Diğer Haberler Son Dakika 

İbadetlerimizi Zayi Etmeyelim

Yeryüzü varlıkları içinde gerek fizyolojik, gerekse ruhsal ve zihinsel yetenekler bakımdan en mükemmel ve en seçkin canlı olarak yaratılan insan (bk. Tin 4); kendisine bu güzellikleri bahşeden yüce yaratıcısına karşı kulluk vazifesini yerine getirmekle yükümlü tutulmuştur (bk. Zariyât 56). Allah’a kulluk görevlerine “ibadet” diyoruz. Allah rızası gözetilerek yapılan bütün meşru hal ve hareketler birer ibadettir.

İbadetlerin hedefi, Allah’ın rızasını kazanmaktır. İbadet, gerçek bir Müslümanlık için, olmazsa olmazdır. İbadetsiz Müslümanlık olabileceği fikri, Müslüman olduğunu kabul eden bir insana sahte bir rahatlık kazandırabilir. Kendini ikna etmek için gerçek Müslümanlığın iyilik, merhamet, adalet, dürüstlük, ahlak, kalp temizliği gibi erdemlerin olduğunu söyleyerek, bunların elde edilmesinin de ibadetlere bağlı olmadığını savunabilir.

“İbadetsiz Müslüman olabilir mi?” sorusuna, Prof. Dr. Kemal YILDIZ şöyle cevap veriyor: “Yemek pişirmeyen aşçı, harç karmayan sıvacı, ders vermeyen öğretmen, dikiş yapmayan terzi olabilir mi? Hayatın gerçeklerine uymayan, akla ziyan bir anlayış bu. Müslüman, bütün varlığıyla Allah’a teslim olan kişi demektir. İbadet de zaten kulluk anlamındadır. İnsan, Allah’ın kulu olduğunu fark ederek yaşayışını sürdürdüğünde kulluğunu yapıyor yani ibadet ediyor demektir. İnsanın, dünya hayatında kulluğunun farkında olarak nasıl yaşayacağını Yüce Allah, canlı bir model olan Peygamber ile ona göstermiştir. Bize düşen o örneğe uymaktır.”

İmanımız, ibadetlerimiz ve güzel ahlakımız, bizi ahirette Rahman’ın rahmetine ulaştıracak en kıymetli sermayemizdir. İman, insanın hayatına anlam katar, yaratılış anacına uygun yaşama bilinci aşılar. Davranışlarını şekillendirir, fikir ve kararlarına yön verir. Zorluklar karşısında insanı kuvvetli, dayanıklı ve sabırlı kılar. İmanımızı diri tutan ibadetlerdir, kemale erdiren ise güzel ahlaktır. İman ile ibadet arasında sıkı bir ilişki vardır. İman, ibadetin kaynağı ve sebebidir. İbadet ise, İmanın desteği, gıdası ve muhafazasıdır. İman, ibadetler yapıldıkça kuvvetlenir, ibadetler terk edildiği zaman da zayıflar.

İnanç, bir düşünce veya bilginin doğruluğuna kalpten bağlanmak ve o konuda şüphe duymamaktır. Müslüman, Allah ve Rasulünün emir ve yasaklarının doğru olduğuna inanır. Emredilenleri yerine getirmeye çalışırken, yasakladıklarından da uzak durur. Yüce Allah’ın, “…Peygamber size neyi vermişse onu alın ve size neyi yasaklamışsa ondan uzak durun…” (Haşr 7) “Rasulüllah’a itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur” (Nisa 80) gibi emirlerini göz önünde bulundurarak, Hz. Peygamberin sünnetinin de bağlayıcı olacağını bilir.

İbadetlerimizin hedefi Allah’ın rızasını kazanmaktır. Ne var ki edebine riayet edilmeden yapılan ibadetlerin; bırakın O’nun rızasını kazandırmayı, yapanın yüzüne çarpılma ihtimali çok yüksektir. Maun suresinde, “Yazık o namaz kılanlara” diye bir kınama vardır. Rahmetinin, gazabını geçtiğini bizlere müjdeleyen Yüce Rabbimiz, kendine ibadet eden bu kulları neden kınıyor olabilir? Bu kınamanın bir benzerini de, Hz. Peygamberin (a.s.) şu sözlerinde görüyoruz: “Nice oruç tutanlar vardır ki, tuttukları oruçtan ellerinde kalan sadece açlık ve susuzluktur. Nice gece ibadeti ile meşgul olanlar vardır ki, ellerinde kalan sadece yorgunluk ve uykusuzluktur” (İbn-i Mâce, Nesaî). Çok ciddi bir ikaz ve kınamanın olduğu bu ifadelere dâhil olmamak için, ibadetlerimize yeterince özen göstermeliyiz. İbadetlerimiz, hayatımızda ve ahlâkımızda değişiklik yapıyor mu? Yoksa ibadetleri, alışkanlık olarak mı yerine getiriyoruz?

