ŞEFAAT NEDİR?
“Suçunun bağışlanması veya dileğinin yerine getirilmesi için birine aracılık etmek” manasına gelen şefaat; kıyamet gününde peygamberlerin ve kendilerine izin verilen salih kulların müminlerin bağışlanması için Allah katında niyazda bulunulmasıdır.
Hz. Peygamber, ölünün bağışlanması için Müslümanların dua etmesini, “dünyada ona şefaatçi olma” diye nitelemiştir (Müslim). Ahirette gerçekleşecek şefaatle ilgili olan hadislerin çoğu, Resul-i Ekrem’in şefaatine dairdir. Allah’ın, özellikle bir duasını mutlaka kabul edeceğine dair her peygambere tanıdığı imtiyazı, Rasulüllah dünyada kullanmamış; şefaat etmek amacıyla bunu ahirete bırakmış ve Allah’a ortak koşmamak şartıyla büyük günah işleyen herkesin bundan yararlanacağını (Buhari, Müslim) müjdelemiştir. Âlimlerin büyük çoğunluğuna göre; Allah katında yüksek dereceler elde eden iyi kullar da şefaat etmeye yetkili kılınacaktır. Bunlar peygamberler, melekler, sahabiler, âlimler, veliler, sıddıklar, salihler, şehitler ve muttaki müminlerdir. Bunların şefaat yetkisi, Allah katındaki mertebelerine göre farklıdır.
“Öyle bir günden korkun ki, o gün kimse başkası için bir şey ödeyemez; hiç kimseden şefaat kabul olunmaz, hiçbir kimsenin yerine başkası kabul edilmez; onlara asla yardım da yapılmaz” (Bakara 48). Bu ayeti yorumlayan bazıları, ahirette günahkârlara şefaat edilmesinin söz konusu olmayacağını; sadece sevaba müstahak olanlara, mükâfatlarının arttırılması yönünde şefaat edilebileceğini söylemişlerdir. Ehl-i sünnet âlimleri ise, her iki durumda da şefaatin mümkün olduğunu, günahkâr kullara peygamberler ve Allah nezdinde itibarı yüksek olan diğer seçkin insanlar tarafından şefaat edilebileceğini savunurlar. Ancak Allah’ın izin vermediği hiçbir kimse şefaat edemeyecektir.
“…O’nun izni olmadıkça katında hiçbir kimse şefaat edemez…” (Bakara 255). Bu ayette, Allah izin vermedikçe ve dilemedikçe kimsenin şefaatçi olamayacağı özlü ve etkili bir şekilde bildirilmektedir. Allah katında kendisine şefaat izni verilenlerin, Allah’a yakın ve sevdiği kullar olacaktır.
“Övgüye lâyık yer, yüksek dereceli manevi makam” anlamına gelen makam-ı mahmûd, kıyamet günü sorgulama öncesinde uzun bekleyiş sebebiyle bütün insanların sıkıntıda bulunduğu bir sırada Rasûl-i Ekrem’e ilâhî rahmetin tecelli etmesi yolunda niyazda bulunması izin ve yetkisini ifade etmektedir. Makam-ı mahmûd, çeşitli hadis rivayetlerinde de geçer. Bunlardan biri, Hz. Peygamber’in, ezanı duyan kimsenin okuduğu takdirde şefaatine nail olacağını söylediği dua metnidir. Bu duada, “…O’nu vaat ettiğin makam-ı mahmûda ulaştır” ifadesi vardır. Bazı rivayetlerde de makam-ı mahmûd, “şefaat” olarak yorumlanmıştır.
(Yararlanılan Kaynaklar: TDV İslam Ansiklopedisi, TDV Kuran Yolu Tefsiri).
Allah’ın izin verdiği peygamberler ve salih kulların da şefaatinin olacağını savunanlar olduğu gibi; Allah’tan başkasının şefaatinin olmayacağını savunanlar da vardır. Her ki taraf da, çeşitli ayetlerle iddialarını ispatlamaya çalışmışlardır. Âlimlerimizin olaylara farklı bakışlarını tefrika olarak değil, dinimizin bir zenginliği olarak görmekte fayda vardır.
