Diğer Haberler Son Dakika 

HZ. PEYGAMBER’İN (S.A.S.) SON ANLARI

       Hicretin on birinci yılında Cebrail (a.s), Hz. Peygamber’e (s.a.s.), Kuran-ı Kerimi baştan sona iki defa okudu. Hâlbuki daha önceki yıllarda, Kuran-ı Kerimi bir defa okuyordu.

       İkinci kez Kuran’ın okunması tamamlandıktan sonra kez Sevgili Peygamberimiz, Medine’de bulunan sahabeyi, öğle vaktinde mescide topladı ve namazı kıldırdıktan sonra, bir hutbe irat etti. Hutbenin akabinde; “Ey müminler! Allah aşkına, kimin bende hakkı varsa, kalksın gelsin, kıyametten önce burada alsın” buyurdular. Fakat kalkıp gelen olmadı. Rasûlüllah Efendimiz, ikinci ve üçüncü defalar Allah’ın adını da anarak; “Hakkı olan gelsin alsın!” buyurdu.

       Bunun üzerine Ukkaşe adında yaşlı bir sahabe ayağa kalktı ve Allah Rasulü’nün huzuruna geldi. “Anam-babam sana feda olsun ey Allah’ın Rasûlü! Tebük gazasında, seninle beraberdim. Oradan ayrıldığımız sırada benim devem, sizin devenizle yan yana gelmişti. Ben devemden inerek sana yaklaştım. Maksadım, seni mübarek vücudundan öpmekti, o zaman kamçı ile sırtıma vurmuştun. Niçin vurduğunu da bilmiyorum” dedi.

       Peygamber Efendimiz, evinde bulunan o kamçının getirilmesini istedi. Kamçı geldiğinde onu Ukkaşe’ye verdi. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer bu durumu görünce; “Ey Ukkaşe! İşte biz yanındayız, hakkını Rasulüllah’tan değil, bizden al” diye seslendiler. Sonra Hz. Ali ayağa kalktı; “Ey Ukkaşe! Rasulüllah’a vurmana, gönlüm razı olmuyor. İşte sırtım ve karnım. Gel hakkını benden al, istersen yüz kere vur; fakat Rasulüllah’a dokunma!” diye seslendi. Peygamber Efendimiz, onları tek tek uyardı ve karışmamalarını istedi.

       Ukkaşe; “Ya Rasulüllah! Sen bana vurduğun zaman benim vücudum açıktı” deyince, Hz. Peygamber mübarek sırtını açtı. Bu sırada Ashab-ı kiramdan hıçkırıklar duyuldu; “Ya Ukkaşe! Rasulüllah’ın mübarek sırtına gerçekten vuracak mısın?” diyorlardı.

       Herkes üzüntü içerisinde bekleşiyordu. Hz. Ukkaşe, Rasulüllah Efendimiz’in mübarek sırtındaki peygamberlik mührünü görünce, yerinden fırladı; mübarek mührü öptü ve ağlayarak şöyle dedi: “Anam-babam sana feda olsun ey Allah’ın Rasûlü! Hakkını almak için, senin o mübarek sırtına vurmaya, sana kısas yapmaya kimin gücü yeter, buna kim cesaret edebilir? Benim maksadım bu idi.” Bu durum karşısında bütün sahabe şaşırdı, imrendi ve “Ne mutlu sana, ne mutlu sana ey Ukkaşe!” diye seslendiler.

       (Not: Peygamberlik mührünü öpme şerefine ulaşan Hz. Ukkaşe’nin türbesi Gaziantep’in Nurdağı ilçesinin Durmuşlar köyündedir. Gaziantep ve çevre illerinde Ökkeş isminin yaygın olmasının nedeni Hz. Ukkaşe’ye duyulan saygı, sevgi ve özlemden kaynaklandığı söylenir.)

       Bu olaydan sonra çok geçmemişti Peygamberimiz, şiddetli bir hastalığa yakalandı. Gittikçe ateşi artıyor ve hastalık şiddetleniyordu. Ağrılarının azaldığı bir gece yarısı, yatağından kalktı, giyinerek dışarı çıkmak için hazırlandı. Bunu gören Hz. Ayşe (r.a.) validemiz, “Anam-babam, canım sana feda olsun ey Allah’ın Rasûlü! Nereye gidiyorsun?” diye sordu. Efendimiz, “Baki kabristanlığında metfun bulunanlar için istiğfar etmek üzere emir aldım; oraya gidiyorum” buyurdu.

          Ebu Müveyhibe ile Ebu Raifi’yi de yanına alarak gittikleri mezarlıkta, onların af ve mağfireti için Allahü Teâlâ’ya uzun uzun dua etmişti. Peygamberimiz’in bu ısrarlı yalvarması karşısında, yanında bulunan bu sahabiler; “Keşke biz de, şimdi burada metfun bulunsaydık da, Rasulüllah’ın bu duasına mazhar olmakla şereflenseydik!” dediler. Hz. Rasulüllah, başka bir gün Uhud şehitlerinin bulunduğu yere de giderek onlar için Allahü Teâlâ’ya uzun uzun yalvararak dua eyledi.

