GÜNAHLARIN SORUMLULUĞU
Günah, Allah’ın yasak ettiği söz ve davranışlardır. Allah’ın “yapın” dediği bir şeyi yapmamak günah olduğu gibi, “yapmayın” dediği bir şeyi yapmak da günahtır. Mesela; ergenlik çağına gelmiş, aklı başında her Müslümana, namaz kılması emredilmiştir. Böyle bir kimse, namaz kılmayacak olursa, günah işlemiş olur. İçki, kumar, fal okları gibi şeyler yasaklanmıştır. Allah’ın bu yasağına uymayanlar da günah işlemiş olurlar.
Günahların hepsi eşit değildir. Bir adamı haksız yere dövmek ve yaralamak günah olduğu gibi, onu öldürmek de günahtır. Fakat bunlar, aynı seviyede değillerdir. Bir günah ki, onu işleyen kimseye, cehennemde azap edileceği Kuran ve hadislerde bildirilmiş ise, o günah, büyük günahtır.
Günah işlemekten doğan ceza şahsidir. Yani herkes işlediği günahın cezasını kendi çeker, başkasının günahından sorumlu olmaz. Kuran-ı Kerim’de; “Kim doğru yolu seçerse, kendi iyiliği için seçmiştir; kim de saparsa, kendi zararına sapmış olur. Hiç kimse başkasının günah yükünü üstüne almaz. Biz bir resul göndermedikçe azap da etmeyiz” (İsrâ 15) buyrulmuştur. Ancak işlediği günahla kötü çığır açıp ve başkalarına kötü örnek olanlar; Kuran’ın ifadesiyle, “Saptırdıkları kimselerin günahlarından da yüklenmiş olurlar” (Nahl 25).
Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s) de şöyle buyurmuştur: “Her kim İslam’da güzel bir çığır açar da kendisinden sonra onunla amel edilirse, o kimseye açtığı bu çığırla amel edenlerin sevabı kadar sevap yazılır; amel edenlerin ecirlerinden de bir şey eksilmez. Her kim de İslam’da kötü bir çığır açar ve kendisinden sonra onunla amel olunursa, o kimseye açtığı bu çığırla amel edenlerin günahı kadar günah yazılır; amel edenlerin günahından da bir şey eksilmez” (Müslim, Nesâi).
İslâmiyet’e göre, Hristiyanların inandıkları gibi, Hz. Âdem’den insanlara miras kalan aslî bir günah mevcut değildir. Yüce Allah, Âdem’in işlediği günahı onun tövbesi üzerine affetmiştir (Bakara 37). İnsanlar dünyaya hem hayır, hem de günah işlemeye elverişli bir yetenekle fakat günahsız olarak gelirler. Müslüman fertlerin, hukuk kurallarını ve toplum düzenini ihlâl edecek şekilde işledikleri günahlara had, kısas ve ta’zir gibi dünyevî cezaları uygulama mecburiyeti de getirilmiştir.
Günahkâr mümin için bu dünyada en büyük ceza; Abdullah b. Mesut’un da söylediği gibi, onun yaşadığı dinî suçluluk psikolojisidir. Uhrevî ceza ise ebedî mutluluğun simgesi olan cennet nimetlerinden mahrum olmak ve cehennem azabına maruz kalmaktır. Öte yandan günahkâr mümine dünyada uygulanan cezaların kefâret hükmünde olup uhrevî cezayı düşüreceği genellikle kabul edilmiştir.
Birçok ayet ve hadis; kişinin işlediği günahlardan dolayı pişmanlık duymasını, Allah’tan bağışlanma niyazında bulunmasını istemekte ve bunun için özendirici ifadelere yer vermektedir. Bunun yanında başkalarının affedilmesi için dua ve istiğfarda bulunulması da emredilmiştir. Kuran’da, meleklerin müminler için af dilediği haber verildikten başka “müminler için istiğfar etmek” kavramı Hz. Peygamber’e nispet edilmekte; hatta bu O’nun görevlerinden sayılmaktadır. (bk. Mümin 7-9, Şûra 5, Âli İmran 159, Nisâ 64, Muhammed 19, Münafikûn 5). Bakara süresinin son ayetinde (286) bütün Müslümanlara telkin edilen ortak duada yer alan, “Bizi affet, bizi bağışla, bize acı” mealindeki cümleler de oldukça dikkat çekicidir.
“Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. Günah yükü ağır gelen kimse onun taşınması için yardım çağrısında bulunsa, çağrılan yakını bile olsa, o yükten hiçbir şeyi başkası üzerine alamaz…” (Fâtır 18). Bu ayette, dikkat çekilen bir nokta da; hiçbir kimsenin kendisi istese dahi başkasının günahını üstlenmeye ve onu sorumluluktan kurtarmaya gücünün yetmeyeceğini bildirmesidir.
Herkes kendi günahından sorumlu olur, kendi günahının cezasını çeker. Zalimlerin, zorbaların yaptığı gibi birinin günahı diğerine yükletilmez. Ankebût suresi 13’üncü ayetinde, “Onlar mutlaka kendi günah yükleriyle birlikte başka yükler de yüklenecekler…” buyrulması, buna aykırı değildir. Çünkü o hem sapıtmış, hem de saptırmış olanlar hakkındadır. Başkasını da sapıtmaya çalışanlar hem sapıklıklarının, hem saptırmalarının günahını çekerler ki, ikisi de kendi günahlarıdır.
Günahlarını başka bir kurumun veya kişinin önünde sayıp dökmeye gerek yoktur. Çünkü Allah’tan başka hiç kimse günahlara tövbeyi kabul veya ret konusunda yetki sahibi değildir. Kul hakkını içeriyor olmadıkça, günahlar şahsidir ve kul ile Rabbi arasındadır. Kul hakkını içeriyor olması halinde ise günah, yalnız hakkı zedelenen kul ile hakka geçen şahıs arasında bir meseledir ve üçüncü şahıslar açısından yine gizlilik taşır. Peygamberimiz (s.a.s.), günahını açığa vuranı ikaz eder ve şöyle buyurur: “Adamın biri gece kötü bir iş yapar. Yüce Allah o kişinin suçunu örter. Fakat o kimse sabah olunca rastladığı kişiye, “Ben dün gece şöyle şöyle günah işledim” der. Allah da geceleyin örttüğü bu suçu ortaya saçar, açığa çıkarır. Artık bu gizli günah açıkça işlenmiş hale gelir” (Buhari, Müslim).
İsimlerinden biri de “Settâr” olan Allah Teâlâ, kullarının kusur ve hatalarını, günahlarını örterek gizler ve diğer kulların bilmesine engel olur. Bu itibarla Cenâb-ı Hakk’ın bir sıfatı da “Settârul-Uyûb”; yani, ayıpları örten, gizleyendir. Eğer O’nun bu ismi kulları üzerinde tecelli etmeseydi, insanlar birbirlerinin kusurlarına muttali olur ve birbirlerine karşı rezil olurlardı.
Hadis-i şerifte şöyle buyrulur: “Mahşerde bütün insanlar, hesaplarının görülmesi için sıranın kendilerine gelmesini bekledikleri bir sırada; Allah Teâlâ sevdiği kulunu hiç kimsenin görmeyeceği, duymayacağı şekilde yaklaştırır ve “Şu günahını hatırlıyor musun?” diye sorar. Kul hepsini itiraf eder ve mahvolduğunu düşünmeye başlar. O esnada Yüce Allah, “Günahlarını, dünyada halktan gizlemiştim; şimdi de o günahlarını bağışlıyorum” buyurabilir. (Buhari, Müslim).
Günahları ile övünmek, haramdır. Hatasını başkasına anlatacağına, Cenâb-ı Hakk’a el açıp yalvarmak ve kendini bağışlamasını dileyerek günahlara tövbe etmek gerekir. Samimiyetle tövbe edildiği ve kulluk görevleri hakkıyla yerine getirildiği zaman, Yüce Allah’ın bağışlayacağına da inanılmalıdır. Mümin, tövbe ile günahlarını affettirip sildirmeye çalışmalı ve günahta ısrar etmemelidir.
Günaha devam edildikçe bu davranış, zamanla yaşam tarzına dönüşebilir. İmanın gereği olan İslam’ın hükümlerini bırakıp aykırı uygulamaları, hayat tarzı haline getirebilir. Bunun sonucu olarak da; “…Kim inanmayı reddederse, ameli kesinlikle boşa gider. O, ahirette de hüsrana uğrayanlardandır” (Maide 5) ayetinin hükmü gereğince, bütün yapıp ettikleri boşa gider ve ahirette kaybedenlerden olur.
(Yararlanılan Kaynaklar: TDV İslam Ansiklopedisi, Lütfi Şentürk-Diyanet Dergisi, Elmalılı M. Hamdi Yazır Tefsiri)
Hazırlayan: Bahtiyar Budak-Emekli Edebiyat Öğretmeni