Prof. Dr. Faruk Beşer: “Kuran-ı Kerim, şefaati mutlak anlamda reddetmez, aksine pek çok ayette ona kapı aralar. Bunun yanında şefaatin olacağını anlatan yüzlerce hadis vardır. Şefaatle ilgili ayetin çoğunda şefaatin olmayacağı, ona güvenilmemesi gerektiği vurgusu öne çıkmaktadır. Ama bu ayetlerin muhataplarının çoğu kâfirler ya da müşriklerdir. Çünkü onlar putlarının kendilerine şefaat edecekleri ve bu şefaatle kurtulacakları kanaatindeydiler. Kuran, onların bu kanaatlerini yıkmıştır. Bunu görmek için, şefaat kelimesinin geçtiği ayetlerden önceki ayetlere bakmak yeterlidir. Kuran’a göre; Allah’ın dilemesi dışında hiç kimsenin şefaat hakkı yoktur, kimse filancanın şefaatiyle kurtulacağı ümidine kapılmasın!”
Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu: “Şefaati, Allah ile kulları arasına başkasının girmesi gibi görenler; bu yetkiyi, Yüce Allah’ın verdiğini unutmasınlar! Yüce Allah hiçbir aracı kullanmadan peygamberlerine vahyi iletebilirdi. Cebrail, vahiy getirmekle Allah ile peygamberlerin arasına girmiş mi oluyor? Ölüm meleği olmadan, sadece “öl” emriyle hepimizin canlarını almaya muktedir olan Allah’ın hikmetinden sual olmaz. Şefaate müsaade ediliyor ki, müminler, birbirlerine olan güvenlerini ve ümitlerini yitirmesinler. Ama unutmayalım ki, Allah Teâlâ izin vermedikçe, kimse kimseye hiçbir yardımda bulunamaz.”
Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk: “Şefaat bizim için birbirimize dua etmektir. Kuran’da temel ilke “şefaatin tümü Allah’ın elindedir” ilkesidir. Siz insanlar için temennide, niyazda bulunabilirsiniz; Allah onu kabul eder veya etmez. Yoksa “falanca şefaat edecek, sen cennete gideceksin” diye Kuran hiçbir kimseye böyle bir yetki vermemiştir.”
Prof. Dr. Faruk Beşer, “Peygamberimizin şefaatine inanan kimseleri, şirk ile suçlamak doğru olmadığı gibi; bunları, delillere dayandırarak caiz görmeyenlere de, kâfir veya bidat ehli demek doğru değildir” diyor. Değerli bir hocamızın, şefaat konusundaki şu sözleri oldukça dikkat çekicidir: “Din konusunda çok dikkatli olmak gerekir. Şefaatin olmadığını iddia edenlere; “Madem öyle düşünüyorsun, öyleyse şefaatsiz kalasınız!” dendiğinde, “âmin” diyebilecekler mi? Öyleyse, ileri geri konuşmayalım!”
NOT: Şâbanın on beşinci gecesinde (cumartesini pazara bağlayan gece) Müslümanların Allah’ın affı ve bağışlaması ile günah yükünden kurtulacağı umularak bu geceye “Berat gecesi” denmiştir. Bu gecenin hakkımızda hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Hazırlayan: Bahtiyar BUDAK–Emekli Edebiyat Öğretmeni
“Âlimlerin büyük çoğunluğuna göre; Allah katında yüksek dereceler elde eden iyi kullar da şefaat etmeye yetkili kılınacaktır.” Bu cümle bile o kadar şirk kokuyor ki. Kim Allah (c.c.) dan izin almışda şefaat edecekmiş. Kuranı Kerimde bu konuyla ilgili keskin ve net ayetler var. Kimseden şefaat kabul edilmeyeceğine dair. Hala insanlarımız ondan bundan şefaat dilenir olmuşlar. Dilerse yaradan elbette Peygamber efendimize bu yetkiyi verebilir fakat kesinliği yok.