Diğer Haberler Son Dakika 

KİMLERE BEDDUA EDİLEBİLİR?

       Beddua, Farsçada “kötü” anlamına gelen “bed” ile Arapçada “dileme, isteme” gibi anlamlara gelen “dua” kelimelerinden oluşmuş bir bileşik isimdir. Dinin zulüm ve haksızlık saydığı geçerli sebeplere dayanması şartıyla beddua etmenin câiz olduğunu gösteren ayet ve hadisler vardır. Nitekim müfessirlerin çoğu, “Allah kötü sözün alenen söylenmesini sevmez; ancak zulme uğrayanlar hariçtir” (Nisâ 148) mealindeki ayetin; haksızlığa uğrayanların, zalime beddua etmelerine izin verdiğini belirtmişlerdir. Ayrıca Hz. Peygamber’in (s.a.s.); Müslümanlara işkence etmek, İslâm dinine şiddet ve baskı yoluyla karşı koymak gibi kötülükleriyle tanınan bazı müşriklere beddua ettiği ve bedduasının da etkisini gösterdiği bilinmektedir.

       Mazlumun bedduasının kabul olunacağına dair pek çok hadis vardır. Nitekim Rasulüllah, Muaz b. Cebel’i Yemen’e vali olarak gönderirken bazı görevlerini sıraladıktan sonra, “Mazlumun bedduasından sakın! Çünkü onunla Allah arasında perde yoktur” (Buhari) diyerek zulüm ve haksızlık konusunda onu uyardığı birçok kaynakta belirtilmiştir. Yine Peygamberimiz, misafirin duası ve babanın çocuğu hakkındaki duası, adaletli devlet başkanı ve oruçlu kimsenin duasıyla mazlumun bedduasının kabul edileceğinden şüphesi olmadığını belirtmiş; kendisi de mazlumun bedduasına uğramaktan Allah’a sığınmıştır (İbn Mâce).

       Peygamberler, inkârcıların şiddetli direniş ve düşmanlıklarına rağmen tebliğ faaliyetlerine aralıksız devam etmişlerdir. Ancak onlar da her insan gibi duygu, düşünce ve hisler taşıdıklarından kimi zaman yapılan zulüm, işkence ve isyanlara dayanamamışlar ve bunları yapan inkârcılar için beddua etmişlerdir. Peygamberler, kendi nefislerine karşı yapılanlardan daha çok, Allah’ın dinine ve müminlere yapılanlardan dolayı öfkelenmişlerdir. Onları beddua etmeye sevk eden temel husus; inkârcı zalimlerin yeryüzünde fesat çıkarmaları, inanan insanlara zulüm ve haksızlıklar yapmaları ve Allah’ın dini ile insanlar arasına engeller koymaya çalışmalarıdır.

       Kuran-ı Kerim’de, peygamberlerin kavimleri için yaptıkları duaların, beddualara göre daha çok yer aldığı görülmektedir. Bu husus, en küçük bir isyan, hakaret veya işkence ile karşılaşıldığında hemen bedduaya sarılmak yerine; zalimlerin ıslahı için, öncelikle dua etmek ve elden geldiğince çaba sarf etmek gerektiğine işaret etmektedir.

       Peygamber Efendimiz (s.a.s.), beddua etmekten kaçınırdı. Kendisinin lânet eden değil, aksine rahmet peygamberi olduğunu söylerdi. Mekke döneminde İslâmî tebliğ etmek üzere Tâif’e gittiğinde, orada kötü bir davranışla karşı karşıya kalmış; dönüşte taş yağmuruna tutulmuş, mübarek ayakları kanlar içerisinde kalmıştı. Yine Uhud’da dişi kırılmış, yüzü yaralanmıştı. Bunlara rağmen, onlara beddua etmemiş; hidayete ermeleri için dua etmişti. Bununla birlikte zaman zaman Allah düşmanlarına beddua ettiği de olmuştur.

       Hendek Savaşı sırasında müşrikler, müminlere yoğun bir biçimde saldırmıştı. Çarpışma öylesine şiddetli devam etti ki, müminler o günün öğle ve ikindi namazlarını eda edemediler. Daha sonra, o günün öğle ve ikindi namazlarını ashabıyla birlikte kaza ettiler. Kendisini taşlatanlara ve çok kereler eziyet edenlere bile beddua etmeyen Kâinatın Efendisi, namazını engelleyenlere karşı beddua etmekten çekinmedi. Beddua sonucunda, geceleyin ansızın doğudan kopan fırtına düşmanın altını üstüne çevirmişti (Ebu Davud).

