MUTTAKİ (TAKVÂ SAHİBİ) KİMDİR?
Sözlükte, “Allah’tan korkmak ve buyruklarını yerine getirmek” olarak tanımlanan takva kelimesi; Kuran ve hadislerde bazen sözlük anlamında, bazen de “Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından kaçınarak azabından korunma” anlamında kullanılır. Takvalı kişiye “muttaki” denir. Genellikle Peygamberler ümmetlerine, “Allah’tan sakının ve bana itaat edin” (Şuara 108, 126, 131, 144, 179) diye hitap etmişlerdir.
Hz. Peygamber (s.a.s.), eliyle göğsüne işaret ederek, “Takva buradadır” demiş ve “Allah’ım, kalbime takvasını ver!” diye dua etmiştir. (Müslim, Nesâi). Kalpteki takvadan maksat iman, samimiyet ve Allah’a duyulan saygıdır. Kuran’da, “Eğer mümin iseniz Allah’a karşı takva sahibi olunuz” buyurularak (Maide 11, 57, 88) takva ile iman arasındaki ilişkiye işaret edilmiştir. Kuran’ın, takva sahibi olan herkes için bir hidayet kitabı olduğu da ayet-i kerimelerde (Bakara 2, Âli İmran 138, Maide 46) belirtilmiştir.
Allah’a lâyık bir takva üzere olmak, takvanın en mükemmel şeklidir. Mümin Allah’a duyduğu saygı nispetinde O’nun katında değerlidir. Kimin ne kadar takva sahibi olduğunu sadece Allah bilir. (bk. Tevbe 44, Âli İmran 115). Mümin, takva sahibi olmaya çabalar ama takva sahibi olduğunu iddia etmez.
Sevenin en çok korktuğu şey, sevdiğini gücendirmesidir. Bu sebeple sevdiğini kırabilecek hareket ve tavırlar sergilemek şöyle dursun, onun en ufak bir sitemine yol açabilecek bütün davranışlardan sakınır. Temelde kişinin Cenabı Hak karşısındaki duyarlılığını anlatan “takva” teriminin taşıdığı anlam da böyle bir şeydir. Takva, bir bakıma Yüce Allah’ı gücendirebilecek en ufak tavır ve hareketlerden sakınmayı ifade etmektedir.
Mümini en çok korkutan ve endişelendiren husus, Allah’ın rızasına halel getirebilecek herhangi bir davranış içinde bulunmak olduğu için takva, kimi âlimlerce, “Allah’ın emirlerine sarılmak ve yasaklarından uzak durmak; diğer bir ifadeyle kendini günahlardan ve günahlara sürükleyebilecek şeylerden korumak” şeklinde tanımlanmıştır. Kuran’da takvanın üç aşamasına işaret edilmiştir: Birinci aşama, ebedi azaptan kurtuluşu sağlayacak olan şirkten kurtularak iman etmektir. İkinci aşama, büyük günahlardan sakınmak, küçük günahlarda ısrar etmeme ve farzları yerine getirme aşamasıdır. Üçüncü aşama ise, kalbini, Hak’tan alıkoyacak her şeyden uzaklaşmak ve bütün varlığıyla Allah’a yönelmektir.
Takva sahipleri, Allah’a karşı büyük bir duyarlılık içinde bulundukları için, Allah onlara iyiyi kötüden, hakkı batıldan ayıracak öyle bir anlayış ve nur verir ki, artık bu anlayış ve nurla yollarını şaşırmazlar (Enfâl 29). Kişi, bu şekilde takvayı özümsedikçe Allah’a karşı duyarlılığı artar ve manen yükselir. Nihayet gün gelir, Allah’a karşı olan sevgi ve bağlılığı, tüm benliğini sarar. Artık konuşunca Allah için konuşur, susunca da Allah için susar. Böylece Cenab-ı Hakk’ın özel himayesini hak eder. “Allah’a karşı takva sahibi olun ve bilin ki, Allah muttakilerle beraberdir” (Ali İmran 194) mealindeki ayet, bir bakıma bu gerçeğe işaret etmektedir.
Takva, zahiri bir görünüş veya görüntü değildir. Takva, kişinin iç dünyasını imar eden ve inanılmaz derecede güzelleştiren bir ziynettir. Gerek ibadetlerimizde, gerekse diğer eylemlerimizde yaptıklarımıza anlam kazandıran esas öz, takvadır. Kuran-ı Kerim’de kurbanlarla ilgili olarak, “Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat ona sizin takvanız ulaşır…” (Hac 37) buyrulması, bu gerçeği anlatan ilahi mesajlardandır.
