CİNLER VE ÖZELLİKLERİ
Cin, sözlükte “örtülü ve gizli varlık, görünmeyen şey” anlamındadır. İnsanın duyu organlarıyla idrak edilemeyen bu varlıkların, mahiyetleri konusunda fazla bir bilgimiz bulunmamaktadır. Cinlerin varlığı ve mahiyetlerine dair bilgiler ancak vahiy yoluyla bilinir. Kuran-ı Kerim’de cinlerin alevli/dumansız, yalın ateşten yaratıldıkları zikredilir (bk. Hicr 27, Rahman 15). Ayrıca Kuran’da “Cin” suresi” adıyla bir sure de vardır. Birçok ayette ve sahih hadislerde cinlerden bahsedilmektedir. Bu bakımdan cinlerin varlığı gerçek olup her müminin buna inanması gerekir.
Cinler de, insanlar gibi sorumlu varlıklar olarak yaratılmışlardır. Allah’a inanıp O’na ibadet eden, iyi amel sahibi olan cinler olduğu gibi; insanlara zarar vermek isteyen ve onları iman ve güzel amelden alıkoymaya çalışan kâfir cinler de vardır. Enam suresinin 112’inci ayetinde, insan ve cinlerin şeytanlarından söz edilirken; Kehf suresinin 50’inci ayetinde, şeytanların başı olan İblis’in cinlerden olduğu ifade edilir.
Felak ve Nâs surelerinde bu duruma işaret edilerek, insanların; cinlerin ve her türlü yaratığın şerrinden ve vesvesesinden âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah’a sığınmaları teşvik edilmiştir. Allah’a gerçekten iman edenlerin üzerinde, şeytanların ve cinlerin hâkimiyeti, bir baskı kurması ve zarar vermesi söz konusu değildir. Bu bakımdan müminlerin, cin ve insan şeytanların her türlü şerrinden, zarar vermesinden Allah’a sığınması ve onlardan korkmaması gerekir. Onlara hiçbir şekilde meyletmeyen ve iradesini sadece hak ve hakikat doğrultusunda kullanan kimseler ise, cin ve şeytanlardan gelebilecek her türlü etki ve zarardan korunmuş olurlar. (Kaynak: Din İşleri Yüksek Kurulu)
Cin kelimesinin, melekleri de kapsayacak şekilde, insan türünün karşıtı olan görünmez varlıklar için kullanılan genel bir anlamı da vardır. Kuran-ı Kerim’de İblis’in melekler arasında zikredilmesi (Bakara 34) bundan kaynaklanmaktadır. İslâm âlimleri meleklerin, cinlerden ayrı bir tür olduğunu belirterek “cin” kelimesinin, insan ve melek dışındaki üçüncü bir varlık türünün adı olarak kullanılması gerektiğini belirtmişlerdir.
Kuran-ı Kerim’de verilen bilgilere göre, cinler de insanlar gibi Allah’a kulluk etmeleri için yaratılmıştır (Zâriyat 56). Cinlere de peygamber gönderilmiş, bir kısmı iman etmiş, bir kısmı kâfir olarak kalmıştır. Son peygamber Hz. Muhammed insanlara olduğu gibi, cinlere de ilâhî emirleri tebliğ etmiştir. Cinler, insanlara nispetle daha üstün bir güce sahiptirler. Meselâ kısa sürede uzun mesafeleri kat edebilir, insanlarca görülmedikleri halde onlar insanları görür, insanların bilmediği bazı hususları bilebilirler. Fakat gaybı onlar da bilemezler. Gökteki meleklerin konuşmalarından gizlice haber almak isterlerse de (Hicr 18), buna imkân verilmez. İblis de cinlerdendir ve insanların yanı sıra cinlerden de yardımcıları vardır. Bazı cinlerin, Hz. Süleyman’ın emrine girerek ordusunda hizmet gördüğü, mabet, heykel, büyük çanak, kazan gibi nesnelerin yapımında insanlarla beraber çalıştığı da bildirilmektedir.
Cinlere ilişkin ayetleri yorumlayarak cinlerin insanlar gibi doğan, yiyip içen, evlenip çoğalan, ölen ve hatta insanlarla ilişki kurabilen varlıklar olduğu âlimlerin çoğunluğu tarafından kabul edilir. Yine kaynaklara göre; cinler, insan şeklini alabildikleri gibi hayvanlardan yılan, kedi, köpek ve inek şekline de girebilirler. Dünyanın çeşitli bölgelerinde özellikle dağlık yerlerde, harabelerde, denizlerde, çöllerde, çöplüklerde ve mezarlıklarda yaşarlar. (Kaynak: TDV İslam Ansiklopedisi)
Şeytan, aslında cinlerden olup (Kehf 50) Allah’a ibadet ederek derecesini yükseltmiş ve daha da sonra isyanı yüzünden bu konumunu yitirmiştir. Cinlerin mümin, münafık ve kâfirleri bulunur. Kuran’da, ilk şeytandan “İblis” diye bahsedilir. Bir zamanlar kendisine melekler arasında yer verilen bu ilk ve en büyük şeytan, sonradan kibre kapılarak Allah’a isyan etmiş ve ilâhî rahmetten kovulmuştur. Şeytanlaşmış cinlerin en şerli ve güçlü olanlarına da “ifrit” adı verilir. Cinler de, insanlar gibi bu dünyada imtihan olunacak ve sonunda hesaba çekilerek cennete veya cehenneme gideceklerdir.