       Bir grup, Hz. Peygamber’e (s.a.s.) gelerek, “Bize Kuran’ı ve sünneti öğretecek insanlar gönderseniz” diye istekte bulundular ve onların korunacakları güvencesini verdiler. Rasulüllah, kurrâ hafızlardan yetmiş seçkin sahabeyi onlara gönderdi. Fakat hafızlar, daha gidecekleri yere varmadan, bir grubun saldırısına uğrayarak şehit oldular. Hafızlardan Âmir bin Füheyre (r.a)’ı şehit eden Cebbar, sonunda hidayete mazhar oldu. Zira şehit ettiği zatın, ölürken “Kazandım, vallahi kazandım!” diye haykırışı günlerce kulaklarında çınladı. Bu sözler kendisi için bir muamma oldu. “Ben onu öldürüyorum, o kazandım diyor, bu nasıl iştir?” diye haftalarca düşündü. Bir gün, kahramanlığı ile meşhur olan ve Hz. Peygamber’in yüz kişiye bedel saydığı Dahhâk bin Süfyân’a, bu sözün ne anlama geldiğini sordu. O da bunun “Cennete kavuştum” demek olduğunu söyleyince Cebbar, daldığı derin gaflet uykusundan uyandı ve iman ile şereflendi. Allah Rasûlü, bu saldırıyı gerçekleştirenlere, bir ay süre ile beddua ve lânet etmişti.

       Rasûlüllah (s.a.s), Kâbe’de namaz kılarken secdeye vardığında, Ebu Cehil ve arkadaşları, O’nun üstüne deve işkembesi attılar. Rasûlüllah, namazını tamamlayınca, yüksek sesle; “Allah’ım! Kureyş’ten olan bu topluluğun yaptıklarını sana arz ediyorum. Ebu Cehil b. Hişâm’ı, Utbe b. Rebîa’yı, Şeybe b. Rebîa’yı, Ukbe b. Ebu Muayt’ı, Ümeyye b. Halef’i sana havale ediyorum” diye bedduada bulundu ve İbn Mesut’un bildirdiğine göre, bunların tamamı Bedir Savaşı’nda öldürüldü.(Buhari, Müslim, Müsned).

       Hz. Peygamber’in amcası ve azılı düşmanlarından biri olan Ebu Lehep, İslâmiyet’ten önce Hz Peygamber’in dostuydu. Hatta O’nun kızı Rukiye’yi oğlu Uteybe ile evlendirmişti. Ancak peygamber olduktan sonra şiddetle kendisine karşı çıktı. Ebu Lehep’ten bahseden Tebbet suresi nazil olunca; Uteybe,  Rasûlüllah’ın yakasına yapışarak, O’na olmadık hakaretlerde bulundu. Uteybe’nin bu davranışına çok üzülen Hz Peygamber; “Yarabbi! Buna canavarlarından birini musallat et” diye beddua etti. Bunu duyan Ebu Leheb, oğlunun arkadaşlarına; “Muhammed oğluma beddua etti, onu korumak için tedbirli olun” diye tembih etmişti. Uteybe, ticaret için Şam’a giderken konakladıkları yerde, korkusundan arkadaşlarının ortasında uyumuştu. Geceleyin bir aslan gelip orada bulunanları tek tek koklayarak bırakmış, sıra Uteybe’ye gelince onu orada parçalamıştı.

       İslâm âlimleri, Müslümanların olur olmaz sebeplerle birbirleri aleyhine beddua etmelerinin İslâm ahlâkıyla uyuşmayacağına dikkat çekmişlerdir. Beddua, müminlerin, zalimlere karşı ellerinden hiçbir şey gelmediği, dinin ve inananların ciddi bir tehdit altında olduğu durumlarda başvuracakları alternatif bir yoldur. Beddua ederken de, Hz. Peygamber’in Kuran’da zikredilen üslubunu takip etmek, zalimleri Allah’ın hak ve adaletine sevk etmek güzel bir yöntem olabilir.

       (Yararlanılan Kaynaklar: TDV İslam Ansiklopedisi, Doç. Dr. Fatih Tok-Kuranda Peygamber Bedduaları, Tecrid-i Sarih Tercümesi, Dr. Murat Kaya-Siyer-i Nebi, Said Demirtaş-Namazı Yaşayanlar, Ahmet Tunalılar-Rasûlüllah Efendimiz’in Bedduaları, Murat Ergüven-Uteybe’yi Arslan Nasıl Parçaladı?)

       Hazırlayan: Bahtiyar Budak–Emekli Edebiyat Öğretmeni

En son Haberler