HİDÂYET VE DALÂLET
Hidayet, insanın hakikate yönelmesi ve Allah’ın ona bu yolda rehberlik etmesidir. Sırat-ı müstakim, Allah’ın çizdiği doğru yoldur. Hidayet ise, sırat-ı müstakime yönelme ve onda sabit kalma yetisidir. Dalalet de; insanın hakikatten uzaklaşması, kalbinin kararması ve Allah’ın razı olmadığı bir yola girmesidir.
İnsanın içinde bazen farklı sesler dolaşır; aklın sesi, nefsin sesi, şeytanın fısıltısı, vicdanın sesi gibi. Çoğu zaman bu iç gürültüsü, insanı huzursuz eder, kararsız bırakır ve hatta strese sokar. Bu tür durumlarda gönlün sesini duymak, nefsin esiri olmamak gerekir. “Vicdanının sesini dinle”, “Nefsine uyma!” gibi telkinler buna örnektir.
İnsanlar maddî ve manevi hayatlarını düzenlerken, doğrunun yanında yanlış da yapabilir; bunun sonucu olarak hatalı ve saptırıcı yollara da yönelebilirler. Bunun en büyük nedeni, insanın kendini yeterli sanması ve Allah’a yönelmeyi reddetmesidir. Alak suresinin 8’inci ayetinde belirtildiği gibi, kuldaki her şey sadece Allah’a aittir.
Kuran-ı Kerim’de, insanların inanıp inanmama konusunda serbest bırakıldığı; inanmanın faydasının, inanmaman zararının da kendisine ait olacağı açıkça bildirilmiştir: “… De ki: Gerçek, rabbinizden gelendir. Artık dileyen iman etsin dileyen inkâr etsin…” (Kehf 29). “Kim hidayet yolunu seçerse, bunu ancak kendi iyiliği için seçmiş olur; kim de doğruluktan saparsa, kendi zararına sapmış olur” (İsrâ 15).
Bazı ayetlerde (Râd 27, Fâtır 8, Nahl 93, Enam 125 gibi), hidayeti ve dalâleti yapanın insan değil, Allah olduğu açıkça ifade edilmiştir. Yani insan kendiliğinden hidayete eremez; Allah ona hidayet verdiğinde hidayete erer, saptırdığında da sapar. Bazı ayetlerde de (İsrâ 15, Zümer 41, Şuara 99, Araf 38, Hac 4 gibi), hidayet veya dalâletin insana ait bir fiil olduğu; insanın hem kendisini hem de başkasını dalâlete sürüklediği gibi, şeytanın da insanı dalâlete düşürdüğü bildirilmiştir.
Birbirine zıt gibi görünen ayetler bir arada değerlendirildiğinde; hidayet ve dalâleti yaratanın Allah, hidayete erenin veya dalâlete düşenin kul olduğu görülür. Mesela Beled suresinin 10’uncu ayetinde “Biz ona iki yolu göstermedik mi?” buyurularak, hayır ve şer yolunu gösterenin Allah olduğu hatırlatılıyor. Yani insandaki hidayet kabiliyetini yaratan Allah, doğruyu bulması gereken de insandır.
Hidayet ve delaleti seçmede insanın tercihi olmasaydı; hidayet üzere olana sevap, dalâlet üzere olana da ceza verilmemesi gerekirdi. Allah’ın, saptırdığı bir kuluna azap etmesi, O’nun adaletiyle bağdaşmayacağı gibi, zulüm etmesi anlamına gelir. Oysa birçok ayette, Allah’ın kimseye kötülük ve zulüm yapmadığı; ancak insanların kendilerine zulüm ve kötülük yaptıkları belirtilmiştir. (Mesela bk. Fussilet 46, Kaf 29, Yunus 44).
Yüce Allah, peygamber ve kitap gönderdikten sonra tercihini ısrarla inkâr yönünde kullananları zorla doğru yola iletmez; onları kendi irade ve tercihleriyle baş başa bırakır. Tercihini iman yönünde yapana yardım ederek, onu doğru yola iletir. Tercihini inkâr yönünde yapana; dilerse adaleti gereği onun arzusunu yerine getirir; dilerse lütfu gereği onun arzusunu yerine getirmez. Kasas suresinin 56’ncı ayetinde; “Şüphesiz sen istediğini hidayete erdiremezsin ama Allah dilediğini hidayete erdirir” buyurulur.
Kuran-ı Kerim’de kendi tercihleriyle sapıklığı seçen, zulmeden, yalanı tercih eden, hakkı küçümseyip kibirlenen, günah işleyip tövbe etmeyen, inkârcılığı benimseyen kişilere hidayet verilmeyeceği bildirilir. (Mesela bk. Bakara 258, Zümer 3)
Kul, hidayeti ister ve ona yönelir; Allah, hidayeti yaratır ve lütfeder. Yani isteyen kul, nasip eden Allah’tır. “Bizi doğru yola (sırat-ı müstakime) ulaştır” (Fatiha 6), “Bize de doğru yolu göster” (Sad 22) gibi dua ayetlerinden de anlaşılacağı üzere; doğruyu bulmak için Allah’tan yardım istenmelidir.
Allah’ım! “Bizi dalâlete sapmışların yoluna değil, nimetine erdirdiklerinin yoluna ilet” (Fatiha 7). “Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalplerimizi saptırma, bize tarafından bir rahmet bağışla…” (Ali İmran 8)
(Yararlanılan Kaynaklar: TDV İslam Ansiklopedisi, TDV Kuran Yolu Tefsiri, İmam-ı Gazali-İhyâu Ulûmi’d-Din)
Hazırlayan: Bahtiyar Budak–Emekli Edebiyat Öğretmeni