Diğer Haberler Son Dakika 

DİNİMİZİN KADIN VE ERKEĞE BAKIŞI

       Cenâb-ı Hakk’ın şu âlemdeki icraatı eşitlik üzerine değil, adalet esasına göre cereyan etmektedir. İnsanlar arasında mutlak eşitlik olsaydı; her şeyden önce anne, baba ve evlât kavramlarından söz edilebilir miydi? Çoğu zaman, eşitlik kavramıyla adalet kavramı karıştırılır. Eşitlik, iki şeyin her yönden denk olması demektir. Adalet ise, her hak sahibine hakkını vermek ve haksızları cezalandırmak şeklinde tarif edilir. Mesela insana iki, koyuna dört ayak verilmesinde bir eşitsizlik vardır; ama adaletsizlik yoktur. İnsana böylesi, koyuna da öylesi yaraşır… Mutlak eşitlik, yâni her şeyin her yönüyle birbirinin aynı olması adalete zıttır.

       Fıtrat itibariyle bir takım farklılıklarla yaratılan kadın ve erkek, eşit haklara sahiptir. Kuran, kadını ve erkeği, âdil bir hukuk sistemi içinde kendilerine ait haklarına kavuşturmuştur. Kadın haklarına, bir cinsin sahip olduğu haklar gözüyle değil, insan hakları gözüyle bakmak gerekir.  “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan, ikisinden birçok erkek ve kadın üretip yayan rabbinize itaatsizlikten sakının” (Nisa 1) ayetinde geçen “bir tek nefisten”  ifadesi, erkek ve kadın olarak hepimizin Âdem’den ve Âdem  ile aynı özden yaratılan Havva’dan geldiğimizi anlatmaktadır.

       İslam Dini, canlı türleri içinde insanı, ilk önce kadın-erkek ayırımı yapmadan, bir bütün olarak ele alır. Yüce yaratıcıya inanması, sorumluluğu yüklenmesi, sorumluluk icabı yapılması ya da yapılmaması gereken hususların sorgulanması gibi konularda kadın-erkek ayırımı yapmaz. (Mesela bk. İnsan 1-2, Zariyât 56, Ahzâb 72, Nahl 93). İnsanın diğer canlı türleri içindeki seçkin yeri dile getirilirken veya amelin ve emeğinin karşılığını eksiksiz göreceği vaat edilirken kadın-erkek ayırımına gidilmez. (Mesela bk. İsrâ 20, Hucurat 13, Necm 39-40). İslam, kadınla erkek arasındaki fizyolojik yapı farkını, fiziki güç durumunu ve kadınlardaki ruhi incelikleri göz önünde bulundurarak, halledilmesi gereken çeşitli sorunlara en sağlıklı çözümleri getirmiştir.

       Kuran-ı Kerim, kadına dişiliği üzerinden değil, kişiliği üzerinden; cinsiyeti üzerinden değil, şahsiyeti üzerinden bakar. Bu sebeple kadın cinsel bir obje olarak değil, erkek ile aynı hak ve sorumluluklara sahip bir birey olarak görülür. Allah katında, cinsiyet üstünlüğü yoktur. Hiç kimse kendi seçimi olmayan cinsiyetini, övünme ya da yerinme unsuru olarak görmemelidir. Erkek olsun, kız olsun doğan her çocuk Allah’ın rahmetidir. Hucurat suresinin 13’üncü ayetinde, Allah katındaki değerin cinsiyetle değil, takva ile olduğu net bir biçimde vurgulanmıştır.

