DÜRÜSTLÜK
Dürüstlük, müminin en önemli ve en belirgin özelliğidir. Allah’ın varlığına ve birliğine inanan her mümin, dürüst olmak zorundadır. Zaten “mümin” kelimesinin içinde bu mana mevcuttur. Dolayısıyla kendisine güvenilmeyen ve dürüst olmayan bir mümin düşünülemez. Zira bu kelimenin bir anlamı da, “güven veren” demektir. Güvenilmezlik, münafıkların bir özelliğidir. Dürüst kişinin özü ile sözü bir olur, olanı olduğu gibi yansıtır ve gerçeği saklamaz. Bildiğinden, inandığından ve olduğundan başka türlü görünmeye çalışmaz.
Kuran-ı Kerim’de “sıdk” kelimesinin yanında “hak, istikamet, birr, hidayet” gibi kelimeler de doğruluk ve dürüstlük anlamında kullanılmıştır. Dürüstlük ve doğruluğun en yalın şekli doğru sözlü olmaktır. Hz. Peygamber (s.a.s), doğru sözlülüğün önemini vurgularken, yalan konuşmaktan da sakınmayı özenle dile getirmiş ve yalanı, münafıklığın alâmetleri arasında zikretmiştir. (bk. Buhari, Müslim).
İslâmiyet’te hem kalbin, hem de kalıbın doğruluğu istenmektedir. Kalbi doğru olan kimsenin dili de doğru olur. Zira dil, kalbin tercümanıdır, kalpteki güzellik dile yansır. Efendimiz, dosdoğru olmayı emir buyurduktan sonra, öğüt isteyen sahabeye, dilini korumasını tavsiye etmiş ve şöyle buyurmuştur: “Bir kişinin kalbi dosdoğru olmadıkça, imanı; dili dosdoğru olmadıkça da kalbi dosdoğru hale gelmez” (Ahmed bin Hanbel-Müsned). Rehber ve örnek olarak gönderilen Hz. Peygamber, doğruluk ve dürüstlük timsali idi. Bir başka deyişle O, olduğu gibi göründü veya göründüğü gibi oldu. O’nun söyledikleri ile yaptıkları arasında bir farklılık yoktu. Hayatı boyunca insanları doğruya ve doğruluğa, dürüstlük ve samimiyete sevk etmeye gayret gösterdi.
Fatiha suresinin 6’ıncı ayetinde “Bizi dosdoğru yola ilet!” diye ifade edilen yol, en geniş anlamıyla Kuran’ın çizdiği yol ve bu doğrultuda yaşayan peygamberlerin, sıddıkların, şehitlerin ve salihlerin yoludur. Doğru ve dürüst olabilmek için, doğru olanlarla beraber olmak gerekir. (bk. Tevbe 119). Dünya hayatında doğrularla beraber olmak, ebedi olan cenneti kazandırır ve cennette onlarla beraber olmayı sağlar. Hz. Peygamber, “Doğruluktan ayrılmayınız! Doğruluk insanı, Allah’ı razı edecek iyiliğe götürür. İyilik de insanı cennete götürür. Kişi doğru söyler ve doğruyu ararsa, Allah katında doğru olanlardan yazılır. Yalandan sakınınız! Yalan insanı günaha, o da cehenneme götürür. Kişi yalan söyler ve yalana devam ederse, Allah katında yalancılardan yazılır” (Buhari, Müslim).
İslam, güvenme ile başlamış, öyle yayılmış ve öyle devam etmiştir. Allah’ın isimlerinden biri olan “el-Mümin”; “kendine inananı güvende kılan, güvenin kaynağı” demektir. Rasulüllah önce “emin” kılınmış, ondan sonra peygamber olmuştur. Her aldatma, imandan bir parçanın gitmesine ve devamı halinde de, kulun bir gün münafık ya da münkir olmasına sebep olmaktadır. Bizim inancımızda hayvanı dahi aldatma yoktur. Çocuğa bir şeyi gösterip vermeme bir aldatmadır ve “bizi aldatan, bizden değildir” (Müslim). Eğer dünyada da ahirette de şerefli, onurlu ve mutlu yaşamak istiyorsak, yalandan ve aldatmadan kendimizi kurtarmalıyız. Efendimiz’in ifadesiyle “şaka ile dahi olsa yalan söylememeliyiz” (Tirmizi). Yoksa dünyada zelil, ahirette rezil oluruz.