İbadetin merkezi kalptir. İlahi sevgi ve bilgi kalpte oluşur. Allah Teâlâ’ya yaklaşmak kalple olur. Dolayısıyla kalbin katılmadığı ibadetler, şekilden ibaret kalır. Haram gıda ile beslenen bir beden, huşu ve huzur içinde namaz kılamaz, hakkıyla oruç tutamaz. İçine haram, haksızlık ve zulüm karışan malla yapılan işlerde hayır olmaz. Haram maldan zekât verilmez. Haram mal ile hacca gidilmez, gidilse de kabul görmez. Haram elbise içinde kılınan namaz, harama bulaşan ağzın yapacağı zikir fayda vermez. Bütün ibadetlerle varılacak sonuç, güzel ahlâka ulaşmak ve edebi elde etmektir. Bunun için her ibadetin evvelinde kalbimizi, sonunda da halimizi kontrol etmeliyiz. İşin en acı tarafı da, bir insanın ömrünü Allah’a ibadet ve kulluk içinde geçirdiğini zannettiği halde, ahirete hiçbir hayır ve sevap götürememesidir.

İnsan, bunca güzellikleri kendisine bahşeden yüce yaratıcısına karşı kulluk vazifesini yerine getirmekle yükümlü tutulmuştur. Bu görev de ancak ibadet etmekle mümkün olur. İbadet, insan ruhunun, şükran hislerini yaratıcıya arz etmesi ve Allah’ı anarak ruhunu tazelemesidir. Allah’ı anmak, ibadetin temelidir. İbadet, insan kalbini temizlemenin ve insanı her türlü sapıklıktan korumanın en önemli vasıtasıdır. İş güçlüğü, sağlık, eğitim, ekonomik sıkıntı, stres, gürültü gibi ağır hayat şartlarından bunalan günümüz insanının; yaratıcısı ile manevi bağ kurması, O’na yönelmesi ve O’na sığınması psikolojik rahatlamasını sağlayacaktır.

Kuran-ı Kerim’de, “Ey iman edenler! Allah ve resulüne karşı hainlik etmeyin, size bırakılan emanetlere de bile bile hıyanet etmeyin” (Enfâl 27) buyruluyor. Hıyanet; “emanete riayet etmemek, genellikle sahibinin bilgisi dışında hak yemek, hukuku çiğnemek, ödev ve görevi hakkıyla yapmamaktır. Allah’a karşı kulluk ödevlerini yapmayanlar O’nun hakkını çiğnemiş, kullarına emanet ettiği yükümlülüklere hıyanet etmiş olurlar. Hıyanet bir ahlâkî kusurdur; ayıptır, günahtır ve İslâm’da şiddetle yasaklanmıştır. Sahabenin, büyük müfessirlerinden olan İbn Abbas (r.a.), bu ayeti açıklarken, kullara emanet edilen şeyin Allah’ın yapılmasını farz kıldığı ameller olduğunu belirmiş; hıyaneti ise, amelleri gereği gibi yapmayıp zayi etmek olduğunu vurgulamıştır. (bk. İbn Kesir Tefsiri)

“Kitaptan sana vahyedilenleri oku, namazı özenle kıl. Kuşkusuz namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten meneder. Allah’ı anmak her şeyden önemlidir. Allah yaptıklarınızı bilir” (Ankebût 45). Bu ayet-i kerimede, namazın ahlâkî tesirlerine, kötülüklere karşı koruyucu özelliğine işaret edilmekte; namaz kıldıkları halde hak hukuk gözetmeyen, edep ve ahlâk kurallarına uymayanlara da dolaylı bir uyarı yapılmaktadır. Özen gösterilerek kılınan namaz, İslâm’ın ve erdemli toplumların edepsizlik, hayâsızlık ve kötülük sayıp reddettiği tutum ve davranışlardan insanları meneder.

Kıldığımız namaz; gözümüzü haramdan, dilimizi gıybet ve küfürden koruyor mu, öfkemizi yatıştırıyor mu? Bizi kul haklarından alıkoyuyor ve alış-verişimize etki ediyor mu? “Ben namaz kılan bir Müslümanım! Eşime zulmedemem, akrabalarımla ilişkilerimi kesemem, komşularımla küs duramam ve onlara hiçbir zarar veremem… Başkasının ırzına ve namusuna göz dikemem, rüşvet yiyemem ve haksız kazanç elde edemem… Görevimi kötüye kullanamam, kamu malına zarar veremem, kimseye iftira edemem ve kimsenin arkasından konuşamam… Hiçbir harama el uzatamam, içki içip kumar oynayamam gibi duygu ve düşünceleri dile getirebiliyor muyuz?

Namaz kıldığı halde, kötülüklere devam eden insanların varlığı da bilinen bir gerçektir. Bu gibi şahıslar ya alışkanlık haline getirdikleri veya çevrelerinin kınamalarından çekindikleri için namaz kılıyor olabilirler. Eğer namaz, kötülükten alıkoymuyorsa, doğru kılınmıyor demektir. Namaz kıldığı halde, günah işlemekten vazgeçemeyen insan; namazını dikkatle kılmaya ve özellikle kul hakkı ve diğer haramlardan uzak durmaya gayret etmelidir.

