Diğer Haberler Son Dakika 

KABİR ZİYARETİ

        Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hayatında; önceleri kabir ziyaretini yasaklayan, daha sonra da buna izin veren iki farklı uygulama vardır. Resul-i Ekrem’in ilk dönemlerde kabir ziyaretini erkek-kadın herkese yasaklamasından maksat; yanakları yumruklama, elbise yakalarını yırtma ve ağıt yakıp ağlama gibi (Buhari) İslâm’ın vakarı ile bağdaşmayan cahiliye âdetlerini unutturmak, kabirdekilere aşırı saygı besleme ve ibadet etme şeklinde kendini gösteren şirk görüntülerini yok etmektir. Kabirlerin yanında uygulanan bu cahiliye âdetlerinin çirkinliği anlaşıldıktan ve ziyaret sırasında kötü söz söylemenin günah olduğu öğrenildikten sonra Hz. Peygamber, ahireti hatırlatacağı için kabirlerin ziyaret edilebileceğini (Müslim, Ebu Davud) bildirmiştir. Kabir ziyareti, insana kendi akıbetini hatırlatıp ibret almasını sağladığından faydalı görülmüştür (Müslim). Nitekim Hz. Peygamber, Medine’deki Bâki mezarlığını sık sık ziyaret etmiş, ilâhî izne nail olduktan sonra da annesinin kabrini ziyaret edip ağlamış; O’nun bu hali, yanındaki sahabileri de ağlatmıştı (Müslim).

        Kabir ziyaretinde bulunan kişi, ahireti hatırlamalı, dünyanın geçici olduğunu ve bir gün kendisinin de öleceğini düşünmelidir. Hz. Peygamber, geceleri Bâki kabristanına gelir ve “Müminler yurdunun sakinleri, sizlere selam olsun. İnşallah biz de size katılacağız. Bizler ve sizler için Allah’tan afiyet dileriz. Allah’ım, Bâki kabristanında bulunanları bağışla” (Müslim) diye dua ederdi. Kabir ziyaretinde bulunan kişinin ölü için dua etmesi ve Kuran okuyarak sevabını orada bulunanların ruhlarına bağışlaması uygun görülmüştür.

        Kabir ve türbe ziyaretlerinde İslam’ın özüne ve tevhid anlayışına ters düşen, itikâdî bakımdan da zararlı olan tutum ve davranışlardan uzak durmak gerekir. Kabrin başında yüksek sesle ağlayıp gürültü yapmak, kabrin parmaklık ve taşlarını öpmek, onlara sarılıp ağlamak vb. davranışlar İslam ile bağdaşmaz. Ölen kişilerden medet ummak ve onlardan bazı şeyler beklemek vb. iman açısından tehlikeli bir davranıştır.

        Bütün Müslümanlar kabir ziyaretinde bulunabilirler. Hz. Peygamber, çocuğunun kabri başında ağlamakta olan bir kadına sabır tavsiye etmiş, onu ziyaretten menetmemiştir (Buhari, Müslim).  Kadınların, özel hallerinde iken kabir ziyareti yapmalarını yasaklayan bir ayet veya hadis yoktur. Bu sebeple kadınların, bu halde iken kabir ziyareti yapmaları ve dua niyetiyle ezberden dua ayetlerini okumaları caizdir.

        “Ve onların arasından ölen hiç kimsenin namazını kılma, mezarı başında da durma! Çünkü onlar Allah ve resulünü inkâr ettiler ve yoldan sapmış olarak öldüler” (Tevbe 84). Müslümanların, ölen din kardeşlerine karşı ifa etmeleri gereken dinî görevlerin başında cenaze namazı kılınması ve bunun için gerekli hazırlıkların yapılması gelir.

       Münafıklar hakkında nazil olan bu ayet-i kerimede yer alan, “mezarı başında da durma” ifadesini; Hz. Peygamber’in, cenazenin defninden sonraki tatbikatına göre açıklamak uygun olur. Resul-i Ekrem, bir Müslümanın cenazesi defnedildikten sonra kabri başında bir süre durur ve etrafındakilere de ölü için Allah’tan mağfiret dilemelerini isterdi.

       Ebediyet âlemine irtihal etmiş müminlerin bağışlanmasını dilemenin güzel bir davranış olduğu ayet-i kerimede şöyle bildirilir: “Bunların ardından gelenler de şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önceki iman etmiş kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde iman edenlere karşı kötü bir düşünce ve duyguya yer bırakma! Rabbimiz! Kuşkusuz sen çok şefkatlisin, çok merhametlisin” (Haşr 10).

