Hz. Peygamberi Sevmenin Önemi
Bismillahirrahmanirrahim,
Allah’a Hamd, Onun Kutlu Elçisine Salât ve Selam Olsun.
Peygamberler, insanları cehalet karanlığından bilginin aydınlığına çıkaran insan cinsinden seçilmiş kutlu elçilerdir. Hz. Muhammet (sav) de zulmün, haksızlığın hüküm sürdüğü dünyayı aydınlatmak için son kez vahyin ışığına ve ilahi rahmetin tecellisine elçilik yapmıştır. Varlık âleminde kişisel değerin temsilcisi olan insana yaşam kurallarını öğretmek için seçilen bütün peygamberlerin maruz kaldığı eza ve cefaya elçilerin sonuncusu da bu ağır sorumluluk nedeniyle katlanmak zorunda kalmıştır. Bu uğurda bütün peygamberler gibi sırf insani ve uhrevi duygularla malından, canından ve sevdiklerinden tereddütsüz vazgeçen ve insanlığa ebedi kurtuluş yolunu armağan eden Hz. Peygamber (sav), müminlerin önceliği olmak durumundadır. Beşerin son kurtuluş elçisi için Allah Teâlâ; “Peygamber, mü’minlere kendi canlarından daha önce gelir”[1] buyurarak, Hz. Peygamberin, ferdin öz benliğine bile tercih edilmesi gerektiğini, tehlike anında her şeye rağmen onu ve dinini koruması, onun din adına yapıp ettiklerini özümsemesi ve icra etmesi gerektiğini vurgulamıştır.
Allah (cc)’a ve onun peygamberine, bütün sevgilerin üstünde bir sevgi ile bağlanmak gerekir. Çünkü bütün sevgilerin kaynağı olan Allah, sevgi konusundaki tasarrufun da nasıl olacağını ilkesel temelde belirlemiştir. Kur’an’ın; “De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesata uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah’tan, peygamberinden ve O’nun yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah, fasık topluluğu doğru yola erdirmez”[2] hükmü gereğince, küfrün esaretinden kurtulan insanın, Allah ve Peygamber sevgisine aykırı düşen ve dinî görevlerin yerine getirilmesini engelleyen her türlü sevgi ve ilişkiden uzak durarak sadakatle bağlılığını göstermelidir.
Oyun, eğlence ve süsten ibaret olan dünya meşguliyetlerinin, insanlarda tutku haline gelen mal ve evlat uğraşları, onların bakımı, kaygısı ve zevki Allah’ı anmaktan alıkoymamalı, Allah’ı ve Allah için iş yapmayı unutturmamalıdır. “Ey İnananlar! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır”[3] ilahi fermanı, Allah sevgisini unutmayı çağrıştıracak hayat anlayışından kaçınılması, Allah ve Resulü söz konusu olunca bunların hepsinin hiçe sayılması gerektiğini bildirmektedir.
Peygamber sevgisi bütün tasavvurların fevkinde olmalıdır. İçten bağlılığın ifadesi olan İman, Hz. Peygamber (sav)’in değerinin, baba ve evlat dahil gönül borcunu hak eden tüm iyilik sahiplerinden üstün olduğu gerçeğine ulaştığında olgunlaşabilir. “Sizden hiçbiriniz ben kendisine babasından ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça gerçek mânada iman etmiş olamaz”[4], “ Hiçbir mümin yoktur ki, ben ona dünya ve ahirette insanların en yakını olmayayım,”[5] şeklindeki veciz anlatım, bu hususa işaret etmektedir.
Fertlerin bedenen ve ruhen yetişip olgunlaşmalarına vesile olanlara duyulan haklı minnet duygusu, mukayese kabul etmeyen derinlik ve boyutta, iman nimetine mazhar olan müminlerin üzerinde Hz. Peygamber’in hakkıdır. Zira O, bütün insanlığın mutluluğu için çalışmış, müminlerin ebedi hüsrandan kurtulmalarına ve hidayete ermelerine vesile olmakla büyük iyilikte bulunmuştur. “Ben sizi ateşe düşmekten korumak için kuşaklarınızdan tutuyorum. Sizse benden kurtulup ateşin içine atılmak istiyorsunuz”[6] buyurmak suretiyle hattı zatında hayatını insanlığa adamış olduğunu beyan etmiştir.
Hz. Peygambere beslenen sevgi, itaati doğurmalıdır. Zira sevgiliye itaatin olmadığı yerde sevgiden söz edilemeyeceği; itaatin, sevginin tezahürü olduğu bilinmelidir. İtaat ise emir ve yasakların gereğince amelde bulunmak, hayata anlam katan prensiplere icabet etmektir. “Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Resûlü’nün çağrısına uyun ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki, O’nun huzurunda toplanacaksınız”[7] ayeti, Allah’ın, insanın hayatına hayat verecek, bitki ve hayvan halinden çıkarıp onu gerçek hürriyetine ulaştıracak ve ebedi hayatta terfi ettirecek bir ilme ve amele çağıran Hz. Peygambere kulak verilmesi gerektiğini emretmektedir. İnsanın derecesini yükselten bu hususların, emir ve yasaklar olduğu muhakkaktır.[8] Peygamberin emrine kayıtsız kalanların, gönülden bağlılığın gereğini yerine getirmemeleri nedeniyle içinden çıkılmaz veya telafi imkanı olmayan bir durumla karşılaşmalarından yahut kendilerine pek acı bir azabın dokunmasından sakındırılmakta,[9] Sünnetle emredilenleri takat nispetinde yapmaları, yasaklananları terk etmeleri öğütlenmektedir.[10]
İmanın olgunluğu ve itaatin göstergesi Hz. Peygamberin Kur’an merkezli yaşamına bağlılıkla ölçülür. “De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”[11] Ayet-i celilesi, kullukla hedeflenen Allah sevgisine ulaşmanın, yaratılış ve ahlâk güzelliğini şahsında toplayan örnek insanın irşadıyla gerçekleşebileceğine işaret etmektedir.