Peygamber Efendimiz’in saçlarının ağardığını gören Hz. Ömer; bunu O’na hatırlatınca, o kutlu Nebi arkadaşına şöyle demişti: “Beni Hûd suresi ve kardeşleri (Vakıa, Hakka, Mürselat, Nebe, Tekvir, Ğâşiye) ihtiyarlattı.” Bu surelerde; gerçekleri yalanlayan, Allah’a ve elçilerine başkaldıran geçmiş kavimlerin, nasıl helak edildiklerini; kıyametin dehşetli anlarını, diriliş ve hesap günü ile cennet ve cehennemi tasvir eden ayetler yer almaktadır. Sahabenin önde gelen ilim adamlarından İbn Abbas, Peygamberimiz’e “Emrolunduğun üzere dosdoğru ol…” (Hûd 112) ayetinden daha zorlu bir ayet inmediğini, bu yüzden Peygamberimiz’in “Beni Hûd suresi ihtiyarlattı” dediğini (Tirmizi) bildirmiştir.
İslâm dininin özünü teşkil eden doğruluktan ayrılıp yalana yönelen kimseler, ayet ve hadislerde ikaz edilerek azapla uyarılmış; doğruluk üzere bulunanlar ise, cennetle müjdelenerek övülmüşlerdir. Peygamberimiz, “Sizden biriniz bir kötülük gördüğünde, gücü yeterse onu eliyle değiştirsin; buna gücü yetmiyorsa, diliyle değiştirsin; buna da gücü yetmezse kalbi ile değiştirsin ki, bu imanın en zayıf derecesidir” (Ebu Davud) buyurarak bir kötülük ve yanlışlık karşısında nasıl davranacağımızı ortaya koymuştur. Bunun tersine bir davranış göstererek, doğruluktan ayrılanlara destek olmak ve haksızlık karşısında susmak, dinî bakımdan doğru bir davranış değildir. Zira haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır. Müslüman, dilsiz şeytan durumuna düşmemek için haksızlığın ve haksızların karşısında susmaz; Allah’ın “Doğrularla beraber olun” (Tevbe 119) emrini dikkate alarak haktan, hakikatten ayrılmaz ve ayet-i kerime gereğince doğrularla beraber olur.
Hz. Peygamber’in İslamiyet’e davet ettiğini duyanlar, ilk önce O’nun dürüst olup olmadığını sormuşlardı. Her zaman dürüst olduğunu, şimdiye kadar hiç kimseyi aldatmadığını ve yalan konuşmadığını öğrenenler, şu değerlendirmeyi yapmışlardı: “İnsanlara karşı dürüst olan bir kimse, Allah’a karşı niçin dürüst olmasın!” (Buhari). Hz. Peygamber’in terbiyesinden geçmiş olan arkadaşları da, asla doğruluktan ayrılmazlardı. Herkesin dürüst olduğu bir toplumda; bir kişi, doğruluktan ayrılıp yalan söylese, hemen bilinirdi. Bu kimse kendini düzeltmedikçe ve yalan söylemeyi terk etmedikçe, ona sohbet ve toplantılarında yer vermezler ve hiç iltifat etmezlerdi.
Bir insan, nasıl ki tertemiz bir Müslüman olarak dünyaya geliyorsa; öyle yaşamalı, o güzelliğini muhafaza etmeli ve öylece ölmelidir. İslâm’da, emrolunduğu gibi hayat sürmek, “Müslümanım” demek en büyük şereftir. Müslümanın sözü gibi, özü de doğru olmalı; kötü duygu ve düşüncelerden arınmış bulunmalıdır. Sözü ve özü doğru olunca, işi de doğru olacaktır. Kuran-ı Kerim’de Yüce Allah, kendisini “sıdk sahibi” olarak tanıtmaktadır. (mesela bk. Nisa 87, 122). Allah’ın bildirdiklerini bize getiren peygamberlerin tamamı da sadık kimselerdi. Sıdk sahibi olan Allah’a ve “el-emin” olan peygamberine iman edenlerin de, ayette belirtildiği gibi (Zümer 33) dürüst olmaları gerekir. Toplumumuzda kullanılan “Sadık, Sıddık” gibi isimler, bu konuya gösterilen hassasiyeti yansıtmaktadır.
(Yararlanılan Kaynaklar: Siraceddin Önlüer–İslâm ve Hayat, Prof. Dr. Faruk Beşer-Dürüst Olalım, Prof. Dr. Ali AKPINAR-Beni Hûd Suresi ve Kardeşleri İhtiyarlattı, Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı Dr. Medet Coşkun–Emrolunduğun Gibi Dosdoğru Ol)
Hazırlayan: Bahtiyar Budak-Emekli Edebiyat Öğretmeni