       Hz. Peygamber (s.a.s), Ebu Müveyhibe ile Ebu Raifi’yi de yanına alarak, bir gece Bâki mezarlığına gitmiş ve orada uzun uzun dua etmişti. O’nun bu ısrarlı yalvarması karşısında, yanında bulunanlar; “Keşke biz de burada metfun bulunsaydık da, Rasulüllah’ın bu duasına mazhar olmakla şereflenseydik!” diye hayıflanmışlardı. Cenaze namazının ve duanın ölüye faydası olmasaydı, Rasulüllah bunu ne kendi yapardı, ne de başkalarına emrederdi. Zaten cenaze namazı, ölü için bir duadır. “Allah için namaza, meyyit/meyyite için duaya…” diye niyet edilir. Eğer ölünün ruhuna yararı olmasaydı, bunun bir anlamı olur muydu?

         Kuran-ı Kerim’in, ölülere okumak için değil, dirileri uyarmak için (Yasin 70) indirildiğini hatırlatıp ölülere Kuran okumayı, trafik kazasında ölen kişiye, trafik kurallarını okumaya benzeten Prof. Dr. Mehmet Okuyan, bu konuda şöyle diyor: “Kuran’da ölülere hitap eden tek bir ayet yoktur; onun bütün hitabı dirileredir. Ölüler için dua edilebilir. Yaşayan ve ölen mümin kardeşlerimiz için dua edebileceğimizi Kuran’dan öğreniyoruz. Hz. Peygamber’in uygulamaları da bu yöndedir. Mümin olarak ölen kardeşlerimizin bağışlanması için dua edebileceğimiz gibi, birbirimiz için de dua etmemizde hiçbir mahzur yoktur.

        Allah’ın sevgi ve hoşnutluğunu kazanmak için yapılan her güzel iş ve davranış ibadettir. Kuran okuyan ya da okutanların, Allah rızasını kazanmanın dışında başka bir amaç taşımaması gerekir. Aksi halde bu eylemler, ibadet olma niteliğini kaybeder. İbadetlerden elde edilen sevaplardan ölülere de bağış yapılabilir. Mezarlıkta genellikle dua niyetiyle Fatiha suresi okunur. “Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz” (Fatiha 5) ayetine göre, Kuran’ın tavsiye ettiği; önce ibadet, sonra duadır. Namaz kılarken ölü ve dirilere duada bulunduğumuz gibi, namazın ardından yaptığımız duaya onları da dâhil etmek elbette faydalı olacaktır.

        Anne veya babanın vefatından sonra onlara iyilik yapma imkânının olup olmadığını soran bir sahabeye, Hz. Peygamber şu cevabı vermiştir: “Evet vardır. Onlara dua etmek, günahlarının affedilmesini talep etmek, vasiyetlerini yerine getirmek ve onların dostlarına ikramda bulunmaktır”(Ebu Davud). Hz. Ali, sık sık kabirleri ziyaret eder; “Neredeyse mezarlara komşu oldun?” dediklerinde, “Onlar çok iyi komşulardır: Dünyalıktan bahsetmezler ve durumlarıyla her zaman ahireti anlatırlar” derdi. Unutmamak gerekir ki, ölüm ses­siz­li­ği­ne bürünmüş görünen her me­zar ta­şı, aslında ko­nu­şan bir na­si­hatçi­dir.

       İslam tarihi boyunca hac görevini yerine getiren Müslümanlar, büyük bir minnet duygusu içinde Rasulüllah’ın kabrini ziyaret etmeyi ihmal etmemişlerdir. Bu husus, Hz. Peygamber’in, “Kim, beni öldükten sonra ziyaret ederse, sanki hayatımda iken ziyaret etmiş gibi olur” buyurması ile onları manevî yönden kazançlı hâle getirmektedir. Bu nedenle hacdan önce veya sonra bu ziyaretlerin yapılması, son derece önemli sayılmıştır. Herhangi bir zaruret bulunmadıkça da bunu ihmal etmek, büyük bir gaflet ve duygusuzluk olarak değerlendirmiştir.

       (Yararlanılan Kaynaklar: TDV İslâm Ansiklopedisi, TDV Kuran Yolu Tefsiri, Din İşleri Yüksek Kurulu Kararları)

       Hazırlayan: Bahtiyar Budak-Emekli Edebiyat Öğretmeni

En son Haberler