Ahiret Yolcusuna Karşı Görevlerimiz
Hayat, ilahi bir lütuf olduğu gibi, ölüm de kaçınılmaz bir hakikattir. Dünyaya gelen her insan kendisine takdir edilen ömrü yaşayacak ve sonunda mutlaka ölecektir. İnsan nerede olursa olsun, ne kadar kaçarsa kaçsın, ne kadar çare ararsa arasın, ölüm onu muhakkak yakalayacaktır (Nisa 78, Cuma 8). Ölüm; dünyadan, anadan, babadan, yardan, evlattan ayrılış gibi görünse de; aslında mümin kulların, Cenab-ı Hakkın huzurunda sevdikleriyle yeniden buluşmalarının adıdır. Allah’a karşı kulluk vazifelerini yerine getirenler için huzur ve mutlulukla dolu yeni ve ebedî bir hayatın başlangıcıdır.
Mümin olarak, kardeşlerimizi ahiret hayatına uğurlarken, yapmamız gereken dini ve insani birtakım sorumluluklarımız vardır. Bunların başında, ölüm döşeğinde olan kardeşimizi yalnız bırakmamak, son nefesine kadar ona yarenlik etmek, duyacağı şekilde kelime-i tevhit getirerek bu ikrar ile ruhunu teslim etmesine yardımcı olmak gelir.
Ölü için genel olarak yapılması gereken hazırlıklara “teçhiz”, yıkanmasına “gasil”, yıkandıktan sonra kefenlenmesine “tekfin”, tabuta konulup namazının kılınacağı yere ve daha sonra kabrine taşınmasına “teşyi”, kabre konulmasına da “defin” denilmiştir. Ölmek üzere bulunan kişi, mümkünse yüzü kıbleye gelecek şekilde sağ yanına çevrilir veya başı hafifçe yükseltilip ayakları kıbleye doğru uzatılarak sırt üstü yatırılır. Ölüm halindeki hastanın yanında Yasin suresinin okunması da uygundur. Çünkü Hz. Peygamber’in, ölülere Yasin suresini okumayı tavsiye eden hadisinin, ölmek üzere olan kişileri de kapsamı içine aldığı kabul edilmiştir.
Hasta ruhunu teslim ettikten sonra göz kapakları ve ağzı kapatılarak çenesi bağlanır. Başka bir durumda ise, sırt üstü yatırılır ve elleri iki yana uzatılır. Elbisesi bu sırada çıkarılır ve üzeri boylu boyunca örtülür. Yanında güzel koku bulundurmak veya etrafını buhur ile tütsülemek tavsiye edilmiştir. Hanefilere göre yıkanıncaya kadar, Şafiilere göre ise defnedilinceye kadar ölünün yanında Kuran okumak mekruhtur.
Cenazenin yıkanması farz-ı kifâyedir, bu konuda çocukla yetişkin arasında fark yoktur. Ölen erkek, erkekler tarafından; kadın da, kadınlar tarafından yıkanır. Cenazeyi en yakın akrabası veya onun görevlendireceği ehil bir kişi yıkar. Birden fazla cenaze için tek namaz kılmak câizse de her biri için ayrı ayrı kılmak daha faziletli kabul edilmiştir. Eğer tek namaz kılınacaksa, cenazeler yan yana veya arka arkaya dizilir. Namazı kılındıktan sonra cenazeyi bekletmeden defnetmek gerekir. Bununla beraber kendi memleketine veya bir başka yere nakli sebebiyle defnin geciktirilmesi de mümkündür. Cenaze kabre öncelikle yakın akrabaları tarafından ve kıble yönünden yavaşça indirilir. Kabre koyan kimse bu esnada, “Bismillah ve âlâ milleti Resûlillah” der. Kadın cenazeyi en yakın mahremi, yoksa diğer akrabaları, bunlar da yoksa yakın komşuları kabre indirir. Cenazenin gündüz defnedilmesi tercih edilmekle birlikte gece defnedilmesi de mümkündür.
Cenazenin ardından kabre kadar gitmek sünnettir. Hz. Peygamber (s.a.s.), Müslümanın, Müslüman üzerindeki haklarını sayarken cenazeyle alakalı görevleri de saymıştır. Cenaze merasimlerinin ölen bir Müslümana yapılması gereken son bir vazife olması yanında; yaşayanlara ölümü hatırlatmak, ahireti düşünerek ibret almalarını sağlamak gibi amaçları vardır. Bu nedenle cenaze törenlerinde bağırıp çağırmak, yüksek sesle ağlamak, alkışlamak, slogan atmak, ıslık çalmak, zılgıt çekmek, tezahürat yapmak caiz değildir. İslam âlimleri, bu tür davranışlar bir yana, cenaze merasimlerinde yüksek sesle tekbir getirmeyi dahi mekruh kabul etmişlerdir. Bu itibarla cenaze merasiminde hazır bulunanların cenazeyi sükûnet ve vakarla takip etmeleri gerekir. Bu, ölen kimseye gösterilecek saygının da bir gereğidir.