       Resul-i Ekrem’in bazen ateşi çok artıyor ve ateşin şiddetinden yatağında, bir taraftan diğer tarafa dönmek mecburiyetinde kalıyordu. O halde iken, ashab-ı kiram, O’nu ziyarete geliyor ve Efendimiz’in çektiği şiddetli sıkıntıya ziyadesiyle üzülüyorlardı. Hastalık günden güne şiddetleniyordu. Bir ara yanında bulunanlara şöyle buyurdu: “Hastalığa tutulan hiçbir Müslüman yoktur ki, Allahü Teâlâ, onun hata ve günahlarını, ağacın yaprakları döküldüğü gibi dökmesin!” (Buhari ve Müslim).

       Ashab-ı kiram, bu duruma çok üzülüyor, evlerinde rahat edemiyorlardı. Nihayet mescitte toplandılar ve Rasulüllah’tan haber getirmesi için Hz. Ali’yi huzura gönderdiler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, hastalığının şiddetine katlanarak kalktı. Hz. Ali ve amcası Abbas’ın oğlu Hz. Fadl’a dayanarak mescide geldi ve orada bulunanlara şöyle buyurdu: “Benim ölümümü düşünüp telaş ediyormuşsunuz. Hiçbir peygamber, ümmeti arasında sonsuz kaldı mı ki, ben de sizin aranızda sonsuz kalayım? Biliniz ki, ben Rabbime kavuşacağım.”

       Vefatına üç gün kala Peygamberimiz’in hastalığı ağırlaştı. Mescide gidip cemaate namaz kıldıramadı. Hz. Ayşe’nin odasında namazını eda etti. Cemaatten ayrı olarak münferiden kıldığı ilk namazdı ve bu yatsı namazı idi. İstirahat için yatağına yattı ve Hz. Ayşe annemize şöyle buyurdu: “Allah’ın huzuruna, dünya malı bırakmadan gitmek isterim. Yanında kalan altınları da, fakirlere dağıt!” 

       Yıl, hicri takvime göre 11, miladi takvime göre 632… Âlemlerin Efendisi, artık son anlarını yaşıyor ve mübarek dudaklarından şu cümleler dökülüyordu: “Namaza, namaza devam edin! Kadınlarınız ve köleleriniz hakkında Allah’tan korkun! Ey Allah’ım! Beni bağışla! Bana rahmetini ihsan eyle! Beni Refik-i ala zümresine kavuştur.” (Rasulüllah’ın özlediği Refik-ı âlâ; Buhari rivayetine göre, cennetin en yüksek makamında bulunan peygamberler cemaatidir.) Yanındaki su çanağına arada sırada elini batırıyor ve yüzünü ıslatıyordu. “Lâ ilahe illallah” diyor, dua mahiyetinde ayetler okuyordu. “Ey Rabbim, ölümün sarsıntılı anlarında bana yardım et. Ey Rabbim beni bağışla, ey Rabbim beni bağışla!” diye niyaz ediyordu.

        Durumu ağırlaşınca bir ara gözlerini kapattı. Orada bulunanlar, mübarek ruhunu teslim ettiğini sandılar. Hz. Fatıma validemiz, dayanamayıp babasının mübarek kulağına doğru eğildi ve gönülleri yaralayan bir sesle; “Babacığım! Ne olur mübarek gözlerini aç da bana bir şey söyle!” diyordu. Mübarek gözlerini açtı, kızının gözyaşlarını sildi ve kulağına bir şeyler fısıldadı. Bunun üzerine Hz. Fatıma sessizce gözyaşları döktü. Bir müddet sonra, onun kulağına tekrar fısıldadı. Bu sefer Fatma validemiz öyle sevindi ki, onu karşıdan görenler, kendisine bütün cennet kapılarının açıldığını zannederlerdi.

       Bu olay, Hz. Ayşe validemizin dikkatinden kaçmamış, ilk fırsatta ona bunun sebebini sormuştu. Hz. Fatıma validemiz, bunun bir sır olduğunu söyleyerek açıklamada bulunmak istemedi. Rasulüllah’ın vefatından sonra, Hz. Ayşe annemiz tekrar sorunca, Hz. Fatma şöyle dedi: “Önce kendisinin vefat edeceğini söyledi, onun için ağladım; sonra kendi ailesi içinde, O’na en erken benim kavuşacağımı söyledi, o zaman da çok sevindim” (Buhari ve Müslim). Nitekim Hz. Fatma annemiz, Rasulüllah’ın ölümünden beş buçuk ay sonra 3 Ramazan 11 (22 Kasım 632) tarihinde vefat etti. 

       (Yararlanılan Kaynaklar: Hazreti Muhammed-Diyanet Yayınları, Prof. Dr. İbrahim Canan-Hz. Muhammed’in Son Sözleri, Peygamberler Tarihi Ansiklopedisi-Hicri 11. Yıl, Mehmet Oruç-Kâinatın Efendisi, Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu-Rasûlüllah’ın Son Günleri ve Vefatı)

      Hazırlayan: Bahtiyar Budak–Emekli Edebiyat Öğretmeni

En son Haberler