EFAL-İ MÜKELLEFÎN
Kelime anlamı olarak “mükelleflerin fiilleri” anlamına gelen efâl-i mükellefin, dini bir terim olarak; mükellefiyet çağına giren, yani buluğ olan her akıllı Müslümanın uygulaması gereken fiiller demektir. Bunlar sekiz tane olup beşi yapılması, üçü yapılmaması istenen vazifelerdir. Yapılması istenen fiillere “emir”, terki istenenlere de “nehiy” adı verilir.
Mükellef, “yükümlülük sahibi kişi” demektir. Dini emir ve yasaklara muhatap olan akıllı ve ergen Müslümanı ifade eder. Kendi iradesiyle serbest hareket edebilecek yaşa gelen kimselerin konuşmalarıyla iş, amel ve davranışları İslâm nazarında belirli hükümlere bağlanmıştır. Fıkıh kaynaklarında “efâl-i mükellefin” denilen bu fiiller şunlardır:
1- Farz: Yapılması açıkça ve kesin olarak bildirilen dinin emirlerine farz denir. Farzları terk etmek haramdır, yani büyük günahtır. Farzlar iki çeşittir:
a) Farz-ı Ayn: Her Müslümanın bizzat kendisinin yapması lazım olan farzlardır. İman etmek, beş vakit namaz kılmak, Ramazan ayında oruç tutmak, zengin ise zekât vermek ve hacca gitmek, namaz kılacak kadar Kuran öğrenmek gibi farzlar bu gruba girer.
b) Farz-ı Kifâye: Müslümanların tümüne farz olduğu halde, bir kişi veya bir grubun yapması ile diğerlerinin sorumluluktan kurtulduğu farzlardır. Verilen selamı almak, cenazeyi yıkamak, cenaze namazı kılmak, savaşa gitmek, Kuran’ın tamamını ezberlemek, dini ilimlerde ve toplumun ihtiyaç duyduğu diğer bilim dallarını öğrenmek gibi farzlar bu gruba girer. Bu görevleri yerine getirenler, bunun sevabını alırlar.
2- Vacip: Yapılması kesin olan emirlerdir. Bunların delilleri farz gibi açık ve kesin değildir. Vitir namazını ve Bayram namazlarını kılmak, zengin olunca kurban kesmek, sadaka-i fıtr vermek vaciptir. Vacibi terk etmek, tahrimen mekruhtur. Vacip olduğuna inanmayan kâfir olmaz; fakat yapmayan azaba layık olur.
3- Sünnet: Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) yapılmasını övdüğü yahut devam üzere kendisinin yaptığı veyahut yapılırken görüp de mani olmadığı şeylere “Sünnet” denir. Sünneti beğenmemek küfürdür. Beğenip de yapmayana azap olmaz. Sünnet iki çeşittir:
a) Müekked Sünnet: Peygamber Efendimizin devamlı yaptıkları, pek az terk ettikleri kuvvetli sünnetlerdir. Sabah namazının sünneti, öğlenin ilk ve son sünnetleri, akşam namazının sünneti, yatsı namazının son iki rekât sünneti böyledir. Bu sünnetler, asla özürsüz terk olunmaz.
b) Gayri Müekked Sünnet: Peygamber Efendimiz’in, ibadet maksadı ile ara sıra yaptıkları sünnetlerdir. İkindi ve yatsı namazlarının dört rekâtlı ilk sünnetleri böyledir. Bunlar zamanla terk olunursa, bir şey lazım gelmez.
4- Müstehap: Peygamber Efendimiz’in sevdiği ve beğendiği hususlardır. Doğan çocuk için akîka hayvanı kesmek, güzel giyinmek, güzel koku sürünmek müstehaptır. Bunları yapana sevap verilir, yapmayan günaha girmez.
5- Mubah: Yapılması emredilmeyen ama yasak da edilmeyen şeylere mubah denir. İyi niyetle işlenmesinde sevap, kötü niyetle işlenmesinde azap vardır. Uyumak, helalinden çeşitli şeyler yiyip içmek, helalinden çeşitli elbiseler giyinmek gibi işler, mubahtır. Bunlar, İslamiyet’e uymak, emirlere sarılmak niyetiyle yapılırsa sevap olur. Sıhhatli olmak ve ibadet yapmaya niyet ederek, yemek içmek de böyledir.
