Diğer Haberler Makaleler 

İSLAM’DA SELAM VE SELAMLAŞMA

Sözlükte “kusursuz olmak, kurtulmak, rahatlamak” anlamındaki selâm; Kuran-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde; “kurtuluş, esenlik, barış” anlamında kullanılır. Kuran’da bazen “tahiyye” kelimesi ve türevleriyle ifade edilen selâm; karşılaşan iki kişiden birinin diğerine “selâmün aleyküm” (selâm sizin üzerinize olsun, Allah sizi her türlü kaza ve belâdan korusun) demesi, diğerinin de buna aynı manada olmak üzere “aleyküm selâm” diye hayır duada bulunmasıdır.

Herkesin birbirine selâm vermesini istediği için yolda karşılaştığı çocuklara da selâm vermeye özen gösteren Resul-i Ekrem (s.a.s.); küçüklerin büyüklere, binekli olanların yayalara, yürüyenlerin oturanlara, arkadan gelenlerin önlerinde gidenlere, iki grup karşılaştığında az olanların çok olanlara selâm vermesini tavsiye eder (Buhari, Müslim). Mescitte kadınlardan oluşan bir cemaat gördüğünde, onlara uzaktan selâm verir; selâm verdiği anlaşılsın diye de eliyle işaret ederdi (Ahmed bin Hanbel-Müsned) Rasûlüllah, sadece yolda karşılaşılan veya başkasının evine misafir giden kimselerin değil; kendi evine girenlerin de evde bulunan anne, baba, eş, çocuk ve akrabasına selâm vermesini emretmiştir (Tirmizi).

“Evlere girdiğinizde, Allah katından mübarek ve güzel bir selâmlama ile kendinize, birbirinize selâm verin” (Nur 61) ayet-i kerimesi; evde kimse olmasa da evine giren kişinin kendi kendine selâm vermesi gerektiği şeklinde yorumlanmıştır (İbn Kesir).

İki grup insan, birbiriyle karşılaştığında içlerinden birinin selâm vermesi, diğer gruptan da bir kişinin verilen selâmı alması yeterli görülmüş; bir meclisten veya birinin yanından ayrılan kişinin ayrılırken de selâm vermesi istenmiştir. Selâm verirken veya alırken eğilmek ise, doğru görülmemiştir. İnsanlar arasında ayırım yapmadan her Müslümana selâm vermek ve verilen selâmı almak bütün Müslümanların görevidir.

Prof. Dr. Bayraktar BAYRAKLI, “Ayetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara de ki: “Selâm size! Rabbiniz kendine, merhamet etmeyi yazdı. Gerçek şu ki, sizden kim bilmeyerek bir kötülük yapar da ardından tövbe edip kendisini düzeltirse, bilsin ki Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir” (Enam 54) ayetini delil göstererek şöyle der: “Emri veren Allah, emri alan da Hz. Peygamber’dir. Demek ki, selamı Peygamber koymamıştır; bu Allah’ın bir emridir. Ayette, oturan birinin de gelen insanlara selam verebileceği görülmektedir.”

Bu ayet-i kerimeyi, İmam Taberi şöyle açıklar: “Ey Resulüm, sana, ayetlerimize iman edip, delillerimizi kabul edenler gelir de, daha önce işlemiş oldukları günahları hususunda senin yol göstermeni isterlerse, sakın onları ümitsizliğe düşürme. Ve onlara de ki: “Allah’ın selamı sizin üzerinize olsun. Rabbiniz, yarattıklarına karşı merhametli davranmayı kendisine yazmıştır. Sizden kim günah işler, sonra da günahından tövbe edip amellerini düzeltirse şüphesiz ki Allah, tövbe edenleri affeden ve kullarına merhametli davranandır.” Kurtubî Tefsirinde ise şöyle denir: “Bu ayet, Hz. Peygamber’in kendilerini kovması yasaklanan kimseler hakkında inmiştir. O bakımdan Hz. Peygamber bunları gördü mü, öncelikle kendisi onlara selam verir ve “Ümmetimin arasında önce benim kendilerine selâm vermemi emrettiği kimseler kılan Allah’a hamd olsun” derdi. 

Selâm kelimesi, “dünya ve ahiret sıkıntılarından kurtulmak ve esenliğe kavuşmak” anlamına da gelmektedir. Böylece müminler selâmlaşırken, birbirlerinin dünya ve ahiret mutluluğunu istemektedirler. Bu dünyada müminlerin birbirlerine verdiği selâmın ahirette de geçerli olacağı, hatta Allah ve melekler tarafından kendilerine selâm verileceği ayetlerden anlaşılmaktadır. (bk. Yasin 58, Râd 23-24). Erkeğin kendi hanımına, mahremlerinden bir kadına, haklarında fitne korkusu bulunmayan yabancı bir kadına/kadınlara selâm vermesinde bir sakınca yoktur.

