Diğer Haberler Son Dakika 

FATİHA SURESİ

“Bir şeyin evveli, baş tarafı, başlangıcı, giriş” manasında kullanılan Fatiha, Kuran-ı Kerim’in ilk suresi ve bir bakıma onun önsözü olduğu için bu adı almıştır. Kuran’ın tertibi ve yazılması itibariyle birinci sure olması yanında, ayrıca namazdaki kıraat rüknünün yerine getirilmesine bu sure ile başlandığı ve nihayet bir bütün olarak indirilmiş surelerin de ilki olduğu için ona bu isim verilmiştir.

Fatiha suresi, hamdin âlemlerin rabbi Allah’a ait ve mahsus olduğunu bildiren ayetle başlar. Bu ayet, Kuran-ı Kerim’in nüzul sebeplerinin başında yer alan tevhidi ifade ve ilân etmektedir. Bu ayeti Allah’ın esirgeyen ve bağışlayan, aynı zamanda din gününün sahibi ve hükümranı olduğunu ifade eden övgü ayetleri takip eder. Allah’ın sonsuz merhametini ve yüce kudretini bildiren giriş niteliğindeki hamd ve sena ayetlerinin ardından bu yüce kudret sahibi karşısında insanoğlunun durumunu belirleyen ayet gelir. “Biz ancak sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz” mealindeki bu ayetle üçüncü şahıstan ikinci şahsa geçilir.

Surede Allah’tan nelerin isteneceği, ayrıca istemenin usul ve adabı da öğretilmektedir. Buna göre istemenin şartları; önce ne istediğini bilmek, sonra ona gerçekten ihtiyacı olduğunu belirtmek, daha sonra da onu elde etmek için yapılması gerekeni yapmaktır. Böylece gerçek dua, nimeti hayal ve arzu etmek değil; o nimete ulaşmanın doğru yoluna girmek ve o yolda sebat edip ilerlemektir.

Sureyi okuyan mümin, Allah’a kul olduğunu ifade ve ikrar ettikten sonra, kendisiyle yaratıcısı arasında hiçbir aracı bulunmadan doğrudan doğruya ona seslenir. Ebedî saadete ve nihayetsiz nimetlere ulaştıran doğruluk ve dürüstlük yolunda ilâhî lütfa nail olmuş iyilerin izini takip ederek ilerlerken; gazaba uğramışların, şaşırmış ve sapmışların durumuna düşmemek için Allah’tan hidayet ve yardım ister. Allah ile kul arasında bir tür sözleşme ve antlaşma olarak da değerlendirilen Fatiha suresi, Allah-insan ilişkisinin mahiyetini ortaya koyar ve bunun hangi kurallara bağlı olarak sürdürüleceğini öğretir. Ayrıca söz konusu ilişkinin tek taraflı olarak kulun gayretiyle değil, mutlaka Allah’ın hidayet ve yardımıyla sağlanacağını vurgular.

Surenin ilk yarısı, kulun Allah’a hamd ve övgüsünü; ikinci yarısı da, onun Allah’tan isteklerini dile getirir. Bütün tefsirlerde, besmelenin başındaki “b” harfinin “Allah ile insan arasında ilişki ve bağlantı” anlamı taşıdığına önemle dikkat çekilmiştir. Övgü ve tazim cümlelerinden meydana gelen ilk bölümde, Allah’ın insanlara yönelik iltifatının en çarpıcı ifadeleri olmak üzere “Rab, Rahman ve Rahîm” isimleriyle, O’nun mutlak hâkimiyet ve hükümranlığının ahirette de devam edeceğini belirten “hesap gününün tek sahibi” ifadesi yer almıştır. Dua ve niyaz üslûbunun hâkim olduğu ikinci bölümde, insanların Allah’a bağlılıklarının temel unsurları olmak üzere “ibadet” ve “yardım isteme” kavramları yer almaktadır.

Fatiha, Kuran’ın hem bir mukaddimesi, hem de özeti gibidir. Ayrıca her müminin kıldığı namazın bütün rekâtlarında Rabbi ile konuşurcasına okuması ve bu sayede O’na yaklaşması murat edilmiştir. Kuran-ı Kerim’in gönderiliş amacı, insanların dünya hayatını düzene koymak ve iyi bir dünya hayatından sonra ebedî saadeti sağlamaktır. Bu amaca ulaşabilmek için emir ve yasaklara ihtiyaç vardır. Bu emir ve yasakların hayata geçmesi, bunların kaynağının Allah olduğunun bilinmesine bağlıdır. “Eûzü……” diye bilinen cümle, bir ayet olmadığı için Mushaf’a yazılmamıştır. “Kuran okuyacağın vakit o kovulmuş şeytandan Allah’a sığın” (Nahl 98) şeklinde buyurulduğu için, Kuran okumaya başlayanlar, besmeleden önce “eûzü…” ifadesini okumak suretiyle bu emri yerine getirmektedirler.

