1- ALLAH’A İBADET, YARATILIŞ GAYESİDİR
İbadet; “itaat etmek, boyun eğmek, kulluk etmek, tevazu göstermek, ilah edinmek” anlamına gelir. Allah’a ibadet; itaat etmenin ve saygı göstermenin zirvesidir. Kuran-ı Kerim’de insanların, Allah’a ibadet için yaratıldıkları (Zariyât 56) ve bütün peygamberlerin, insanları Allah’a ibadete davet ettikleri (Bakara 83) bildirilmiştir.
“Ben cinleri ve insanları, başka değil, sırf bana kulluk etsinler diye yarattım” (Zariyât 56) ayetinde sözü edilen öğüdün özü, insanların ve cinlerin yaratılış gayesini hatırlatmaktır. Açıkça ifade edildiği üzere, insanın yaratılış gayesi, sadece Allah’a kulluk etmeleridir. Burada kastedilen, cinlerin ve insanların zorunlu olarak Allah’a kulluk etmeleri değil, kendi seçimleriyle bunu yapmalarıdır.
Cinlerin ve insanların sadece ibadet etmek için yaratılmış olduğunun bildirilmesi, şöyle bir soruyu akla getirebilir: Kâinattaki her zerre Allah’a ibadet etmekteyken, niçin sadece cinlerin ve insanların Allah’a ibadet etmeleri için yaratıldıkları söylenmektedir? Çünkü cinler ve insanlar kendilerine Allah’a ibadet etme veya yüz çevirme ya da başkalarına ibadette bulunma hürriyeti verilmiş olan varlıklardır. Kâinattaki diğer varlıklar, böyle bir hürriyete sahip değillerdir.
İbadet, Allah’a kulluk etmek, O’nun buyrukları doğrultusunda yaşamak olduğuna göre; yalan söylememek de ibadettir, başkalarına yardım etmek de ibadettir, ailenin geçimi için çalışmak da ibadettir, insanlığa hizmet etmek de ibadettir vb. Çünkü bütün bunlar kulluğun gereğidir. Allah’ın huzurunda durup dua etmek, namaz kılmak, oruç tutmak, Kuran okumak gibi davranışlar kulluğun gereği olduğu gibi; her türlü güzel işleri Allah’ın emri uyarınca yapmak gibi davranışlar da kulluğun gereğidir; yani ibadettir.
Kuran’ın bildirdiğine göre, bütün peygamberler Allah’a ibadet etmişler ve insanları da Allah’a ibadet etmeye davet etmişlerdir. Yüce Allah, ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem’den itibaren peygamberler gönderip bütün insanları kendine ibadet etmeye çağırmış; bütün peygamberler de, kavimlerine “Sadece Allah’a ibadet edin” diye uyarmıştır. Yüce Allah, “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et” (Hicr 99) buyurarak, ömür boyu hayatın ibadetle geçirilmesini istemiştir.
Kıldığımız namazların her rekâtında tekrarladığımız, “Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz” (Fatiha 5) ayeti, ibadet ederken ve yardım isterken yöneleceğimiz doğru adresi bize göstermektedir. Kulluk yapmadan, Allah’tan yardım istenmez. Kendimize düşeni yapmadan, Allah’tan yardım istemek boşuna bir arzudur. Ayet-i kerimede, önce kulluk etmek, sonra yardım istemek gerektiği bildiriliyor.
Bir söz veya fiile “ibadet” diyebilmemiz için, onun Allah ve Rasûlü tarafından emredilmesi gerekir. Dini konularda emretme ve yasaklama yetkisi, yalnızca Allah’a ve Rasûlüne aittir. Müminin görevi, bu emir ve yasaklara tereddütsüz itaat etmek ve uymaktır. Ayet-i kerimede buyrulduğu gibi, “Allah ve Rasûlü, herhangi bir konuda hüküm verdiklerinde artık mümin bir erkek veya kadın için işlerinde tercih hakları yoktur…” (Ahzâb 36). Kulun, Allah’ın hükmü karşısındaki bu tavrı, ibadet ve itaatin tâ kendisidir. Kuran ve sünnetle belirlenen hükümleri beğenip beğenmeme, bazısını kabul edip bazısını kabul etmeme, hor ve hakir görme gibi bir seçeneğimiz yoktur.
İslâm’da ibadetler, dinîn özünü teşkil eden iman esaslarından sonra ikinci önemli halkayı oluşturur. İslâm, insanın yaratılış gayesini “Allah’a kulluk” olarak belirlemiş, bunun gereği olarak mükelleflere ibadeti emretmiş ve ibadetin dindeki önemini vurgulamıştır. İslâm’da ibadetin sadece Allah için yapılması esastır. “Ey Âdemoğulları! Size “Şeytana kulluk etmeyin, o sizin için apaçık bir düşmandır; bana kulluk edin, doğru yol budur” dememiş miydim?” (Yasin 60-61)” ayetleri, bu konunun esasını teşkil etmektedir.
Kuran Kerim, muhtelif ifadelerle tam 137 yerde mümini, ilâhî hikmet ve hakikatler üzerinde tefekkür seferberliğine dâvet etmektedir. Tefekkür etmek de, kulluğun gereğidir; yani ibadettir. Örneğin namaz kılmayı ihmal eden bir mümin, “Beni namaz kılmaktan alıkoyan nedir?” diye tefekkür ederek kendini sorgulamalıdır. Birçok ayet-i kerimede, göklerde ve yerde bulunan her varlığın, kendi hâliyle Allah’ı hamd ile tesbih ettiği bildirilmektedir. (Mesela bk. İsra 44, Hadid 1, Haşr 21, Bakara 74, Râd 13). Yani inkârcıların bile organlarındaki hücreler, onların iradesi dışında Allah’ı hamd ile tesbih etmektedir. Mümin, bunları da tefekkür ederek, fıtratına uygun hareket etmesini bilmelidir.
Yasin suresinin ikinci sayfasında geçen, “Bana ne oluyor ki, beni yaratana ibadet etmeyecekmişim! Hâlbuki hepiniz O’na döndürüleceksiniz” (Yasin 22) ifadesi, çok manidardır. Bu tür ifadeler, Yaratıcı’nın varlığını hissederek, mevcudiyetinin tek kaynağına bağlanmaya vesile olan fıtrata yöneliş ifadesidir. Allah’ın gönderdiği elçileri yalanlayan ve onları ölümle tehdit eden azgın bir topluluğa karşı bu ifadeyi kullanan mümin kişi, her şeyi göze alarak fıtratına uygun bir davranış sergilemiştir.
(Yararlanılan Kaynaklar: TDV Kuran Yolu Tefsiri, Din İşleri Yüksek Kurulu, Dr. Mehmet SARI/Kuran Işığında İnsanın Yaratılış Gayesi, Dr. Muammer İPEK/Kuran’a Göre İnsanın Yaratılış Hikmeti ve Sorumluluğu, Prof. Dr. Süleyman Ateş/İbadet, Allah’a Kulluk Etmektir, Dr. Mehmet Özkan/ İbadetlerin İslâm’daki Yeri ve Önemi)
Hazırlayan: Bahtiyar Budak–Emekli Edebiyat Öğretmeni