“Size bir selâm verildiğinde ya daha güzeli ile veya dengi ile karşılık verin. Allah, her şeyin hesabını tutmaktadır” (Nisa 86). Aracılık için birisine başvuranlar, işe selâm ile başlayacaklardır. Müminler karşılaştıklarında selâmlaşacak, karşılıklı olarak iyi dilekte bulunacaklardır. Her kültürde selâmlaşma âdeti ve bu âdetin gerektirdiği usul ve adap vardır. İslâm dini getirdiği eşitlik ve fazilet anlayışına uygun olarak bir selâmlaşma adabı oluşturdu. Sünnet ve örf bunun verilişini “esselâmü aleyküm” veya “selâmün aleyküm”, alınışını da “aleykümüsselâm”, “aleykümselâm”, “ve aleykümüsselâm ve rahmetüllah ve berekâtühü” şeklinde belirledi. Bir Müslümanın bir veya daha fazla Müslümanla karşılaştığı, bir araya geldiği zaman selâm vermesi sünnettir, bu selâmı birisi verince diğerlerinin onu alması farzdır. Bir kişinin verdiği selâmı topluluktan birinin almasıyla vazifenin yerine gelmiş olup olmayacağı konusu tartışılmıştır. Ebu Hanife’ye göre topluluktan her birinin selâmı alması gerekir. Gayrimüslimlere de, müminlere verilen selâmın verilebileceğini ileri süren âlimler bulunmasına rağmen; ekseriyete göre onlara bir mümin böyle selâm vermez: Onlar verirlerse “ve aleyküm” (size de olsun) şeklinde mukabele edilir.

“Selâmı vermek sünnet, almak farz ise; neden selam vermek selam almaktan daha faziletlidir?” gibi bir soru akla gelebilir. “Kim güzel bir işe aracılık ederse ondan kendisi için bir nasip olur; kim de kötü bir işe aracılık ederse onun da buna denk bir payı olur…” (Nisa 85)” ayet-i kerimesi gereğince; selam veren kimse alanın da sevabına ortak olur. Çünkü onun selam almasına ve sevap kazanmasına sebep olan kimse, selamı verendir. Bu açıdan selam vermek selam almaktan daha faziletli olabilir. Aynı şekilde Kuran okumak sünnet, dinlemek farzdır. Ancak dinleyene sebep olan okuyandır. Bu açıdan da okuyanın fazileti daha fazla olabilir. Ancak her amelde olduğu gibi, sevap ve faziletin asıl ölçüsü ihlaslı ameldir. İhlasla yapılan bir amel, ihlassız yapılan binlerce amelden daha üstündür.

Allah’ın Elçisi’ne, ömürde bir kez olsun salat ve selam etmek farzdır. Bazı âlimlere göre O’nun ismi her anıldıkça salat ve selam getirmek, bazılarına göre de O’nun ismi anıldığı zaman sadece bir kere salat ve selam getirmek yeterlidir. Her adı anıldıkça salat ve selam gerekmez. Duaların başında ve sonunda da O’na salat ve selam getirilmelidir (İbn Kesir Tefsiri). Bunlardan en uygunu orta görüştür; yani O’nun adının anıldığı mecliste sadece bir kere salat ve selam getirmek gerekir. Yazılacak dini kitaplarda da O’nun adı her geçtikte, salat ve selam işareti koymak veya bunu açıkça yazmak zorunlu değildir. Her bölümde O’nun adının geçtiği ilk yerde, bu işareti koymak yeterlidir.

Dinimiz Müslümanları kardeş ilan etmiş, kardeşlik bilincinin yerleşip devam etmesi için de onlara bazı görevler yüklemiştir. Bu görevlerden biri de selamlaşmaktır. Hz. Peygamber (s.a.s.), “Amellerin hangisi daha hayırlıdır” diye soran kimseye “Yemek yedirmen, tanıdığına ve tanımadığına selam vermendir” (Buhari) buyurmuştur. Selamı teşvik eden bir başka hadis-i şerif de şöyledir: “Siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de gerçek anlamda iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi sevebileceğiniz bir şeyi söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız” (Müslim).

İki Müslüman karşılaştığında söze başlamadan önce selamlaşmalıdır. “Selam, konuşmadan önce gelir” (Tirmizi) buyuran Allah Rasûlü, “Biriniz bir meclise vardığında selâm versin. Oturduğu meclisten kalkmak istediği zaman da selâm versin. Önce verdiği selâm, sonraki selâmından daha üstün değildir” (Ebu Davud, Tirmizi) buyurmuştur.

