İSLAM’DA KADIN
İnsanlık tarihinde kadınlar hep ezilmiştir. Bunun en büyük nedeni, kadının yaratılış konusudur. Bu düşünceye göre, önce Âdem yaratılmış, onun eğe kemiğinden de Havva yaratılmıştır. Böylece kadın, erkekten yaratıldığı için, erkeğe tâbi olmak zorundadır
Hâlbuki Allahü Teâlâ, Âdem ile Havva’yı bağımsız olarak tek bir cevherden yarattığını bildirmektedir: “Ey insanlar! Sizi bir tek cevherden (nefisten) yaratan, ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkek ve kadın üretip yayan Rabbinizden sakınınız…” (Nisâ 1) Bu konudaki farklı düşünceler, ayetin farklı yorumlanmasından kaynaklanmıştır. Ayetin orijinal metni incelendiğinde, ayetteki “ondan” ifadesi, dişi zamiri olarak kullanıldığı görülür. Eğer, kastedilen Âdem olsaydı, erkeklik zamirinin kullanılması gerekirdi. Sonuç olarak Allah, her ikisini de tek bir cevherden yaratmıştır. Yani Hz. Âdem hangi cevherden yaratılmışsa, Hz. Havva da o cevherden yaratılmıştır. Demek ki insan, kendi parçasıyla evlenmemiştir.
Yine, tarih boyunca kadının yarı şeytan olduğuna inananlar olmuştur. Bunun nedeni de, şeytanın önce Havva’yı kandırıp ona meyveden yedirmesi; onun da kocasını kandırarak yedirdiği için cennetten çıkarılmalarıdır. Dolayısıyla insanın cennetten çıkarılma sebebinin kadın olduğuna inanılmıştır. Bizlere hep böyle anlatıldı ve bu
anlayış hâlâ kitaplarda yer almaktadır. Hâlbuki Kuran-ı Kerim’e göre, şeytan ilk vesveseyi Havva’ya değil, Âdem’e vermiştir: “Derken, şeytan şöyle diyerek onun kafasını karıştırdı: “Ey Âdem! Sana sonsuzluk ağacının ve son bulmayacak bir hükümranlığın yolunu göstereyim mi?” (Ta-Ha 120). Ayete göre ilk vesvese Âdem’e verilmiştir. Bu ayette Havva yok, dolayısıyla ona iftira ediliyor. Şeytan, Âdem’e ebedilik tutkusuyla yaklaşarak, ağaçtan yediği takdirde, orada ebedi kalacağını söylüyor.
Bunu söylerken Havva da geldi; bu sefer ikisine de vesvese verdi. Ayet-i kerimede şöyle buyrulur: “Nihayet ikisi de o ağaçtan yediler. Bunun üzerine mahrem yerleri kendilerine göründü; üstlerini cennet yaprağıyla örtmeye çalıştılar. Böylece Âdem, Rabbine karşı gelmiş ve yolunu şaşırmıştı” (Ta-Ha 121). Ayetten anlaşılacağı üzere, önce Havva yiyip sonra kocasına yedirmemiştir. Biz hep kadınlara iftira etmişiz. İşte kadına atılan ikinci iftira da budur. Birinci iftira, onun yaradılışı konusunda; ikinci iftira ise, yasak ağaçtan yemesi konusundadır.
Kuran’da olmadığı halde sahte Tevrat’ta anlatılan bu hurafeler, Arapların hayatını kaplamıştır. Peygamberimizin yaşadığı dönemde, Arapların kadınlara karşı olumsuz tavırlarının ve yanlış tutumlarının, kız çocuklarını canlı canlı toprağa gömmelerinin sebebi buradan kaynaklanmaktadır.
Şu ayetlere de bakalım: “Onlar, kızların Allah’a ait olduğunu iddia ediyorlar. Hâşâ! Allah bundan uzaktır. Beğendikleri de kendilerinin oluyor. Onlardan birine kız olduğu müjdelendiği zaman, öfkesini yutkunarak yüzü kapkara olur. Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. Onu, aşağılık duygusu içinde yanında mı tutsun, yoksa toprağa mı gömsün! Bakınız ki verdikleri hüküm ne kadar kötüdür!” (Nahl 57-59). Ayetlere göre; cahiliyet Arapları, erkek çocuklarının kendilerinin, kız çocuklarının ise Allah’ın olduğunu söylüyorlar. Erkekleri çok sevdikleri hâlde, kızları istemiyorlar. Onların bu çirkin âdetleri, maalesef Müslüman toplumları da etkisi altına almıştır. Ayette, çocuğu kız olunca, babanın utancından yüzünün aldığı durum ve toplumdan kaçarken de neler düşündüğü bile anlatılıyor. Allah bu sahneyi anlatarak, bizim böyle yapmamamızı istiyor. Ama bu cahiliyet zihniyetini hâlâ içimizden atabilmiş değiliz.
