geçirmenin ve Allah’ın rahmetine nail olma ümidinin sevincini taşırlar. Kurban bayramı ise, Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etmek istemesi ve İsmail’in de buna razı olması; nihayet Allah’a karşı gösterilen büyük sadakatin karşılığı olarak hayvan kurban edilmesinin hâtırasını taşımakta ve müminler bu günlerde kurban kesmek suretiyle bu iki peygamberin Allah’a karşı verdikleri başarılı imtihanın sevincini yaşamaktadırlar.
“Bu günümüzde yapacağımız ilk şey namaz kılmaktır” (Buhari, Müslim) hadis-i şerifine dayanarak, ramazan ve kurban bayramlarının, bayram namazının kılınmasıyla başladığını söylemek mümkündür. Bununla birlikte kurban bayramına ait arefe gününün ayrı bir fazileti vardır. Çünkü haccın en önemli rüknünü oluşturan vakfe, bu günde yapılmaktadır. Bir başka hadiste de, bayram gecelerini ihya etmenin ayrı bir fazileti olduğu ifade edilmiştir (İbn Mâce). Kurban bayramında, namazdan sonra, şartlarına sahip olanlar kurban keserler.
Güneşin doğması ve bir miktar yükselip kerahet vaktinin çıkmasından sonra cemaatle kılınan bayram namazı, zeval vaktinin girmesine kadar eda edilebilir. Hz. Peygamber’in bayram namazını mescitte değil, dışarıda musallada kıldığı bilinmektedir. O’nun zamanında kadınlar da genç olsun, yaşlı olsun bayrama katılır; hayız hali dolayısıyla namaz kılamayanlar ise, tekbirlerde cemaate iştirak ederlerdi. (Buhari, Müslim, İbn Mâce, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâi).
Hz. Peygamber musallaya giderken ve evine dönerken farklı yollardan geçmeyi tercih ederdi. Ramazan bayramında, namazdan önce hurma yer; kurban bayramında ise, kestiği kurban etinden yiyinceye kadar ağzına bir şey koymazdı. O’nun namazdan önce hurma yeme âdeti, Müslümanlarca sünnet olarak telakki edilmiş; bu durum, bayramlarımızda tatlı ikramı geleneğini doğurmuştur.
Kurban bayramı günü imsakten itibaren bir şey yemeyip o günün ilk yemeğini kurban etinden yemek müstehaptır. Fakat bu, kendi evinde kurban kesebilen insanlar içindir. Zamanımızda kurban kestiren bazı Müslümanlara, akşama kadar ancak sıra gelmekte, hatta ertesi güne kalmaktadır. Bu durumda, söz konusu insanların kurbanlarının kesilmesine kadar aç kalıp oruçlu imiş gibi durmaları gerekmez.
Kurban bayramının önemli bir yönü de, hac ibadetinin o günlerde yapılmasıdır. Arefe günü sabahından bayramın dördüncü günü güneş batıncaya kadarki süre, hac uygulamasının yapıldığı günlerdir. Haccın ancak hac aylarında yapılabilmesine karşılık, umre için belirlenmiş herhangi bir zaman yoktur. Arefe ve bayram günleri (teşrik tekbirlerinin getirildiği beş gün) dışında her zaman umre yapılabilir.
Kurban kesim vakti; bayram namazı kılınan yerlerde bayram namazı kılındıktan sonra, bayram namazı kılınmayan yerlerde sabah namazı vakti girdikten sonra başlar. Hanefilere göre bayramın üçüncü günü akşamına kadar devam eder. Bu süre içinde gece ve gündüz kurban kesilebilir. Ancak kurbanların gündüz kesilmesi daha uygundur. Şafiilere göre ise, dördüncü günü gün batımına kadar kurban kesilebilir.
Kurban niyetiyle veya başka bir amaçla hayvan kesilirken besmele çekilmesi gerekir. Kurban kesilirken üç defa “Bismillahi Allahü ekber” denilir ve şu ayetler okunabilir: “De ki: “Şüphesiz benim namazım, ibadetim/kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir. O’nun ortağı yoktur…” (Enam 162-163). “Ben, hakka yönelen birisi olarak, yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben, Allah’a ortak koşanlardan değilim” (Enam 79).