Maide suresinin 93’üncü ayetinde; takvanın kişisel, toplumsal ve ilâhî boyutuna ayrı ayrı değinilmiş ve son mertebede imanın yerine Hz. Peygamber’in bir hadisinde açıkladığı ihsana işaret edilmiştir. Kişinin çevresine karşı takvanın gereğini yerine getirmesi, imana dayalı iyi davranışlar sergilemesiyle olur. Hz. Peygamber, “İhsan, Allah’ı görüyormuşçasına kulluk etmendir; çünkü sen O’nu göremesen bile O seni görmektedir” (Buhari) buyurur.
Takva, kul olarak Allah’a karşı bazı sorumluluklarımızın olduğunu bilerek yaşamaktır. Rabbimizin emirlerine itaat edip O’nun hoşnutluğunu kazanmaktır. Rızasını kaybettirecek işlerden kaçınarak O’nun rahmetinin gölgesine sığınmaktır. Takva, Cenâb-ı Hakkın bizlere mükemmel bir örnek ve eşsiz bir rehber olarak gönderdiği Sevgili Peygamberimizin izinden yürümektir. Takva, Rabbimizin azabını gerektirecek işler yapmaktan ve O’nun huzuruna yüzü kara çıkmaktan endişe etmektir. “Ey iman edenler! Allah için takva sahibi olun. Herkes yarın için ne hazırladığına baksın!” (Haşr 18) ayeti gereği, ahiret için bugünden hazırlık yapmaktır.
Takva sahibi bir mümin, kalbini fitne ve fesattan, dilini yalan ve iftiradan, gözünü harama bakmaktan korur. Elini haksızlığa uzatmaz, ayağıyla kötülük yolunda koşmaz. Bile bile günah işlemek bir yana, şüpheli şeylere dahi meyletmez. Zira muttaki bir mümin bilir ki, Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmek, ona dünyada mutluluk, ahirette kurtuluş getirecektir. Takva, Rabbimiz katında bize değer kazandıran yegâne ölçüdür. Çünkü dinimize göre üstünlük ölçüsü mal, mülk, makam, meslek, ırk ve cinsiyet değildir. “Allah katında en değerliniz, en derin takva bilincine sahip olanınızdır” (Hucurat 49) ayeti, bu gerçeğe işaret etmektedir. İman ile şereflenen, takva elbisesine bürünen, tertemiz bir kalbe ve salih amellere sahip olan kişi, insanların en faziletlisidir. İşte Allah, böyle muttaki kimselerle beraberdir. Onların dostudur. Cenneti ve içindeki benzersiz nimetleri de muttakiler için hazırlamıştır. (bk. Nahl 128, Casiye 19, Ra’d 35).
Allah Rasûlü (s.a.s) şöyle buyurur: “Kişi, kalbini tırmalayan, kendisini huzursuz eden şeyleri terk etmedikçe takva makamına ulaşamaz” (Buhari). Kul, takva sâhibi olabilmek için nefsini daima hesaba çekmelidir. Çünkü kalbin en büyük düşmanı olan nefsin şiddetli arzularına direnebilmek ancak takva duygusunun kuvvetlenmesiyle mümkündür. Hz. Yusuf, önüne serilen onca dehşetli câzibelerin aldatmalarına kanmamak için “maazallah” diyerek, tek çarenin yüksek bir takva ile “Allah’a sığınmak” olduğunu ortaya koymuştu.
Ayet-i kerimelerde, Allah katında insanların en üstünün takva sâhibi olduğu ( Hucurât, 13), Allah’ın muttaki kullarını çok sevdiği (Âli İmran 76) ve daima onlarla beraber olduğu (Nahl 128) bildirilmektedir. Muttakilere, genişliği gökler ve yer kadar olan cennetler vaat edilmiştir (Âli İmran 133). Hz. Peygamber de, “Allah’ım! Senden hidayet, takva, iffet ve gönül zenginliği istiyorum” (Müslim) diye dua ederdi.
Allah Teâlâ, Bakara suresinin 3-4’üncü ayetlerinde muttakilerin vasıflarını belirtirken şöyle buyurur: “(Onlar) gayba iman ederler, namazı kılarlar, kendilerine verdiklerimizden hayra harcarlar. Sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler ve ahirete de onlar kesin olarak inanırlar”. Bundan sonra gelen ayette de, muttakilerin doğru yol üzerinde olup kurtuluşa erecekleri müjdelenmektedir: “Rableri tarafından gösterilen doğru yol üzerinde olanlar ancak onlardır ve kurtuluşa erenler de yalnızca onlardır” (Bakara 5).
(Yararlanılan Kaynaklar: TDV İslam Ansiklopedisi, Dr. Ekrem Keleş-Takva, TDV Kuran Yolu Tefsiri, Cuma Hutbesi-Takva, Osman Nuri Topbaş-Faziletler Medeniyeti)
Hazırlayan: Bahtiyar Budak-Emekli Edebiyat Öğretmeni