Diğer Haberler Son Dakika 

İSTİŞARENİN ÖNEMİ

İstişare, birinin veya bir heyetin fikrine müracaat etme, görüşünü alma, danışma anlamına gelmektedir. Kendisine danışılın kimseye “müşavir”, toplanıp istişare eden topluluğa da şûra denir. Meşveret, müşavere, istişare, teşavür gibi kelimeler de şûra ile aynı anlamda kullanılır. Kuran-ı Kerim’in kırk ikinci suresi Şûra adını taşıdığı gibi bu surenin 38’inci ayetinde şûra kelimesi geçmektedir.

Hz. Peygamber’e iş hususunda müminlerle istişare etmesi emredilmiştir (bk. Ali İmran 159). Bu ifadeyle ilgili yorumlardan birinde esasen Resul-i Ekrem’in (s.a.s.), danışmaya ihtiyacı bulunmadığı, ancak bu emirle kendileriyle istişare ederek müminlere değer verdiğini göstermesinin, böylece onların ihlâs ve itaatlerinin artıp güçlenmesinin amaçlandığı ileri sürülmektedir. Bir diğer yaklaşım, müşavereyi Rasûlüllah’ın Müslüman topluma örnek olma konumuyla açıklamaktadır. Daha dikkate değer bir görüş ise, söz konusu müşavere emrini, Hz. Peygamber’in akıl yönünden üstünlüğünü teslim etmekle birlikte, O’nun dünyevî meselelerin çözümünde gerekli bilgilerin tamamına sahip bulunmadığı ve başkalarının fikir ve birikimlerinden de yararlanmaya ihtiyaç duyabileceği biçiminde yorumlanmaktadır.

Hadislerde şûra, “kişisel ve toplumsal düzeyde her iş bakımından doğru karar almanın gerekli bir yöntemi” (Tirmizi) diye tanımlanmıştır. Hz. Peygamber, Müslümanlara şûrayı emrettiği gibi kendisinin de genel ya da özel işlerde ashabı ile görüş alışverişinde bulunduğu bilinmektedir. Nitekim Resul-i Ekrem, ilk Müslüman toplumun var olma mücadelesinde belirleyici önemdeki her kararı ashabı ile istişare ederek almıştır. Bunlar arasında Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarının çeşitli aşamaları ve Hudeybiye antlaşması örnek verilebilir.

Mescide minber inşa edilmesi ve insanların namaza hangi usulle çağrılacağı gibi ibadetle ilgili bazı konularda da ashabı ile istişare eden Resul-i Ekrem’in, İfk olayında Hz. Ali ile Üsâme b. Zeyd’i çağırıp onların fikirlerini alması da O’nun istişare hususunda, kişisel ya da toplumsal iş ayırımı yapmadığını gösterir.

İstişare, İslâm’ın önemli prensiplerinden biridir. Yüce Allah Kuran-ı Kerim’in Şûra suresinde ahirette mükâfatlandıracağını vadettiği müminlerin özelliklerinden bahsederken; onlardan birinin de işlerini müşavere yoluyla yapmak olduğunu beyan eder (Bk. Şura 36-39). Ayet-i kerimeye göre gerçek müminler hiçbir işi baskı ve zorbalıkla yapmazlar. Herhangi bir iş yapmak ya da problemi çözmek için aralarında görüş sahibi olanlarla bir araya gelerek fikir alış-verişinde bulunur, ortak aklın ürünü olacak sonuçlara ve çözümlere ulaşırlar.

İstişarenin en güzel örneklerini ve uygulanışını Hz. Peygamber’in hayatında görmekteyiz. “İstihare eden aldanmaz, istişare eden pişman olmaz, iktisat eden (tutumlu harcayan) yoksul olmaz” (Taberâni) buyuran Allah Rasûlü (s.a.s.), ashabıyla istişarede bulunduğuna dair çok sayıda örnek vardır. Daha sonra gelen idareciler de Hz. Peygamber’in yolunu takip etmiş ve istişareye büyük önem vermişlerdir. Hz. Ebu Bekir ve Ömer; istişare etmek üzere Hz. Osman, Hz. Ali, Abdurrahman b. Avf, Muaz b. Cebel, Ubey b. Ka’b, Zeyd b. Sabit ve diğer ashaptan oluşan birer özel müşavere heyeti oluşturmuşlardır.

İstişare denilince aklımıza sadece idarî organizasyonlar gelmemelidir. İstişareye öncelikle toplumun çekirdeği olan aileden başlanmalıdır. Ailede eşler ve onların yetişkin çocuklarının beraber hareket etmeleri, çok önemli kararları birlikte almaları mutlu bir aile yuvasının önemli şartlarından biridir. Şüphesiz bu uygulama ailede sevgi ve saygıyı artıracak, eşlerin birbirlerine güven duymalarını sağlayacak, müşavereye ortak edilecek çocukları da hayata hazırlayacaktır.