Dini bayramlarımızın yanında, milli bayramlarımız da vardır. Büyük bir gurur ve coşkuyla kutladığımız bu bayramlarda, şehit ve gazilerimizin manevi izlerine rastlamak mümkündür. Hepsini rahmet ve minnetle yâd ediyoruz. Selam olsun bütün şehit ve gazilerimize! Selam olsun vatan ve millet hizmetkârlarına!
Milli bayramlarımızdan biri de, Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini oluşturan TBMM’nin açılış günüdür. Daha sonra, “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” olarak ilan edilen bu günde, ecdadımızın manevi izleriyle ilgili bir kesit şöyledir:
Gazi Mustafa Kemal, onun silah arkadaşları ve ilk milletvekilleri; TBMM’nin açıldığı günü, özellikle cuma gününe denk getirmişlerdir. 23 Nisan 1920 Cuma günü, içinde Ankara’nın manevi mihmandarı Hacı Bayram-ı Veli’nin türbesinin bulunduğu Hacı Bayram-ı Veli Camiinde hep birlikte Cuma namazını kıldılar. Daha önceden Anadolu’nun il ve ilçelerinde okunmuş olan Kuran hatimlerinin duaları, cuma namazından önce yapıldı. Namaz kılındıktan sonra büyük bir coşkuyla, tekbirler ve salat-ü selamlarla kurbanlar kesildi. Hacı Bayram-ı Veli Camiinden iki emanet alındı. Biri, İslam sancağı; diğeri de, tarihi Kuran-ı Kerim’dir. Gazi Mustafa Kemal Paşa ve kurucu meclisin ilk üyeleri, tekbirlerle oradan meclise gittiler. İslam sancağını kürsüye astılar ve besmele eşliğinde ilk meclisi açtılar.
İstanbul’da bulunan ve açılışa davet edilen Mehmet Akif ERSOY, açılıştan bir gün sonra gelebildi. Meclis tarafından Akif’e, halkı Milli Mücadele’ye manevi yönden hazırlama görevi verildi. Mehmet Akif, Anadolu’nun birçok yerlerindeki camilerde Milli Mücadele’nin önemini anlatan vaazlar verdi. Onun bu vaazları ve fetvaları Sırat-ı Müstakim ve Sebil-i Reşat Dergisinde yayınlanarak ülkenin her tarafına ulaştırıldı.
Şanlı tarihimizde, maddi kumandanlarımızın yanında, mutlaka manevi kumandanlarımız da olmuştur. Yani, arka tarafı besleyen manevi bir güç her zaman vardır. Mesela Osman Gazi maddi kumandan, arkada manevi kumandan Dursun Fakih var. İstanbul’un fethinde Fatih Sultan Mehmet maddi kumandan, arkada manevi kumandan Akşemseddin var. Sultan İkinci Murat maddi kumandan, arkada manevi kumandan Hacı Bayram-ı Veli var.
Ankara’nın başkent olmasında Hacı Bayram-ı Veli’nin büyük sırrı vardır. Şair der ki; “Poyrazoğlu zaman dağarcığında/Yıllar ötesinde sırlar çağında/Ankara’nın başkent olacağında/Var himmeti Hacı Bayram-ı Veli’nin.” Ankara başkent olmadan yüz yıl önce, Bitlis’ten bir ses yükselir. Osmanlı âlimlerinden Müştak Baba, Ebcet hesabıyla bir şiir yazar. Şiirinde Ankara’nın, yüzyıl sonra Anadolu’nun başşehri olacağını söyler. Bu kerametini de şöyle izah eder: “Hacı Bayram-ı Veli hazretlerinin talebesi Akşemseddin, Fatih’in hocası idi. Allah, onun yüzü suyu hürmetine Osmanlı’ya İstanbul’u payitaht (başkent) yaptı. Ama onun hocası Hacı Bayram-ı Veli’nin türbesi Ankara’da. Onun da yüzü suyu hürmetine Ankara, Anadolu’nun başşehri olacaktır.”
(Yararlanılan Kaynaklar: TDV İslam Ansiklopedisi, Din İşleri Yüksek Kurulu Fetvaları, Doç. Dr. Bülent Akot-2011 EKEV Akademi Dergisi, Doç. Dr. Oğuzhan Aydın-TV Programı)
Hazırlayan: Bahtiyar Budak-Emekli Edebiyat Öğretmeni