       Eûzü, Allah’a sığınmak; besmele ise, Allah’a bağlanmaktır. “Allah’ın adıyla, kudretiyle başlıyorum…” Nasıl bir Allah?” Rahman ve rahim olan; yani, rahmetin ve merhametin kaynağı olan Allah’ın adıyla başlıyorum” demektir. “Bütünüyle övgü âlemlerin rabbi Allah’a aittir” (Fatiha 2). Hamd, şükürden daha geniş kapsamlıdır. Allah’ın bütün varlıklara verdiği nimete karşı hamd ederiz, şahsımıza verdiği nimete karşı şükrederiz. “Rab” kelimesi; “yaratmak, doğru yolu göstermek, rızıklandırmak, besleyip büyütmek, terbiye etmek” manalarına gelir. “Âlemler” ifadesi ise, çok geniş kapsamlıdır. Ama burada kastedilen canlılar âlemi, insanlar âlemi, cinler âlemi, vb.

       “Rahman ve Rahimdir” (Fatiha 3). Hamd, Rahman ve Rahim olan Allah’a mahsustur. O Allah, sadece Rab değil, aynı zamanda Rahman’dır, yani rahmetin kaynağıdır; Rahim’dir, yani merhametin kaynağıdır. “Din gününün sahibidir” (Fatiha 4). Allah, “ben buyum, beni böyle tanıyacaksınız” diyor. Böyle bir Allah’a hamd lâyıktır. Burada ceza ve mükâfat günü dediği, ahiretin tek egemeninin Allah olduğudur.

       “Yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz” (Fatiha 5). Allah’tan başkasına kulluk etmek ve O’ndan başkasından yardım istemek şirktir. Çünkü müşriklere; neden meleklere ve başka şeylere taptıkları sorulunca, “bizi sadece Allah’a yaklaştırsınlar diye onlara kulluk ediyoruz” (Zümer 3) derler. Bütün Müslümanlar, yalnız Allah’a kulluk etmeli ve yalnız Allah’tan yardım dilemelidir. Tevhit inancının aslı budur. Bu iki kelimede çoğul ifadeler kullanılıyor. Bir kişi tek başına bile namaz kılarken Fatiha suresini okuyarak, toplumsal dua yapmış oluyor. Böylece duada egoistlik olmadığı ortaya çıkıyor.

       Suredeki dua bölümünde; “Bizi doğru yola, yani kendilerini nimetlendirdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğramışlar ve sapıkların yoluna değil!” (Fatiha 6-7) denmektedir. Bu suredeki dua; tekil değil, çoğul olarak kullanılmaktadır. Burada toplumsal bir dua vardır. Allah bize duanın formülünü de veriyor. Kendisinden başka hiçbir kimsenin bizi doğru yola götüremeyeceğini, bu işi ancak kendisinin yapabileceğini söylüyor. Yine hidayeti ancak kendisinin verebileceğini ve doğru yolun ne olduğunu da ancak kendisinin bildiğini söylüyor.

          Doğru yol, Allah’ın, nimetlendirdikleri kullarının yoludur. “Kimler sırat-ı müstakim yolundadır?” dediğimiz zaman, Nisa suresine gidiyoruz: “Allah’a ve peygambere itaat edenler, Allah’tan kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, doğruyu tasdik edenler, hakka şahitlik edenler ve salih kimselerle beraberdirler. Onlar ne güzel arkadaştır” (Nisâ 69). Bu ayet, Fatiha suresindeki “enamte aleyhim” (nimet verdiğin kimseler) ifadesini açıklıyor.

       Bu surede, kimin yolu olmaması gerektiği de açıklanıyor: “Gazaplandığın ve yoldan çıkmışların yoluna değil. Benim aradığım, talip olmak istediğim yol; senin beni getirmeni istediğim yoldur ya Rabbi!” Allah bu yolu bize öğretiyor. Dolayısıyla Allahü Teâlâ, kendi yolunu, kendisi gösteriyor. Peygamberlere, şühedaya, sıddıklara, iyi insanlara verdiği ve onların gittiği yoldur. Allah, onları nimetlendirmiştir. Biz de o yola talip oluyoruz. Bu nedenle Fatiha suresi Ümmü’l (ana) kitaptır; bölünemez, parçalanamaz. Bir bütündür ve bütün olarak inen surelerin ilkidir. Diğer birçok sureler, parça parça inmiştir. Bu sure, tevhit inancı ve dua olarak çok ileri seviyede olduğu için onu namazda her zaman okuyoruz.

       “Duamızı kabul buyur” manasına gelen “âmin” sözü, dilleri ne olursa olsun bütün Müslümanların, hatta semavî din mensuplarının ortak ifadeleri haline gelmiştir. Bu cümle Fatiha suresine dâhil olmadığı gibi ayet de değildir.

       (Yararlanılan Kaynaklar: TDV İslam Ansiklopedisi, TDV Kuran Yolu Tefsiri, Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı-Kuran’ı Anlamak)

       Hazırlayan: Bahtiyar Budak-Emekli Edebiyat Öğretmeni

En son Haberler