Herhangi bir işte başarıya ulaşabilmenin önemli şartlarından biri de istişaredir. İşlerini istişare ile yapanlar, yanılma ve başarısızlıklarını en alt düzeye indirmiş olurlar. Atalarımız; “işlerini danışarak yapan dağları aşar, danışmayan ise düz yolda şaşar” diyerek bu gerçeği en güzel şekilde ifade etmişlerdir.

Hz. Peygamber, ashabını dinlemiş, onlara söz hakkı tanımış, gerektiği noktalarda onların isteği doğrultusunda kararlar almıştır. O, vahiyle desteklendiği hâlde, savaş stratejisinden tutun da savaş sonrası esirlerin durumunun ne olacağı ile ilgili karara, ailesine iftira edildiğinde nasıl davranması gerektiğine varıncaya kadar pek çok konuda ashabıyla istişare etmiştir. Bunu yapmasındaki en önemli sebep danışarak iş yapmanın, karar almadan evvel istişarenin ne kadar gerekli olduğunu Müslümanlara öğretmekti.

Kuran-ı Kerim’de; Hz. Süleyman, Belkıs ve Firavun gibi hükümdarların yakın çevresi veya yönetici grubu ile muhtelif konularda istişare ettikleri bildirilmektedir (bk. Araf 109-112, Neml 29-33, 38). Evliliğe adım atma aşamasında gençlerin önce kendi aileleriyle istişare ederek yola çıkması, kurulacak yuvanın temelinin sağlam olması için gerekli ilk adımdır. Bunun sonrasında evliliğin her safhasında karşılaşılan her yeni durumda oturup konuşmak, birlikte çözüm üretmek gerekir. Bakara suresinde annenin bebeği emzirme müddeti iki yıl olarak belirtilir ve anne babanın istişare ederek bu süreden önce çocuğu sütten kesmeye karar vermeleri hâlinde bir sakınca olmadığı buyrulur (bk. Bakara233). Günümüzde çocuk doktorları da bu noktaya işaret ederek bebeğin ilk altı ay sadece anne sütüyle beslenmesini ve emzirme döneminin iki yaşa kadar devam ettirilmesi tavsiye etmektedir.

Yüce Allah, Hz. Peygamber’i İslâm’ı yaşamak üzere örnek bir insan olarak gönderdiği gibi arkadaşlarının da sonraki nesilleri yetiştirebilecek seviyede örnek bir toplum haline gelmelerini istemiş, bu sebeple Hz. Peygamber’e onları en güzel bir şekilde yetiştirmesini emretmiştir. Bu cümleden olarak onların şahsiyetlerine değer vermesini, yönetimde onlarla istişare etmesini, onlara görev verip sorumluluk duygularının gelişmesi için çaba göstermesini, hatalarını bağışlamasını, günahlarının affı için dua etmesini emretmiştir. Böylece Müslümanların hem Hz. Peygamber’e, hem de birbirlerine karşı sevgi ve saygıları daha da artarak birlik ve beraberlikleri sağlanmış, münafıkların istismar edebilecekleri kapılar kapatılmıştır.

Hz. Peygamber ve Hulefâ-yi Râşidîn şahsî hayatlarında olduğu gibi, toplum ve devlet yönetimiyle ilgili meselelerde de şûraya büyük önem vermişler, daima etraflarındaki Müslümanların görüşlerini alarak hareket etmişlerdir. Hz. Peygamber (s.a.s.), vahiy dışındaki meselelerde özellikle savaş konularında sahabe ile istişare eder, tartışır, sonra karar verirdi. Kararında kendi görüşüne aykırı da olsa çoğunluğun görüşünü ve doğru olanı kabul ederdi.

Kâbe hakemliği esnasında O’nun geldiğini görenler “el-emîn geliyor!” diyerek sevinmiş ve her hususta kendisine itimat ederek O’nunla istişare etmişlerdir. Uğrunda canını, malını ve her şeyini feda eden ashab-ı kiram kadar, O’nun canına kasteden hasımları da Peygamber Efendimiz’in eminliğini kabul etmişlerdir. Peygamberler emin oldukları gibi, onlara vahiy getiren Cebrail de emindir (bk. Tekvir 19-21). Dolayısıyla vahiy, semadaki emîn vâsıtasıyla yeryüzündeki emîne indirilmiştir.

