Diğer Haberler 

İBADETLERDE ÖZÜR SAHİBİ

“Bir kusurun hoş görülmesini gerektiren sebep, mazeret” gibi anlamlara gelen özür, iki ayette (Kehf 76, Mürselat 6) yer almaktadır. Aynı kökten türeyen kelimeler, Kuran’da ve hadislerde pek çok yerde geçer. Fıkıhta “özür” terimi, “dinen veya hukuken meşru sayılan mazeret” anlamında kullanılır. Özrü bulunan kişiye de “mazur” denir.

Özür ve mazur terimlerinin fıkıhta en yaygın kullanıldığı konuların başında abdesti bozan haller gelir. Fıkıhta, zorluğun giderilmesi ilkesinden hareketle özür sahibi kişilerin ibadetlerini yerine getirebilmeleri için, özel hükümler öngörülerek kolaylıklar sağlanmıştır. Normal durumlarda abdesti bozulmuş sayılacak kişinin, bu durumda abdestli olduğu var sayılarak vaktinde ve kolaylıkla ibadet etmesine fırsat tanınmıştır.

İdrar veya dışkısını tutamayan, burnu veya vücudundaki yarası sürekli kanayan, devamlı kusan, vücudundan irin veya iltihap akan kişi, âdet veya lohusalık dışında bir hastalık sebebiyle kanı veya akıntısı durmayan kadın vb. özür sahibi sayılır ve abdest konusunda özel hükümlere tâbi olur. Bazı böbrek rahatsızlıklarında olduğu gibi, tıbbî cihazlara bağlı olarak tedavileri yapılan hastalar da tedavileri süresince özür sahibi kabul edilirler.

Bir kimsenin özür sahibi kabul edilebilmesi için, mevcut özrün bir farz namaz vakti içinde abdest alıp namaz kılabilecek kadar kısa bir süre dahi olsa kesilmemesi ve bundan sonra da her namaz vaktinde en az bir defa aynı durumun meydana gelmesi gerekir. Aksi takdirde özür hali sona ermiş sayılır. Özür sahibinin abdesti; vakit içerisinde kendisini özür sahibi kılan sebebin dışında, abdesti bozan hallerden biri vuku bulmadıkça bozulmaz.

Özür sahibi olanlar, her namaz vakti için ayrı abdest alır; özür devam ederken o vakit içinde aldığı abdestle onu bozan başka bir durum meydana gelmedikçe, diledikleri kadar farz ve nafile namaz kılabilirler. Ayrıca özür sahibi abdestli iken Kâbe’yi tavaf edebilir, Kuran okuyabilir. Özür sahibi kimsenin çamaşırına idrar, kan, irin ve akıntı gibi necis şeylerin bulaşması halinde bunlar, miktarı ne kadar çok olursa olsun, özür devam ettiği sürece namazın sıhhatine engel teşkil etmez ve özür sahibi kimse kirlenen yerleri tekrar temizlemekle veya çamaşır değiştirmekle mükellef tutulmaz. Ancak bu necis maddeler aralıklarla geliyorsa veya kişinin çamaşırına tekrar bulaşmayacaksa, bunların yıkanması gerekir.

Geçerli bir mazeret sebebiyle ayakta namaz kılamayan kimse oturarak kılar. Ayağa kalkınca ağrı ve hastalığın artması, akıntı gelmesi, düşman tarafından görülme ihtimali gibi sebepler de böyledir. Hastalık, can güvenliğinin bulunmaması gibi mazeretleri olanlar, farz olan cuma namazını kılmayabilir. Cuma namazı kılamayanlar, o günkü öğle namazını kılarlar. Fakihlerin çoğunluğuna göre başta yolculuk olmak üzere, bazı mazeretlerin bulunması halinde, öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı namazlarının birlikte kılınması câizdir.

Kuran-ı Kerim’de (Bakara 184-185), hastalık ve yolculuk hallerinin, orucu ertelemeyi meşru kılan gerekçeler olduğu belirtilmiştir. Başka deliller ve genel ilkeler ışığında bunların açılımı niteliğindeki bazı durumlarda, ramazan orucunun ertelenmesi veya başlanmışsa bozulması için geçerli birer mazeret sayılmıştır. Bu durumlarda kişi tutamadığı oruçları daha sonra kaza eder.

Âmâ ve topal gibi engelliler veya hastaların, cihattan ve güç yetiremeyecekleri diğer görevlerden muaf oldukları ayetlerde (Nur 61, Fetih 17) bildirilmiştir. Ayrıca Hz. Peygamber’in (s.a.s.), özellikle âmâ sahabe İbn Ümmü Mektûm ile ilgili söz ve uygulamaları özürlülerle ilgili çeşitli hükümlere açıklık getirmiştir. Meselâ bu gibi kimselerin, yöneticilik ve imamlık yapabilecekleri; buna karşılık savaşa katılmaktan muaf oldukları bildirilmiştir.