Kur’an, Hz. Peygamberde can bulmuş, Onun yaşam tarzı haline gelmiştir. Kur’an ahlakıyla temayüz etmiş bir peygamberin ahlakını öğrenerek yaşama katmak, onu sevenlerin en mühim görevi olmalıdır. Bu nedenle Kur’an’dan bağımsız bir peygamber anlayışının vahyin ruhuyla bağdaştırılması doğru bulunmamıştır. Sahabeden İbni Mesûd (ra)’a göre bir kimsenin iyi veya kötü bir insan olduğunu öğrenebilmesi için Kur’an’a müracaat etmelidir. Eğer Kur’an’ı seviyorsa, Allah ve Resûlünü seviyor demektir.
Görülüyor ki, iyilerle kötülerin ayırımı, Allah’ı, peygamberini ve kitabını sevmeye bağlamıştır. Kur’an sevgisinin tezahürü de onu okumak, anlamak, bildirdiği yargıyla amel etmektir. Sahabe-i Kiramın Kur’an’ı, namazlarında, her türlü seyahatlerinde, toplantılarında ve gece ibadetlerinde kıraat ettikleri bilinen bir husustur.[12] Kur’an’ı her gece namazda hatmeden ve şehit edildiği sırada da Kur’an okuyan Hz. Osman (ra), Kur’an’ın zevkine varmanın kalplerin pisliklerden arındırılmasıyla mümkün olacağının ifade etmiştir.[13]
Hz. Peygamberin aile bireylerini, arkadaşlarını, eş ve dostlarını sevmek de onu sevmenin zorunlu sonucudur. Zira Kur’an’da; “…Onun (peygamberin) eşleri de müminlerin analarıdır…”[14] buyurulması, peygamber yakınlarına da sevgi beslenmesi gerektiğini göstermektedir. Müminlerin, Hz. Peygamber’in akrabalarına, onun sohbetinde bulunmuş, ondan ilim ve hikmet öğrenmiş ve nesillerin en hayırlısı olarak adlandırılmış arkadaşlarına karşı sevgi[15] odaklı yaklaşımı kaçınılmazdır.
Bir kimseye beslenen sevgi, onun anılmasıyla orantılıdır. Kişi ne kadar çok anar, hatırlarsa, sevgiden payı da o kadar olur. Yani sevginin bir kimseye ayırdığı hisse, onu hatırlaması oranındadır. “Kim bir şeyi severse onu çok anar”[16] hadisi bu gerçeği dile getirmektedir. Devamlı surette sevilenin hatırlanması, düşünülmesi ve her zaman ona itaat edilmesi sevende bulunması gereken başlıca özellikler olmalıdır. Sevilenin zikri, sevenlerin gönüllerine yer etsin ve onunla teselli olsunlar diye Kur’an ısrarla müminleri, Allah’ı anmaya ve peygamberine salât etmeye davet etmektedir. Zira gönüllerin huzuru Allah’ı anmaktadır.[17]
İnanan insanların peygamberle olan ilişkilerinde; “Şüphesiz Allah ve melekleri peygambere salât etmektedirler. Ey iman edenler, siz de ona salât edin” emr-i ilahisinde ifade buyrulduğu şekliyle unutmayı engelleyen bir anlayış egemen olmalıdır. Bu nedenle İslam bilginleri günde bir defa tasliyede (salât ve selam getirmek) bulunmanın farz olduğu görüşünde birleşmişlerdir. Namazların ardından tesbihata başlamadan, duanın başında ve yine duanın ardından salâvat getirilmesi de bu nedenledir. Sevginin gücü nispetinde salavat, sevgi ile ilgili kuralın gereğidir. Hz. Peygamber’i anmayı belli günlerle sınırlandırmak değerin şahsiyetle olan sıkı münasebetini ihmal etmektir. Şahsın varlığının önemsememektir.
Gerçek bir iman, Hz. Peygamberin sevgisini sineye yerleştirir. Bu sevgi farklı kişiliklerde nitelik değiştirir. “Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir”[18] ayetinde ifade buyrulduğu gibi, Hz. Peygamber müminlere, en yakınlarından hatta kendi canlarından bile daha merhametli ve şefkatlidir. Çünkü o, mutluluğun sembolü ve modelidir. İnsanlığın kurtuluşuna vesile olabilme adına kendi özünü, elçiliğini yapmış olduğu kutsal dava uğruna ve insanlığın kurtuluşu için feda etmeyi göze almıştır. Bu mücadelenin sonunda ilahi vahyin ışığında bıraktığı mirasa sahip çıkmak vefa gereğidir. Bugün ve gelecekte, bütün zamanlarda bu fedakârlığın ve iyiliğin sahibini sevmeye ve sevdirmeye muhtaç olduğumuz bilinmelidir.
Selam ve dua ile…