       Kadın ile erkek iman, ibadet ve sorumluluk konularında Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda tamamen eşittir. Erkek de, kadın da iman etmek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek ve hacca gitmek gibi ibadetleri yerine getirmekle sorumludur. Kuran-ı Kerim’de; “Erkek olsun, kadın olsun her kim iman etmiş olarak dünya ve ahiret için yararlı iyi işler yaparsa işte onlar da cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar” (Nisa 124) buyrulmaktadır. Bunun gibi pek çok ayet-i kerime, bu eşitliği perçinlemektedir. (mesela bk. Tevbe 71, Nahl 97, Muhammed 19, Hadid 12, Ahzâb 58 ve 73 gibi). Kadın ve erkek, yaratılışta ve fıtratta eşit değildir. Birbirlerini tamamlar vaziyettedir. Vücut ve hissiyat bakımından da eşit değildirler. Bu sebeple, erkek ve kadın arasında içtimaı olarak fıtrata uygun bir vazife bölüşümü vardır. İslâm da fıtrî bir din olduğu için; yaratılışta var olan bu fiziki ve hissî farklılığı, erkek ve kadının hak ve vazifelerine yansıtmıştır.

       Allah rızasını elde edebilmek için kadın-erkek her Müslüman özellikle de evli eşler, üzerlerine düşen görev ve sorumlulukları yerine getirmede birbirlerinin yardımcıları ve koruyup kollayıcıları olmak durumundadırlar. Ayet-i kerimede, “…Kadınlar sizin için elbisedir, siz de onlar için elbisesiniz” (Bakara 187) buyrulmaktadır. Erkek ile kadın, ayakkabı çiftine benzer. Birisi, diğeri olmadan tek başına bütün değildir. Bunlar birbirlerine eşit değillerdir; ama biri, diğerinden üstün de değildir. İşte evlilikteki farklılıkları böyle görüp değerlendirmek gerekir. İki farklı kişilik bir yuvada buluşunca doğal olarak farklı fikirler ortaya çıkabilecektir. Eşlerin farklılığını, birbirini tamamlayan farklılıklar olarak görmek gerekir. Hz. Peygamber (s.a.s), Veda Hutbesinde “Sizin kadınlar üzerinde hakkınız olduğu gibi, onların da sizin üzerinizde hakları vardır” buyurarak bu gerçeği dile getirmiştir.

       Geleneksel din anlayışının erkek egemen söylem ve eylemleri sebebiyle Allah’ın erkek ve kadın ayrımı yapmadan insanlara tanımış olduğu en temel haklar; kadınların ellerinden alınmış ve yavaş yavaş kadının aile ve toplum içindeki fonksiyonu, geri plana atılmıştır. Bu durumun en fazla hissedildiği yerlerin başında da camiler ve ibadet yerleri gelmektedir. Toplu taşıma araçlarında, marketlerde, çarşı ve pazarlarda kadın ve erkeğin bir arada bulunmasında bir sakınca görülmemektedir. Ama sıra camide bir arada olmaya geldiğinde farklı tutumlar sergilendiği bir gerçektir. Oysa cami ve ibadet yerlerinde, erkeklerin ne kadar hakkı varsa kadınların da o kadar hakkı vardır. Bu konuda, kadınlarla ilgili yapılacak düzenlemeler, kadınlara bir lütuf değil; aksine ellerinden alınmış en doğal haklarının onlara iade edilmesidir.

     (Yararlanılan Kaynaklar:  İl Müftü Yardımcısı Dr. Hamza Yıldırım/Kadın-Erkek Olarak İnsanın Değeri, Abdullah Şahin-Diyanet Dergisi/İslam’da Kadın ve Erkeğin Yeri, O. Nuri Topbaş/Kadın ve Erkek Neden Eşit Değildir? Doç. Dr. Emre Dorman/Kuran’da Kadın ve Erkek)

       NOT: Yanlış anlaşılan ve sık sık tartışma konusu olan “Kadınların Miras Hakkı” ve “Kadınların Şahitliği” konulu yazılarımızın, gelecek haftalarda bu sitede yayınlanması düşünülmektedir. Merak edenler, takip edebilirler.

Hazırlayan: Bahtiyar Budak–Emekli Edebiyat Öğretmeni

En son Haberler