DİKKATLİ OLMALIYIZ!
İslam, Allah’a teslim olmak, boyun eğmek ve itaat etmek manasına gelir. Kuran’a göre İslam, kişinin kendisini yalnız Allah’a teslim etmesi, O’na kul olması ve ibadet etmesi demektir. Tevhidin gereği de budur. Bu anlamıyla İslam, sadece Hz. Muhammed’in (s.a.s.) getirdiği dinden ibaret değil, bütün peygamberlerin getirdiği bir inanç sistemidir.
Hak din, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem ile başlamış, Hz. Muhammed ile son bulmuştur. Dolayısıyla Allah’ın, peygamberler aracılığıyla farklı zamanlarda gönderdiği dinin esası aynıdır ve hepsine “İslam”, müntesiplerine de (ilgisi bulunanlara) ‘‘Müslüman’’ denir. Ayet-i kerimeler, bunu açıkça ifade etmektedir: “Allah, sizi hem daha önce, hem de bu Kuran’da Müslüman diye isimlendirdi” (Hac 78). “İbrahim, ne Yahudi, ne de Hristiyan idi; fakat o, Allah’ı bir tanıyan dosdoğru Müslüman idi” (Âli İmran 67).
Esas itibariyle hak dinin temel prensiplerinde değişiklik yoktur. Fakat yüce Allah zaman içinde ibadetlerin şekillerinde ve muamelata dair hükümlerde bazı değişiklikler yapmıştır. Yahudi ve Hristiyanlara “gayrimüslim” denmesi, onların Allah tarafından, İslam’ın son Peygamberi Hz. Muhammed’e ve onunla gönderilen dine inanmamaları sebebiyledir.
Bazıları, İslam’a bidat ve hurafelerin sokulduğunu söylemiş, hatta bu konuda kitaplar bile yazılmıştır. Hâlbuki bidat ve hurafenin, İslâm’a sokulması mümkün değildir. Çünkü onun koruyucusunun Allah olduğu, bizzat Allah tarafından bildirilmiştir. (bk. Hicr 9). Ama bizim yaşantımıza din adına, dinden olmayan bazı yanlışlar girmiş ve bu yanlışlar dindenmiş gibi benimsenmiştir. Bu kadar güzel ve yaşanabilir bir dine sahipken, nasıl oluyor da dini doğru bilemiyor ve yaşayamıyoruz?
Bugün, İslam dünyası denildiğine bir Batılının aklına terör, savaş, geri kalmışlık, kadınların aşağılanması, otoriterlik, bilim-sanatta geri kalmışlık ve körfez ülkelerindeki abartılı lüks tüketimi geliyor. Kimi İslam ülkelerinde nüfusun % 90’ı açlık sınırında yaşarken, kimileri parayı nereye harcayacaklarını bilemiyor. Aslında, Müslüman ülkelerdeki sorunlar, İslam’ın özünden kaynaklanmıyor. Günümüzde dindarlık, şekil yönüyle arttıkça, içi boşalmaya başladı. İbadete yoğunlaşan bir dindarlık anlayışımız var. Namaz kılıyoruz, sık sık umreye gidiyoruz, Kuran-ı Kerim’i okuyoruz, gözümüzden yaşlar akıyor. Bunlar elbette güzel şeylerdir. Ancak seccadeden başımızı kaldırıp ticarete başladığımızda, trafikte veya diğer ilişkilerimizde sanki başka bir insan oluyoruz. Namazda Allah ile buluşmaya çalışan insan, namazdan sonra acımasız ve kibirli bir varlık haline gelebiliyor.
Yüce Allah, ilk vahyettiği ayetlerde “oku” emrinin ardından “kalem, yazma, öğrenme” gibi özelliklere dikkat çekerken; Müslüman toplumlar, kendilerini ilme kapatmışlar. Kuran anlaşılmadan okunuyor ve dinleniyor. Kuran’ı anlayarak okuyanlara ve inceleyenlere müjdelenmiş olan “her harfine on sevap”; sadece Kuran’ı yüzeysel olarak okuyarak veya dinleyerek kazanacağı anlayışına odaklanılıyor… Ne kadar üzücüdür ki, yapılan araştırmalarda, Kuran’ın en çok okunan ama en az anlaşılan kitap olduğu tespit edilmiştir.
Kuran-ı Kerim’de, Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın…” (Âli İmran 103) buyrulduğu halde, maalesef çeşitli gruplara bölünerek ayrılığa düşüyoruz. “Kuran okunduğu zaman onu dinleyin ve sessiz durun ki rahmete nail olasınız” (Araf 204) ayet-i kerimesi ortada iken; Kuran okumanın bir ibadet, okunan Kuran’ı dinlemenin de farz olduğunu unutuyoruz. Mesela mevlide gösterdiğimiz rağbeti Kuran’a gösteremiyoruz.
Dışarıda namaz kılanlar bulunması gibi zorunlu nedenler olmadıkça, cami içinde okunan Kuran sesini cami dışına vermenin doğru olmadığını dikkate almıyoruz. Cami hoparlöründen Kuran sesini dışarıya vererek, iyilik yaptığımızı zannediyor; bu davranışın çeşitli yönlerden sıkıntıya yol açabileceğini ve Kuran’a saygısızlık görünümü verecek davranışlara sebebiyet verebileceğini hiç düşünmüyoruz.
Kuran’ı anlayarak okuyamadığımız için, kulaktan duyduklarımız dinimiz, inancımız oluyor. Kuru lafın işe yaramayacağını, imanın kalplere inmeden bir fayda sağlamayacağını hiç düşünmüyoruz. “Bedevîler, “İman ettik” dediler. Şunu söyle: “Henüz iman gönüllerinize yerleşmediğine göre, sadece boyun eğdiniz…” (Hucurat 14) ayetindeki mesajın farkında bile değiliz.
Sıkılıkla okuduğumuz Yasin suresinin 70’inci ayetinde, Kuran’ın dirilere gönderildiği açıkça bildirildiği halde; onu, dirilerden çok ölülere okumayı tercih ediyoruz. Ölülerimize Kuran’ı değil de, samimiyetle okunan veya dinlenen Kuran’dan elde edeceğimiz sevabı bağışlayabileceğimizi düşünmüyoruz. Burada dikkat edilmesi gereken husus şudur: Kuran, herhangi bir menfaat beklentisi olmadan, sadece Allah rızası gözetilerek okunmalı ve dinlenmelidir.
“La ilâhe illallah (Allah’tan başka ilâh yoktur) derken, kalbimize ve vicdanımıza da Allah’ı yerleştirelim. Ezanın ardından, Allah’a ve Peygambere şehadet ederek şahitlik yaparken, Allah’ı ve Peygamberi ne kadar tanıdığımızı da sorgulayalım. Namaz kılarken Allah’ın huzurunda olduğumuzu O’nunla sohbet ettiğimizin bilincinde olalım. Namazda neler söylediğimizi iyi bilelim ve Allah’a verdiğimiz sözü hiç unutmayalım! Hz. Peygamber’in şu buyruğunu hep hatırlayalım: “İhsan, Allah’a O’nu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen O’nu görmüyorsan da, O seni mutlaka görüyor” (Müslim).
(Yararlanılan Kaynaklar: Din İşleri Yüksek Kurulu Kararları, TDV Kuran Yolu Tefsiri, Dini Haberler, Prof. Dr. Ali Bardakoğlu-Yaşadığımız Çağın Sorunları)
Hazırlayan: Bahtiyar Budak–Emekli Edebiyat Öğretmeni