Kuran-ı Kerim’de, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyanın namaz ibadeti olduğu vurgulanmıştır. Çünkü namaz, her insanın yerine getirebileceği bir ibadettir. Herkes oruç tutamayabilir, hacca gidemeyebilir, zekât veremeyebilir. Ama herkes, ima ile de olsa namaz kılabilir. İmandan sonra en faziletli amel sayılan ve kelime-i şehadetten sonra İslâm’ın en önemli rüknü olan namazın, aynı zamanda mükemmel bir dua niteliğinde olduğu söylenebilir. Belli davranışlar ve özel rükünlerle Allah’a kulluk etmenin ifadesi olan namazın dış görünüşü, birtakım şekiller ve zikirden ibaret olmakla birlikte; gerçek mahiyeti yaratıcıya yakarmak, O’nunla konuşmak ve O’na yakınlaşmaktır. Namaz, kişinin bedeni ile dili ile kalbi ile kısaca bütün varlığıyla Allah’a yönelmesi halidir. Bu özelliğinden dolayı da namaz, diğer bütün ibadetlerin özü sayılmıştır. Hz. Peygamber bir hadisinde, “Namaz dinin direğidir” (Tirmizi) demiş, namazın en önemli rüknü durumundaki secdeyi ise, “kulun Allah’a en yakın olduğu durum” olarak nitelendirmiştir (Müslim, Nesaî).

Namaz ve zekât, Kuran’da genellikle birlikte zikredilmiştir. Namaz, bireysel bir ibadet olduğu halde, toplumsal yönü de olan bir ibadettir. Zekât ise toplumsal bir ibadet olmanın yanında, bireysel yönleri de bulunan bir ibadettir. Namaz ruhun temizlenmesini, zekât da malın temizlenmesini sağlar. Biri manevi, öteki maddi temizliği sağladığından genelde zekât namaz ile birlikte anılmıştır.

Toplumumuzda hac ibadeti, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyan ibadet olarak kabul görmektedir. Hacca gittikten sonra davranışların değiştirilmesi gerektiğine inanılmakta, bu nedenle belli yaştan sonra hacca gidilmektedir. Oysa hacca giden bazı kişilerin hala eski alışkanlıklarını vazgeçemedikleri de gözlemlenmektedir. Çünkü her hacca giden, hacı olarak geri dönemez. O haccettiğini düşünebilir ve kendisine “hacı” diye de hitap edebilirler. Oysa öyle hacca gidenler vardır ki, Kâbe’nin yanı başında bulundukları halde, Kâbe onlardan kaçar. Zaten Allah Resulü de hacca ilişkin müjde taşıyan tüm hadislerinde “mebrur olmuş bir hac”; yani makbul olmuş, beğenilmiş, iyilerin haccı şartını koşmuş ve bu konuda son noktayı şöyle koymuştur: “Mebrur olmuş bir haccın karşılığı cennettir”. (Buhari, Müslim, Nesaî). Gönüller sultanı Yunus Emre, bu konuya şöyle açıklık getirmiştir: “Eşek derviş olmaz odun çekmekle tekkeye/ Deve hacı olmaz gidip gelmekle Mekke’ye.”

Görevlerini dürüstçe yapmayanlar, devlet malını koruyup gözetmeyenler, kul ve kamu hakkına girenler, haram ve helale dikkat etmeyenler! İnsanlara güven veremeyen ve iffetli kadınlara iftira atmaktan, insanların dedikodusun yapmaktan geri durmayanlar! Yalana, kumara ve içkiye devam edenler! Komşusunun sınırına tecavüz eden ve namusuna göz koyanlar! İnsanlar arasında fesat çıkarıp toplumun birlik ve beraberliğini bozmaya çalışanlar, haklının yanında olmayıp haksızlık karşısında susanlar… Kısacası Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından kaçınmayanlar; gece sabahlara kadar namaz kılsalar, her günü oruçlu geçirseler, her yıl hacca gitseler kurtuluşa erebilirler mi?

Eğer ibadetler bizi daha merhametli, daha akıllı, daha iradeli, daha şefkatli, daha iyi bir insan yapmıyorsa; o ibadet, ibadet olmaktan çıkmıştır. Ritüel olmuştur, âdet olmuştur. Daha kötüsü, anlamını ve amacını kaybederek zayi olmuştur. Hz. Ömer’in bizleri ikaz ettiği şu husus, ne kadar da önemlidir: “Bir kimsenin kıldığı namaza, tuttuğu oruca bakmayınız. Konuştuğunda doğru söylüyor mu? Kendisine bir şey emanet edildiğinde emanete riayet ediyor mu? Dünya ile meşgul olurken helâl-haram gözetiyor mu? Ona bakınız.”

(Yararlanılan Kaynaklar: TDV Kuran Yolu Tefsiri, TDV İslam Ansiklopedisi, M. Emin GÜL, M. Nuri YILMAZ)

Bahtiyar Budak

Emekli Edebiyat Öğretmeni

En son Haberler