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) istişareyi öneren uyarılarında ve bu anlayışa uygun uygulamalarında birçok örnek görmekteyiz. O’nun, risaleti süresince istişareye, bilindiğinden çok daha fazla önem verdiği bir gerçektir. O’nun, gerek Mekke’de, gerekse Medine’de hakkında vahiy nazil olmayan meseleleri genellikle arkadaşlarıyla istişare ederek çözümlediğini ve bunu fiilen de gerçekleştirdiğini hadis kaynaklarından öğrenmekteyiz. Ebu Hureyre’nin, “Rasûlüllah’tan daha çok, adamları ile istişare eden bir kimse görmedim” (Tirmizi) dediği de rivayet edilmiştir. Hz. Peygamber, istişare edeni övdüğü gibi istişare edileni de över: “İstişare edilen kişi, kendisine güvenilen kişidir” (Tirmizi, Ebu Davud, İbn Mâce) buyurur. Kendisiyle istişare edilen kimsenin güvenilir olmasının adeta bir mecburiyet olduğunu, tersinin ise ihanet olduğunu da şöyle ifade etmiştir: “Kim, bir kardeşine, gerçeğin başka olduğunu bildiği halde bir şeyi tavsiye ederse, ona ihanet etmiş olur” (Ebu Davud).

Bedir’de, Mekkeli müşriklerle savaş kararından sonra, ordunun karargâhı ve mevzilenmesi konusunda fikir beyan eden Hz. Hubâb b. Münzir’in görüşüne göre amel edilmiştir. Hz. Peygamber, Bedir kuyusunun yanına gelmiş ve kuyunun arkasına mevzilenmeye karar vermişti. Hz. Hubâb b. Münzir, “Ey Allah’ın elçisi! Burası Allah’ın seni yerleştirdiği bir yer mi, yoksa bir harp taktiği mi?” diye sorar. Hz. Peygamber’in “Bir harp taktiğidir” buyurması üzerine; “Ya Rasûlüllah! Burası konaklama yeri için uygun değildir” dedi ve kendi görüşünü beyan etti. Hz. Peygamber, onun görüşünü beğendi ve beraberindeki insanlarla Bedir kuyularına geldi. Sonra emretti, su kuyuları kapatıldı. Müslümanların yanında konakladığı su kuyusunun üzerinde ise bir havuz yapıldı. Böylece düşman sudan mahrum bırakılmış oldu.

Hendek Savaşı’nın planıyla ilgili Hz. Selman-ı Farisî ile yaptığı istişare örneği savaş stratejisi açısından önem arz etmektedir. Hz. Peygamber, Mekke’deki müşriklerin savaş hazırlıklarından haberdar olunca ashabını topladı ve savaşın ne şekilde yapılacağı konusunda sahabilerle istişare etti. Selman-ı Farisî Medine’nin çevresine hendek kazılmasının uygun olacağını ifade ederek kendi kavmi olan Farisilerin bu yöntemden faydalandığını, bir şehri kuşattıklarında etrafına hendek kazdıklarını söyledi. Selman-ı Farisî’nin bu görüşü isabetli bulundu. Hz. Peygamber, hendek kazılmasını emretti, kendisi de hendeğin kazılmasında çalıştı.

Hz. Peygamber (s.a.s.) ailevi ilişkilerde de istişareye önem vermiş, kadınlarla istişareyi ihmal etmemiş hatta en kritik durumlarda bile eşlerine danışmıştır. Hudeybiye antlaşmasının maddeleri sahabeye ağır gelmişti. Hz. Peygamber, Ümmü Seleme’nin yanına gelip karşılaştığı durumu anlattığında; Ümmü Seleme, sahabenin yanına çıkmasını hiç kimseyle konuşmadan kurbanını kesmesini ve başını tıraş etmesini söyledi. Ümmü Seleme’nin dediğini aynen yapan Hz. Peygamber’i gören sahabe de, kurbanlarını kesip birbirlerini tıraş etmeye başladılar (Buhari).

Hz. Peygambere, Uhud mağlubiyeti neticesinde “Onlarla meşveret et” (Âli İmran 159) emrinin gelmesi de manidardır. Meşveret emrinin peşine “kesin karar verdiğinde ise, Allah’a dayan” (Âli İmran 159) denilmesi, işin uygulama yönüyle alakalıdır. Uhud Savaşı öncesi, meşveretten “meydan savaşı” kararı çıkınca Rasûlüllah, evine gider, zırhını giyer. “Meydan savaşı” diyenlerin bir kısmı gelip, görüşlerinden vazgeçtiklerini söylerler. Rasûlüllah şöyle buyurur: ” Bir peygamber zırhını giydikten sonra, Allah onunla düşmanları arasında hüküm verinceye kadar çıkarmaz. (bk. İbn Kesir Tefsiri). Öyle anlaşılıyor ki, Hz. Peygamber’in zırhını giydikten sonra çıkarmaması “İşleri onlarla istişare et! Bir kere de azmettin mi, yalnız Allah’a tevekkül et!”  (Âli İmran 159) ayetinin emrine uygun bir tavırdır.

       (Yararlanılan Kaynaklar: TDV İslam Ansiklopedisi, TDV Kuran Yolu Tefsiri, Dr. Muhlis Akar-Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı, Hilal Koş Hancı-Diyanet Dergisi, İslam ve İhsan, Doç. Dr. Recep Aslan-Diyanet Haber, Sorularla İslamiyet).

           Hazırlayan: Bahtiyar Budak-Emekli Edebiyat Öğretmeni

En son Haberler