Şeytanın, cinlerden en büyük farkı, kibri yüzünden kâfir olup Allah’ın rahmetinden kovularak sonsuza dek lanetlenmesidir. Cinler, insanın doğrudan beynine, aklına, düşünce sistemine nüfuz ederek onları etkileyebilir. Şeytan ise, kalbe ve inanç merkezine nüfuz edebilir ve insana vesvese vererek onu yoldan çıkarmaya çalışır.
Bazı âlimler, insanların göremediği bu ruhanî varlıkları şöyle özetlemişlerdir: Ruhanî varlıklar olarak, hayırlı olan ve Allah’ın emrinden hiç çıkmayan, insana iyi şeyler ilham eden varlıklara “melek”; insanı aldatan ve şerre yöneltenlerine “şeytan”; hem hayırlıları, hem şerlileri bulunan ruhani varlıklara da “cin” diyerek, üç sınıfa ayırarak konuya açıklık getirmişlerdir. (Kaynak: Sorular-Cevaplar)
Cin kelimesi, gerek Kuran’da (22 yerde), gerekse diğer İslâmî kaynaklarda insan ve melek dışındaki üçüncü bir akıllı / şuurlu varlık türünün adı olarak kullanılmıştır. İnsanlar gibi cinler de kendi aralarında evlenip çoğalırlar; insanlara nispetle daha üstün bir güce sahiptirler. Meselâ kısa sürede uzun mesafeleri kat edebilir, insanlar onları görmedikleri halde onlar insanları görür, insanların bilmediği bazı hususları bilirler; fakat gaybı bilemezler.
Cinlerden bir grup, Hz. Peygamberden Kuran dinledikten sonra geri dönüp, doğru yolu gösteren ve üstün nitelikleri sebebiyle kendilerini hayran bırakan Kuran’a inandıklarını, artık rablerine hiçbir şeyi ortak koşmayacaklarını kendi topluluklarına açıklayarak (bk. Cin 1-2), onları da uyarmaya çalışmışlardır. Ayetten anlaşıldığına göre Hz. Peygamber, o esnada Kuran dinleyen cinleri görmemiş, fakat onların Kuran dinledikleri kendisine vahiy yoluyla bildirilmiştir. Ancak daha sonraki buluşmalarında cinleri gördüğü ve onlara tebliğde bulunduğu rivayet edilmiştir (bk. Ahkâf 29). (Kaynak: TDV Kuran Yolu Tefsiri)
Kuran-ı Kerim, Süleyman Peygamber’in; cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan ordulara sahip bulunduğunu, bu orduların hep birlikte sefere çıktığını (Neml 17), emrinde çalışan cinlerin görkemli binalar yaptıklarını (Sebe 12-13) bildirmektedir. Hz. Süleyman, cinlerden ve insanlardan oluşan ordusu sayesinde hâkimiyeti altına aldığı bölgeleri muhteşem bir saraydan yönetiyordu. Bu saray, dönemin en ileri tekniği kullanılarak üstün bir estetik anlayışıyla inşa edilmiştir. (Kaynak: TDV İslam Ansiklopedisi)
Cinler görünmeyen bir boyutta oldukları için onların yaşayış tarzı ve insanlarla ilişkileri gibi konularda vahyin bildirdiklerinin dışında kesin yargılarda bulunmak mümkün değildir. Öte yandan cinler “mutlak gaybı” da bilemezler. Zira mutlak gaybın bilgisi sadece Allah’a aittir. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurur: “Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimizde, öldüğünü, ancak asasını kemiren ağaç kurdu göstermişti. Süleyman’ın cesedi yere yıkılınca ortaya çıktı ki, eğer cinler gaybı bilmiş olsalardı o aşağılayıcı eziyete katlanıp durmazlardı” (Sebe 14). Rivayete göre Hz. Süleyman ayakta ansızın vefat etmiş, bir süre bastonuna dayalı olarak öylece kalmış, cinler onun öldüğünü bilememişlerdi. Bir ağaç kurdu bastonu kemirmiş, baston kırılınca da Hz. Süleyman yere düşmüş ve böylece öldüğü anlaşılmıştı. (Kaynak: TDV Kuran Yolu Tefsiri).
