Aile Bireyleri Sofrada bir Araya Geliyor mu?
Bu zamanda sofra o kadar büyük bir fonksiyon icra ediyor ki, onun yerine başka bir âdeti getirip koysanız, imkânı yok, onun yerini tutmaz. Nasıl tutar ki? Ailenin edebi, nezaketi, hassasiyeti, şefkati, fedakârlığı, diğergâmlığı, sevgisi ve sadakati sofrada bir araya gelir. Aile iletişiminde “sofra” çok önemli bir işlev görür. Dinî ve millî kültürümüzde sofra hep baş köşeye oturur. Bizi biz yapan değerlerin birçoğu sofra başında toplanır.
Ailenin edebi, nezaketi, hassasiyeti, şefkati, fedakârlığı, diğergâmlığı, sevgisi, sadakati ve karakter yapısı sofrada bir araya gelir.
Hatta imanı, inancı, ahlâkı, hayata bakışı, umutları, beklentileri hep bu beraberlikte öne çıkar. Sorular ve sorunlar burada cevap bulur, çözüme kavuşur. Dertler ve sıkıntılar burada konuşulur, derman ve çare aranır.
Her şeyden önce sofra bir paylaşım, bir etkileşme, her bireyin kendi özelliklerini fark edişi, ifade edişi ve dile getirişidir.
Ailenin mutluluğu veya mutsuzluğu, huzuru veya huzursuzluğu, saadeti veya sefaleti, anlayışı veya anlayışsızlığı hep bu ortamda görülür.
Aile fertleri birbirlerine karşı ne kadar soğuklar, ne kadar sıcaklar; ne kadar içtenler, ne kadar resmîler; birbirlerini ne kadar seviyorlar, ne kadar sevmiyorlar, burada anlaşılır.
Çünkü her fert göz göze, diz dize, omuz omuza, yan yana ve iç içedir. Annenin fedakârlığı, babanın çilekeşliği ve vefakârlığı, çocukların ve kardeşlerin kadirbilirliği ve terbiyesi bu esnada gün yüzüne çıkar. Herkes bir ortak inancı yaşar.
Aynı zamanda sofra bir tefekkür yeridir. Bütün bitkisel ve hayvansal gıdalar bize toprak aracılığıyla gönderilir. Toprak aldığı emir gereği bütün yiyeceklere ve içeceklere saksılık görevi yapar. Bahar gelince ayrı ayrı nimetler, yazın farklı meyve ve sebzeler, sonbahar günlerinde daha değişik rızıklar önümüze serilir.
Bütün bu nimetleri ve rızıkları göndereni her mevsimde daha yakından tanıma imkânına kavuşuruz. Ona olan şükrümüz, hamdimiz, minnetimiz ve imanımız her vesileyle artar da artar.
Kur’ân’ın ifadesiyle her varlık kendine özgü bir dille Yaratıcısını zikreder, anar ve Onu teşbih eder. Her varlık “Bismillah” der, Allah adına hareket eder, Allah adına çalışır, Allah adına iş görür, böylece gücüne güç katar.
Ağaçların o incecik kökleri ve damarları sert toprağı ve kayayı deler geçer, ayakta ve hayatta kalır. Başta üzüm bağlan ve asmaları olmak üzere yaz boyu kavurucu güneşin altında su yüzü görmesi mümkün olmayan ağaçlar yemyeşil kalır ve kasalar dolusu üzümü bize takdim ederler.
Buna diğer bütün sebze ve meyve ağaçlarım kıyas edebiliriz. Nasıl bir kudret eliyle bize ulaştırıldığını anlarız.
Sofra bereketi bu düşüncelerle, bu bakış açısı ve idrakle canlanır, içimizdeki ufunet ve karamsarlık, yerini aydınlık bir âleme bırakır.
Bütün varlıkların ortak zikrine ve teşbihine biz de “Bismillah” diyerek katılır, bu canlı sevgi sofrasını bir aile saadetine taşırız.
Ayak üstü atıştrmaların, açlığı yatıştırmanın yaygınlaştığı, aile mahremiyetindeki bu huzurun sokağın kargaşasına karıştığı günümüzde, bu güzelliğe hasretimiz gün geçtikçe daha da artış gösteriyor.
Aile bireylerini bir araya toplayan sofrada, şakanın, neşenin, saygının, sevginin ve o güzelim sıcak bakışların zevkini ve lezzetini hangi burger salonunda bulabiliriz?
Bir de sofrada aile büyüklerimiz, dostlarımız ve on çeşit bereketle gelerek dokuzunu bırakıp giden misafirlerimiz de varsa, bu tadı dünyanın hangi mutluluğu ile kıyaslayabilirsiniz?
Osmanlı kültürünün yapısında, özünde ve ruhunda sofra kültürünün ve sofra bereketinin birbirinden güzel, sayılamayacak kadar zenginliği vardı.
Batılılaşma histerisinin ucundan kıyısından hemen herkesi sarıp sarmaladığı günümüz toplumunda bu güzellikleri canlandırmak ve yaşatmak ve tekrar evimize taşımak için hepimize o kadar büyük görevler düşüyor ki, herhalde yitirmek üzere olduğumuz aile saadetinin ve sağlıklı iletişimin sırrı burada yatıyor.
Yazar:Mehmet Paksu