Hz. Ayşe şöyle dedi: Rasûlüllah bana: “Şu zât Cibril’dir, sana selâm ediyor” buyurdu. Ben de: “Ve aleyhisselam ve rahmetüllahi ve berekâtühü” dedim” (Buhari). Üçüncü şahıs ya da şahısların selamını alırken aleyhisselam (selam onun üzerine olsun) veya aleyhimüsselam (selam onların üzerine olsun) demek gerekirse de; bazıları bunu uygun görmemişlerdir. Çünkü bu ifadeler, genellikle peygamber veya peygamberler için söylenir. Kavram karışıklığına sebep olmamak ve sadece selamı gönderene değil; selamı getirene de, müminin yanındaki meleklere de selam vermek için “ve aleyküm selam” (selam sizin üzerine olsun) demenin daha uygun olacağı söylenmiştir. Gönderilen selamı yerine ulaştırmanın vacip olduğu söylenir. Ancak selamı gönderene “aleyküm selam” diye karşılık verirse, selamı ulaştırmanın zorunluluğu da ortadan kalkmış olur.

Gayrimüslimlere, içki içenlere, kumar oynayanlara, gıybet edenlere, açıktan günah işleyenlere, kadın ve kızlara bakanlara, yabancı kızlara ve genç kadınlara selâm verilmez. Şu kimselere de yalnız o halde iken selam verilmez: Namaz kılanlara, hutbe okuyan ve hutbeyi dinleyenlere, Kuran-ı Kerîm okuyan ve dinleyenlere, vaaz eden ve dinleyenlere, ders veren ve alanlara, eşleri ile meşgul olanlara, avret yeri açık olanlara, abdest bozmakta olanlara, yemek yemekte olanlara… Namaz kılanlar, hutbe okuyan ve hutbeyi dinleyenler hâriç, diğerlerine selâm verilirse, alma mecburiyeti yoksa da selâmı almaları iyi olur.

Kâinattaki bütün varlıklar arasında bir selamın varlığı söz konusudur. Nitekim cansızlar, bitkiler ve hayvanlar, selam diliyle kâinat düzenini oluşturduğu anlaşılmaktadır. Yüce Allah, Kadir gecesini her türlü anarşi ve karmaşadan, maddi ve manevi sıkıntıdan uzak bir zaman dilimi olarak ilan ederken, “selam” kelimesini kullanmaktadır. (bk. Kadir 5). Allah, ateşe, ilahî iradeye ram olması ve İbrahim’i yakmaması için emir verirken onu selama çağırmış ve “Ey ateş! İbrahim için serinlik ve selam ol!” (Enbiya 69) buyurmuştur.

Allah’ın güzel isimlerinden (esma-i hüsnâ) biri olan Selam; “kullarını her türlü tehlikelerden selamete çıkaran, cennetteki bahtiyar kullarına selam eden” manasına gelir. Selam vermek; verilene selamet ve esenlik duasında bulunmak ve Allah’ın “Selâm” isminin onda tecelli etmesini dilemek demektir. Mümin, namaz kılarken bile herkesi selamlamaktadır. Namazda, “Ettehıyyatü” duasını okuyarak; Hz. Peygamberi, kendisini ve salih kulları selamlar. (Esselâmü aleyke eyyühe’n-nebiyyü ve rahmetüllahi ve berekâtühü = Selam olsun sana ey Peygamber! Allah’ın rahmet ve bereketi senin üzerine olsun. Esselâmü aleynâ ve ala ıbadillahi’s-salihin = Selam olsun bizlere ve Allah’ın tüm iyi kullarına).

Namaz sonunda selam vererek sağ ve sol taraftaki melekler ile Müslüman insanlar ve cinler selamlanır. (Esselâmü aleyküm ve rahmetüllah = Allah’ın rahmeti sizin üzerinize olsun). Bazı âlimlere göre, namazda selam vereceğimiz melekler, amellerimizi yazan Hafaza melekleridir. Buna göre, bu meleklere selam vermek, onları rahatsız edecek günahlardan uzak kalacağımıza dair söz vermek manasına gelir. Kim bilir, belki de namazların sonunda verdiğimiz selamın karşılığını; cennet kapısındaki melekler, “Sizlere selam olsun, hoş geldiniz, ebedi kalmak üzere girin cennete” (Zümer 73) mealindeki ayette ifade edilen selamla vereceklerdir.

Rasûlüllah (s.a.s), selâm verip namazdan çıkınca, üç defa istiğfar eder ve “Allahümme ente’s-selâm ve minke’s-selâm tebârakte ya zel-celâli vel-ikrâm” (Allah’ım selâm sensin. Selâmet ve esenlik sendendir. Ey azamet ve kerem sahibi Allah’ım, sen hayır ve bereketi çok olansın) derdi. (Müslim, Ebu Davud, Tirmizi).

       (Yararlanılan Kaynaklar: TDV Kuran Yolu Tefsiri, TDV İslam Ansiklopedisi, İslam ve İhsan-Üsve-i Hasene, Sorularla İslamiyet, Prof. Dr. Süleyman Ateş-Peygambere Salat ve Selam, Din İşleri Yüksek Kurulu, Prof. Dr. Ramazan Ayvalı-Selam Kimlere Verilir, Kimlere Verilmez)

       Hazırlayan: Bahtiyar Budak-Emekli Edebiyat Öğretmeni

En son Haberler