CİN VE ŞEYTANLARDAN KORUNMA YOLLARI
Ehl-i sünnet âlimlerine göre, insanlarla cinlerin birbirlerine tesir etmeleri mümkündür. Zira Kuran’da, “fâiz yiyenlerin, kıyamet günü şeytanın çarptığı kimselerin kalkışı gibi kalkacakları” (Bakara 275) ifade edilmiştir. Bir hadis-i şerifte de şeytanın insan bedeninde, kanın dolaştığı gibi dolaştığı (Buhari) bildirilmiştir. Şeytanın ve kötü cinlerin şerrinden, tuzaklarından korunmak için mutlaka Allah’a sığınmamız gerekir. Şeytanın ve cinin var olduğunu bildiren Yüce Allah, bizlere bunlardan nasıl korunacağımızı da öğretmiştir: “Eğer şeytandan bir kışkırtma seni dürterse, hemen Allah’a sığın. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir” (A’râf 200). “De ki: “Rabbim! Şeytanların gizli kışkırtmalarından sana sığınırım. Onların yanımda bulunmalarından da sana sığınırım rabbim!” (Müminûn 97-98).
Ayet ve hadislerden, Allah Teâlâ’nın şeytanları büsbütün serbest bırakmadığı, onların da belli kurallara uymak zorunda olduğu anlaşılmaktadır. Allah’ı zikretmeyi unutan ve kötü niyet besleyen kişilerin işlerine ortak olabilmeleri hususunda şeytanlara izin verildiği görülüyor. (bk. Araf 14-15, İsrâ 64, Nur 21). Fakat gönlü uyanık olan, her zaman Allah’ı zikreden, evine besmele ile giren, sofrasına besmele ile oturan ve Allah’ın emirlerine uyan kimselerin ne evlerinden, ne de işlerinden şeytanın faydalanması mümkün değildir (bk. Nahl 99-100).
Rasulüllah Efendimiz’in haber verdiğine göre, Cenâb-ı Hak, Hz. Yahya’ya (a.s), insanlara şöyle söylemesini emretmiştir: “…Allah Teâlâ size, kendisini çokça zikretmenizi emretti. Bunun misali şudur: Bir kişi düşünün, düşmanları peşinden süratle geliyor ve onu yakalamak istiyorlar. O zât ancak sağlam bir kaleye sığınınca kendisini onlardan koruyabiliyor. Kul da böyledir. Kendisini şeytandan ancak Allah’ın zikri ile koruyabilir…” (Tirmizi). (Kaynak: Dr. Murat Kaya – Ebedi Yol Haritası İslam)
Allah’ın kudreti karşısında hiçbir varlığın gücü yoktur (Bakara 102). Allah’a sığınan bir kimseye, O dilemedikçe, hiçbir şey zarar veremez (Cin 13). Fakat Allah’a sığınma yerine cinlere sığınan, onlara boyun eğen kimseleri de cinlerin, vesvese vermek suretiyle etkileyebileceklerini (Cin 6) Kuran haber vermektedir. Cinler, Allah’ın izni olmadıkça kimseye zarar veremezler. Allahü Teâlâ, Felak ve Nâs surelerinde; “karanlığı çöktüğünde gecenin, düğümlere üfleyenlerin, cin ve insanlardan olup insanların kalbine vesvese veren sinsi vesvesecilerin şerrinden” Allah’a sığınılmasını istemiştir. Hz. Peygamber de (a.s.) hayatı boyunca her şeyin şerrinden Allah’a sığınarak, sürekli Felak ve Nâs surelerini ve Ayet’el-Kürsi’yi okumuştur (Buhari, Tirmizi). (Kaynak: Din İşleri Yüksek Kurulu)
Hayatımızın bir parçası olan dua ve yakarış, aynı zamanda bizi Allah’a yakınlaştıracağı için, cinler ve şeytanlar da yakınımıza sokulamayacaklardır. Çünkü bizim dualarımızdan şüphesiz onların hayırlıları da istifade edecekleri için, rahatsızlık vermek isteyenlere karşı onlar da kendi içlerinde mücadeleye girişirler ve kötüleri engellemeye çalışırlar. Bu sebeple dua ve yakarışın, cinlerden ve şeytanlardan korunmada önemli bir yeri vardır.
İnsan, günlük hayatında abdestli bulunması halinde, onlardan kısmen korunacağı gibi; buna namazı ve diğer duaları da ilave ederse, korunma hususunda kendini biraz daha sağlama almış olacaktır. Bir hadisi şerifte Rasulüllah (a.s.) şöyle buyurmuştur: “…Allah size, Allah’ı zikretmenizi emretti. Bunun da misali, peşinden hızla düşmanın geldiği bir adamdır. Bu adam muhkem bir kaleye gelip, düşmandan kendini korur. Kul da böyledir. Şeytana karşı kendisini sadece Allah’ı zikretmekle koruyabilir” (Tirmizi). (Kaynak: Sorularla İslamiyet)
Bahtiyar Budak
Emekli Edebiyat Öğretmeni