Daha ilginci bir olay var: “Bir zamanlar İmran’ın karısı şöyle demişti: “Rabbim! Karnımdakini kayıtsız şartsız sana adadım. Benden kabul buyur. Kuşkusuz sensin her şeyi işiten, her şeyi iyi bilen.” (Ali İmran 35) Hz. Meryem’in annesi Allah’a böyle sesleniyor. O bile, çocuğunun erkek olmasını istiyor. Çünkü o dönemki toplumda, kız doğarsa köle oluyor, erkek doğarsa hür oluyordu. Meryem’i doğurunca dedi ki: “Rabbim! Onu kız doğurdum.” Oysa Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilmektedir. Erkek de kız gibi değildir. “Ben onun adını Meryem koydum ve işte ben onu ve soyunu kovulmuş şeytana karşı senin korumana bırakıyorum.” (Ali İmran 36)
Kız çocuğu doğurunca, “Allah’ım ben senden erkek çocuk istedim, sen bana kız verdin” dedi. Hz. Meryem’in annesi Allah ile konuşuyor. Allah, “erkek çocuğu, kız çocuğu gibi değildir; erkek çocuğu, kız çocuğunun yerini dolduramaz” buyuruyor. Dikkat edilirse, Peygamberimizin kızlarına karşı davranışları çok hassastır. Çünkü bu ahlâkı Kuran’dan almıştır. Ama biz, Kuran’da anlatılanları bilemediğimiz gibi, Peygamberimiz’in davranışlarını da haberdar değiliz.
Kuran-ı Kerim’de kadına, hakkını arama hakkı da verilmiştir. Yaşlı bir sahabe olan Hz. Havle annemiz, bir gün peygamberimize gelerek “Ey Allah’ın Rasûlü! Kocam bana zihar yaparak boşama yolunu seçti. Oysa benim çocuklarım var; onları kocama bıraksam bakamaz, ben alsam bakacak durumum yok. Ne yapmalıyım?” diye sordu. Peygamberimiz bir türlü cevap veremiyordu. O dönemin âdetleri gereği fetvasını vermeye çalışırken, ilgili ayet geliyor: “… Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü işitti…” (Mücadele 1) Bu ayet-i kerimede Allah, Peygamberimize, kendisiyle tartışan kadının doğru olduğunu söylüyor. Aman ya Rabbi! Ne müthiş bir kitaba sahibiz! Kadının sözü ve isteği ayet olarak geliyor.
Hem devlet başkanı, hem de peygamber olan birine karşı, hakkını arama konusunda mücadele verecek kadar hak tanınmış bir kadın örneği! Bu, aynı zamanda kadındaki özgüven duygusunu da gösteriyor. Kadının hakkını arama hususundaki mücadelesinden dolayı da bu sureye ”mücadele suresi” adı verilmiştir. Bundan sonraki ayetlerde Allah, hükmünü koymaktadır: “İçinizden kadınlara zihar yapanların karıları asla onların anneleri değildir. Onların anaları, sadece, kendilerini doğuran kadınlardır…”(Mücadele 2)
Hz. Meryem’in hamileliği de çok ilginçtir. Bu hamilelik, ilk bakışta insan tabiatına aykırı gibi görülüyor. Konuyla ilgili iki ayet inceleyelim: “İffetini korumuş olan kadını da an! Ona ruhumuzdan üfledik, onu ve oğlunu âlemler için bir işaret kıldık.” (Enbiya 91)“…O iffetini çok iyi korumuştu, biz de ona ruhumuzdan üfledik…” (Tahrim 12). Her iki ayette de “ona ruhumuzdan üfledik” ifadesi vardır. Bu ifadelerde geçen “ona” kelimesi dikkat çekicidir. Bu kelime, birinci ayette “fîha”, ikinci ayette “fîhi”olarak kullanılmıştır. Yani birinci ayetteki dişi zamiri, ikinci ayetteki erkek zamiridir.
Hz. Meryem’in gebe kalmasındaki asıl mucize, onun iç organlarındaydı. “Fîha” ifadesi ile yumurta üreten dişilik boyutuna, “fîhi” ifadesi ile de, onun sperm üreten erkeklik boyutuna işaret edilmektedir. Yani Hz. Meryem’in iç organları hem yumurta, hem de sperm üretme özelliğine sahip olarak yaratılmıştır. Cebrail gelip üfürdüğü zaman, sperm harekete geçiyor ve yumurtalıkta döllenme oluyor.
Hristiyanlar, bu hamileliğin insan tabiatına aykırı olduğunu söyleyerek, ona zina iftirasında bulunmuşlardı. Hâlbuki tabiatta buna benzer olaylar vardır: Meselâ, fındık ve ceviz gibi bitkiler; solucan, kertenkelenin bir türü gibi hayvanlar vb. Bunların erkeği yoktur, kendi kendilerini döllerler.