İslâm dini, ibadetler için belli süreler koymuştur. Bunların zamanında yerine getirilmesi hem bir görev, hem de bir haktır. İslâm, kişiye gücünün üstünde bir yük yüklemez ve zorlukla karşılaşılan her konuda kolaylık ilkesi devreye girer. Buna göre, özürlü kişiler için özel hükümler getirilerek, onların da ibadetlerini süresi içinde yapmalarına fırsat verilmiştir.

Özürlü kimse, her farz namaz vakti için abdest alır, bu özür halinin abdesti bozmadığı var sayılarak, o vakit içinde aldığı abdestle onu bozan yeni bir durum meydana gelmedikçe; dilediği kadar farz, vacip, sünnet, eda ve kaza namazı, cuma ve bayram namazı kılabilir. Kâbe’yi tavaf edebilir, Mushaf’ı tutabilir. Namaz vaktinin çıkmasıyla özürlü kimsenin abdesti bozulmuş olur. Özrün dışında, abdesti bozan başka bir durumun meydana gelmesiyle de abdest bozulur.

Özürlü bir kimse; özrün bedendeki çıkış yerine sargı sarmak gibi yollarla özrün ortaya çıkmasına engel olursa, artık özürlü olma hükmü dışına çıkar. Dinimiz, özür sahipleri hakkında her türlü kolaylığı göstermiştir. Sargı ve mestler üzerine mesh etmek ve su bulamayan için teyemmüm abdesti bunlar arasındadır.

Düzenli âdet gören bir kadının normal âdet günlerinden sonra kanaması devam ederse, bu kanama on günü geçmediği takdirde tamamı hayız hükmündedir. Ancak on günü geçerse, önceki normal âdeti esas alınarak devam eden kısmı istihâze (özür kanı) kabul edilir. Bu kanama ikinci ayda da on günü geçerse, bu kadının âdeti on gün olarak değişmiş olur. Mesela, ay hâli altı gün olan bir kadının daha sonraki ayda altıncı günün bitiminde kanaması devam etse, bu durum on günü aşmadıkça normal âdeti olan altı güne ilaveten kanamanın devam ettiği günler de ay hâlinden sayılır. Fakat aynı kadının bu altı günün bitiminde kanaması devam eder ve bu süre on günü geçerse, ay hâli altı gün olarak kabul edilir. Onuncu günden sonra görülen kan, özür kanı olduğu için kadın bu günlerde namazını kılar, orucunu tutar. Düzenli adet günleri olan altı günden sonra kılmadığı namazları ve tutmadığı oruçları ise kaza eder.

İdrarını tutamama veya başka rahatsızlıklar sebebi ile idrar torbası kullanmak zorunda kalan kimseler özür sahibi sayılırlar. Böyle kimseler Hanefi mezhebine göre her vakit için bir abdest almak suretiyle namazlarını kılarlar. Bu abdestle vakit içinde diledikleri kadar farz veya nafile namaz kılabilirler.

Abdest bakımından özür sahibi olan kişi, kendisi gibi özür sahibi olanlara imam olarak namaz kıldırabilir. Fakat bu kişi özrü olmayanlara imam olamaz. Çünkü imamın durumu cemaatin durumundan aşağı olmamalıdır Şafiilere göre ise, herhangi bir özrü olmayan kişiler, özür sahibi olan kimseye uyabilirler. (Kaynak: Din İşleri Yüksek Kurulu)

Şeytan insanı ibadetten uzaklaştırmak için, ona vesvese verir; böylece insan yellendiği vehmine kapılarak abdestinin bozulduğunu düşünür ve abdestini tekrar almak ister. Oysa abdesti bozulmamıştır. İşte bu duruma mani olmak için hadis-i şerifte; “Abdest almak ancak hadesten veya koku ve sesi olan yellenmeden dolayıdır”(Tirmizi) buyurulmuştur. Fakat kesin bir şekilde yellendiğini bildiği hâlde, “sesini ve kokusunu almadım” deyip abdest almamak da tehlikelidir. Eğer abdestinizin bozulmadığından eminseniz, bu vesvesedir. Vesveseleri dikkate almamak gerekir. Vesveseler dikkate alınıp ona uyulursa, gittikçe büyür; ehemmiyet verilmediği zaman kaybolur gider. Ayrıca kan, akmıyor ve sadece yaranın üzerinde kalıyorsa, bu da abdesti bozmaz. 

(Yararlanılan Kaynaklar: TDV İslam Ansiklopedisi, Prof. Dr. Hamdi Döndüren-Delilleriyle İslam İlmihal, Din İşleri Yüksek Kurulu Kararları)

        Hazırlayan: Bahtiyar Budak-Emekli Edebiyat Öğretmeni

En son Haberler