İnsanın ölüsü de saygıya lâyıktır. Bu saygı bir yönüyle, ölünün yakınlarına bir teselli mahiyeti taşıdığı gibi, ölümün hiçlik olmadığını anlatmak amacına da yöneliktir. O ölmüştür, fakat yine de insandır. Bu dünya açısından ölmüştür; fakat başka bir âlem için yeniden doğmuştur. Ölünün âdeta yeni doğmuş bir çocuk gibi yıkanması, bir yönüyle bu yeniden doğuş olayını sembolize etmekte; bir yönüyle de, bu fâni yolculuğun yani dünya hayatının kendisi üzerinde bıraktığı kir, toz ve bulaşıkları gidermeyi temsil etmektedir.
Peygamberimiz’in “Ölülerinize “lâ ilâhe illallah telkin ediniz” (Müslim) sözündeki “ölüleriniz” kelimesi, âlimlerin çoğunluğu tarafından, “ölmek üzere olanlarınız” şeklinde anlaşılmış ve bunlar, telkinin sadece ölüm döşeğindeki hasta için olduğunu; definden sonraki telkinin meşru olmadığını söylemişlerdir. Bazı Hanefî âlimleri ise, bu konuda açık bir hüküm bulunmadığını, yani ölü defnedildikten sonra telkin vermenin tavsiye edilmediği gibi yasaklanmadığını ileri sürmüşlerdir.
Cenazeyi taşımak veya kabri kazdırmak için ücretle adam tutmak câizdir. Bir kimsenin kendisi için kefen alıp hazırlaması câiz olduğu gibi, şahıs veya aile mezarlığı olarak mezar yeri almak da câizdir. Tabii ki aslolan, bir insanın kendisi için kabir hazırlaması değil, kendisini kabir için hazırlamasıdır.
Öleceğin gün için sakın telaşlanma! Bu kadar değer verdiğin bedeninin başına neler gelecek diye kaygılanma! Ne olacak, nasıl olacak diye hiç üzülme! Çünkü Müslüman kardeşlerin senin için gerekenleri yapacaklar. Elbiselerini çıkarıp bedenini yıkayarak sana gusül yaptıracaklar ve yeni elbise olarak kefen giydirecekler. Evinden dışarı çıkararak, yeni evin olan kabrine götürecekler. Cenaze merasimin için birçokları işlerini bırakıp gelecekler. Özel eşyalarını toplanacak, mümkünse sadaka olarak fakirlere dağıtacak. Emin ol, sen öldükten sonra kimse işini gücünü bırakıp senin hasretini çekmeyecek. İşler ve ticaret kaldığı yerden devam edecek; senin görevin, bir başkasına devredilecek. Malın ve servetin bölüşülecek, mirasçıların hepsini sahiplenecek; sen ise kazandığın o malların hepsinden tek tek hesaba çekileceksin.
Öldükten sonra senden alınacak ilk şey adın olacaktır. O nedenle öldüğünde sana “cenaze” diyecekler, kimse seni isminle çağırmayacaktır! Sana namaz kılmak için geldiklerinde, adını sormayacaklar, “Cenaze nerede?” diye soracaklardır. Omuzlarında taşıdıklarında ve defnettikleri zaman da senin adını söylemeyecekler; onun yerine “cenaze” veya “mevta” kelimesini kullanacaklardır. O hâlde, dikkatli ol; soy, nesep, milliyet, para, şan-şöhret ve makam seni aldatmasın!
Öldükten sonra senin için üç çeşit üzüntü olacak: Seni biraz tanıyanlar, “Yazık!” diyecekler. Seni daha fazla tanıyan dost ve arkadaşların birkaç saat veya en fazla birkaç gün üzülecek, sonra da şakalarına, gülüşlerine ve eğlencelerine devam edecekler. Yokluğunu ve ayrılık acısını derinden hisseden ailen ise; birkaç hafta, birkaç ay veya en fazla bir yıl üzüntünü yaşayacak; sonra da seni kendi hatıralar arşivine gönderecekler. İşte bu şekilde senin halk arasındaki öykün sona erecek!
Ölümle beraber güzelliğimiz, sağlığımız, çocuklarımız, evimiz, eşimiz, mal ve mülkümüz ne varsa hepsi elimizden çıkar ve gerçek öykümüz başlar; yani ahiret hayatımız! Peki, ölüm için, kabir için, ahiret için ne kadar hazırız? Bu, üzerinde durmamız ve çokça düşünmemiz gereken bir gerçektir. Rabbimiz, cümlemizin sonunu hayırlı eylesin inşallah! Âmin!
(Yararlanılan Kaynaklar: Diyanet Hutbe, TDV İslam Ansiklopedisi, Din İşleri Yüksek Kurulu Fetvaları, TDV İslam İlmihali, Anonim Bilgiler)
Bahtiyar Budak
Emekli Edebiyat Öğretmeni