6- Haram: Dinimizde “yapmayınız” diye açıkça yasak edilen şeylerdir. Haramların yapılması ve kullanılması kesinlikle yasaklanmıştır. Haram olan şeyleri terk etmek, onlardan sakınmak farzdır ve çok sevaptır. Haram iki çeşittir:
a) Liaynihî Haram: Yapısında bulunan bir kötülük ve zarardan dolayı yasaklanmış olan şeye denir. Ölü hayvan eti yemek, şarap içmek, kumar oynamak, zina etmek, hırsızlık yapmak, haksız yere adam öldürmek, domuz eti, kan ve leş yemek gibi şeyler haramdır ve bunları yapmak günahtır.
b) Ligayrihî Haram: Yapısında haramlık bulunmayan; fakat başka bir sebepten dolayı haram olan şeye denir. Başkasının malını haksız yere yemek ve Cuma namazı vaktinde ezan okunurken alışveriş yapmak gibi. Başkasına ait olan bir elmayı yememizin haram olması o elmanın yapısından değil, elma sahibinin onu yememiz için bize izin vermemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Cuma vaktinde ezan okunurken yapılan alışveriş, başka zamanlarda yapılan alışverişlerden farklı bir yapıya sahip olduğu için değil; Allah Teâlâ’nın, o saatte alım satımı yasaklamış olmasından dolayı haramdır. Haramlardan kaçınmak, ibadet yapmaktan daha çok sevaptır. Onun için nelerin haram olduğunu öğrenip onlardan kaçınmak gerekir.
7- Mekruh: Dinde, kesin olarak yasaklanmamış olmakla birlikte yapılmaması istenen şeylerdir. Mekruh bir fiilin işlenmesi fakihlerin çoğunluğuna göre cezayı gerektirmez; fakat kınanan, yani Müslümana yakışmayan bir davranış sayılır. Bu tür fiilleri Allah rızası için terk eden kimse övgüye lâyık olur. Hanefî fakihleri mekruhu “tahrimen” ve “tenzihen” olmak üzere iki kısma ayırmışlardır:
a) Tahrimen Mekruh: Harama yakın olan mekruhlardır. Bunları yapmak azabı gerektirir. Güneş doğarken veya tam tepede iken ya da batarken namaz kılmak gibi… Bunları kasıtla işleyen asi ve günahkâr olur. Namazda vacipleri terk edenin, tahrimen mekruhları işleyenin, o namazı iade etmesi vaciptir. Eğer unutarak işlerse, sehiv (unutma) secdesi gerekir.
b) Tenzihen Mekruh: Helale yakın olan mekruhlardır. Yapan kişiye, helal denmesi mümkün değildir. Yapan kişiye günah yoktur ve yapmayan kişiye de sevap verilmez. Tenzihen mekruh daha çok zor zamanlarda yaşanan ve yapılan davranışlardır. Soğan veya sarımsak yedikten sonra camiye gitmek veya bir topluma girmek, akşam namazı kılmadan önce nafile namazını kılmak, mazeretsiz olarak gayri müekked sünnetleri terk etmek gibi.
8- Müfsit: Dinimizde, meşru olan bir işi veya başlanmış olan bir ibadeti bozan şeylerdir. İmanı ve namazı, nikâhı ve haccı, zekâtı, alış ve satışı bozmak gibi. Mesela, dine imana sövmek küfür olup, imanı bozar. Namazda gülmek, abdesti ve namazı bozar. Oruçlu iken bilerek yemek-içmek orucu bozar.
Farzları, vacipleri ve sünnetleri yapana ve haramdan, mekruhtan sakınana sevap verilir. Haramları, mekruhları yapan ve farzları, vacipleri yapmayana günah yazılır. Bir haramdan sakınmanın sevabı, bir farzı yapmanın sevabından kat kat çoktur. Bir farzın sevabı, bir mekruhtan sakınmanın sevabından çoktur. Mekruhtan sakınmanın sevabı da, sünnetin sevabından çoktur.
(Yararlanılan Kaynak: Dinimiz İslam-Efâl-i Mükellefin)
Hazırlayan: Bahtiyar Budak-Emekli Edebiyat Öğretmeni