MEZHEP GERÇEĞİ 1
MEZHEP DİN DEĞİL, DİNİN YORUMUDUR
Sözlükte “gidilen yol, çığır, benimsenen görüş” gibi anlamlara gelen mezhep; âlimlerin kendi anlayış, görüş, yorum ve içtihatlarına uygun olarak benimsedikleri bir yoldur. Türkçemizde bugün mezhep anlamında “ekol” sözcüğü de kullanılmaktadır.
Mezhep; dinî bir hüküm vermenin kuralını, çerçevesini ve sistemini ifade eder. Hz. Peygamber (s.a.s.) döneminde, sahabe karşılaştığı problemleri kendisine arz ediyor ve meselenin çözümünü O’ndan öğreniyorlardı. Bu nedenle o dönem için, bugünkü manada mezhep söz konusu değildi. Bunun yanında sahabiler arasında Kuran ve sünnetten hüküm çıkarma ehliyetine sahip kişiler de vardı.
Allah Rasûlü, Muâz’ı Yemen’e vali olarak gönderirken; ona birtakım tavsiyelerde bulunduktan sonra, önüne bir dava geldiğinde nasıl hükmedeceğini sordu. Muâz, önce Kuran’a bakacağını, aradığı hükmü orada bulamazsa sünnete başvuracağını, orada da bulamazsa Kuran ve sünnet ışığında kendisinin içtihat edeceğini söyledi. Efendimiz, onun bu hareket tarzını onayladı ve Allah’a hamd etti. (bk. Buhari)
Sahabe döneminden sonra, içtihat faaliyetleri artarak devam etti. Hicri ikinci asır ile üçüncü asrın ilk yarısı fıkıh alanında en büyük müçtehitlerin ortaya çıktığı yüz elli yıllık verimli bir süredir. Bu dönemde çok sayıda müçtehit âlim yetişmiştir. Bunlardan dört büyük müçtehidin görüşleri, ekol haline gelmiş, öğrenciler yetiştirilmiş ve içtihatları yetiştirdikleri öğrenciler tarafından yazılarak hayata geçirilmiştir.
“Mezhep kurucusu” olarak bilinen bu imamlar, vefat ettikten sonra onların öğrencileri, sevenleri onların fikirlerini bir araya getirip benimsemiş ve mezhepleşmesini sağlamışlardır. İşte bu tercih ve taraftarlık sebebiyle zamanla “gidilen yol” manasına gelen mezhepler ortaya çıkmıştır
Mezhepler bir çeşit içtihat okullarıdır. Bir konuda kişisel görüş belirtme, kanaat getirmeye içtihat; içtihat edenlere de müçtehit denir. Âlimler, kapalı olan dini meseleleri kendi çabaları sonucunda bir çözüme kavuşturmak üzere içtihat etmişlerdir. Mesela Ebu Hanîfe, Kuran ve akıl yolunu üstün tutarken; daha sonra gelen İmam Şafii, Kuran’ın yanında hadis rivayetlerini de esas almıştır.
İçtihat, ancak gerekli şartları taşıyan bir âlim tarafından yapılabilir. Böyle bir âlimin bütün gücünü harcayarak ulaştığı hüküm, kesin bilgiyi değil, kuvvetli ihtimali ifade eder. Kuran-ı Kerim ve sünnette, haklarında açık ve kesin hüküm bulunan konular ile üzerinde ittifak edilen (icma) meseleler içtihada kapalıdır.
Buhari’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır: “Hâkim, hüküm verirken içtihatta bulunur da isabetli hüküm verirse iki; yanılırsa bir sevap kazanır.” Bu sözde içtihadın önemine vurgu yapılmaktadır. Şunu da belirtelim ki, her içtihat, herkes tarafından benimsenmeyebilir; ancak herkesin içtihatlara saygılı olması gerekir.
Mezhepler din değildir, dinin yorumlarıdır. Rasûlüllah’ın mezhebi yoktu, sahabenin mezhebi yoktu. Onlar sadece Müslüman idiler. Zaten dinin temel kaynağı olan Kuran ve hadisten hüküm çıkarabilecek uzmanlığa sahip kişilerin, herhangi bir mezhebe tabi olmaları da gerekmez. Çünkü onlar araştırabilir, Kuran ve hadisin anlatımlarına göre dinini uygulayabilirler. Böyle bir uzmanlığa sahip olmayanlar ise, müçtehitlerden birine uyarak, dini hükümleri uygulamaya çalışırlar.
(Yararlanılan Kaynaklar: O. Nuri Topbaş-Mezhepler Nasıl Ortaya Çıktı? Prof. Dr. Faruk Beşer-Mezhep Gerçeği, Prof. Dr. Süleyman Ateş-Mezhepler Din Değildir, Prof. Dr. İlyas Üzüm-Din-Mezhep İlişkisi)
Hazırlayan: Bahtiyar Budak–Emekli Edebiyat Öğretmeni