Allah’ın Kuranı Kerim’de dikkat çektiği kadınlar vardır. Bu kadınların bir numarasında Hz. Meryem vardır. İki numarasında Hz. Musa’nın annesi vardır. Bu kadının da güçlü bir imana sahip olduğunu görüyoruz. Allah vahiy yoluyla onunla konuşuyor; oğlunu doğuruyor, sandukaya koyuyor ve onu Nil nehrine bırakıyor. Bunu hangi anne yapabilir? Üçüncü olarak Firavunun hanımı Asiye annemizi görüyoruz. Allah’tan, Firavundan kurtarmasını ve cennette kendisine bir köşk yapmasını istiyor.(Tahrim 11) Onun bu duası bize ayet olarak bildiriliyor. Hz. Meryem’in annesi var, o da Allah ile konuşuyor. İşte Hz. Ayşe, Hz. Hatice, Hz. Hacer… Bunlar kadınlığın zirveleridir.
Ortaçağda, Hristiyanlar ve Yahudiler, “kadın insan mıdır, değil midir?” diye tartışıyorlar ve kadınları mabetlere yaklaştırmıyorlardı. Cahiliye Arapları, kız çocuklarını bir utanç vesilesi olarak görüyor ve diri diri toprağa gömüyorlar; kadınları, pazarlarda köle olarak satıyorlardı. İşte böyle bir dönemde âlemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamber geliyor ve “cennet annelerin ayağı altındadır” diyordu
Bütün bunlara rağmen bugün hâlâ toplumumuzda, erkek evlat düşkünlüğü devam ediyor. Hatta bir anne bile kendi cinsini istemiyor. Kız çocukları ayrı muameleye tabi tutuluyor, bazen mirastan da men edilebiliyor. Erkek çocuk düşkünlüğünün nedeni araştırıldığında, nesebinin onunla devam edeceğine inanılıyor. Çünkü erkek evladından olan çocuklar onun soyadını, kızdan olan çocuklarsa başkasının soyadını taşıyorlar.Evlat konusunda cinsiyet değil, hayırlı evlat olma arzusu unutuluyor. Erkek ve kız ayrımı yapan zavallılar, kendi peygamberinin kızlarına nasıl hassasiyet gösterdiğini bilmiyorlar. Peygamber nesebinin, kızı Fatma annemizle devam ettiğinin farkında bile değiller!
Yüce Allah; kız çocuklarından miras hakkını esirgeyenlerin bazılarını, kız evladın bakımına muhtaç ederek, onlara yüzleşme ve helalleşme fırsatı verebiliyor. Yoksa ahirette onları nelerin beklediğini düşünmek bile istemeyiz. Çünkü Kuran’ın yaptığı devrimlerden biri de, kadınlara miras hakkının tanınmasıdır. Allah’ın verdiği bu hakkı, onların elinden almaya kimsenin hakkı yoktur. Bunu böyle yapanlar, Allah’ın emrini çiğnediklerini unutmamalıdırlar.
Hz. Hacer annemiz, Hz. İbrahim peygambere cariye olarak hediye edilen Mısırlı bir kadındır. Allah’a tam bir teslimiyet gösteren, Hz. İbrahim’e eş olan ve bir peygamber doğuracak kadar da mübarek bir insandır. Yüce Allah’ın kudret ve hikmetine bakınız ki; krallar, devlet başkanları, generaller, toplumun itibar ettiği nice büyük insanlar; hac ibadetini yaparken, Safa ve Merve arasında Hz. Hacer annemizi taklit etmeye gayret ederler.
“Kadın ile erkek eşit midir?” sorusuna, cevap olarak “hayır” deriz. “Biri, diğerinden üstün müdür?” sorusuna da, yine “hayır” deriz. Bunu şöyle bir örnekle açalım: Ayakkabı çiftinin biri sağ, diğeri de sol ayağa giyildiği için birbirinden farklı yapılmışlardır. Sağ tekini sol ayağınıza, sol tekini de sağ ayağınıza giyemezsiniz. Ama ayakkabı çiftlerinden biri, diğerinden daha önemli değildir. Çünkü her ikisi de gereklidir ve birbirlerini tamamlarlar. Yani biri olmazsa, diğeri eksik kalır. Kuran-ı Kerim’de, kadın ile erkeğin birbirlerine örtü oldukları ve birbirlerini tamamladıkları (Bk. Bakara 187, Tevbe 71) bildirmektedir. Kâmil bir insan olmak bakımından kadınla erkek arasında hiçbir farkın olmadığı ve üstünlüğün ancak takva ile olabileceği (Hucurat 13) de vurgulanmaktadır.
(Yararlanılan Kaynaklar: TDV Kuran Yolu Tefsiri, Prof. Dr. Mehmet Okuyan-Kuran’da Kadın, Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı-Kuran’ı Anlamak)
Hazırlayan: Bahtiyar Budak-Emekli Edebiyat Öğretmeni