Melekler ve Özellikleri
İslâm İnancında, “farklı suretlere girebilen ve duyularla algılanamayan nurani varlıklar” şeklinde tarif edilen melekler, Kuran-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde inanç esasları arasında sayılmaktadır. (bk. Bakara 285, Nisâ 136; Buhari, Müslim). İnsanlar ve cinlerden farklı olarak nurdan yaratılan meleklerin, Âdem’in yaratılışından önce mevcut bulundukları ve Allah’ın hitabına mazhar olup bizzat O’nunla konuştukları bildirilmektedir.
Ayrıca, meleklerin yiyip içmedikleri, görevleri icabı iri cüsseli ve güçlü olabildikleri (bk. Hûd 69-70, Zariyât 24-28, Necmi 5, Tahrim 6, Tekvir 20) belirtilmiş, bu güçlerini temsil eden ellere ve birden fazla kanada sahip bulundukları (bk. Enam 93, Fâtır 1) bildirilmiştir. Bu kanatların mahiyetini ve niteliğini kesin olarak bilmek mümkün değildir. Kuran-ı Kerim’de, müşriklerin meleklere dişilik izafe edişleri ve Allah’ın kızları oldukları yolundaki iddiaları da reddedilmiştir. (bk. Saffât 149-150, Zuhruf 19). Meleklerin yaptığı işler arasında; diğer tabiat varlıklarıyla birlikte sürekli Allah’ı yüceltme (Araf 206, Râd 13, Enbiya 20), O’na secde etme, emirlerine âmâda olup onları yerine getirme (Nahl 49-50, Tahrim 6), müminler için dua ve istiğfarda bulunma (Mümin 7-9, Şûra 5) gibi davranışlar sayılmaktadır.
Kuran-ı Kerim’de sıkça rastlanan bu genel tasvirlerin yanında, bazı meleklerin isim veya görevlerine de yer verilir. Bunların başında kendi adıyla üç defa zikredilen (Bakara 97-98, Tahrim 4) ve çeşitli ayetlerde “ruh” ve “resul” gibi sıfatlarla da anılan, peygamberlere vahiy getirmekle görevli “Cebrail” adlı melek gelir. Bir ayette (Bakara 98) geçen Mikail, hadislerde rızık ve rahmet meleği olarak tasvir edilmiştir. Eceli gelenlerin ruhunu kabzeden meleğe ayetlerde genelde “melekler” olarak yer verilmiş (Nisâ 97, Enfâl 50, Muhammed 27, Enam 61, 93), sadece bir yerde de (Secde 11) “melekü’l-mevt=ölüm meleği” olarak zikredilmiştir. Yaygın olarak bilinen Azrail ismine bazı zayıf hadislerde rastlanmaktadır. Kıyametin kopması ve ahiret hayatının başlaması sırasında sura üflenme hadisesinden (Neml 87, Zümer 68) ve yeniden dirilişi haber veren bir çağırıcıdan (Kaf 41, Kamer 6) söz edildiği halde, bu işle görevli meleğin adı anılmamıştır. Hadislerde, söz konusu duyuruyu yapacak olan İsrafil’in adı büyük melekler arasında sayılmıştır (Müslim).
Bu dört büyük meleğin dışında Kuran’da “Mukarrebîn Melekleri” diye geçen (Nisâ 172) ulûhiyet makamına yakın melekler vardır. Arşı taşıyan ve onun çevresinde bulunanlar da (Zümer 75, Mümin 7, Hakka 17) mukarrebîn meleklerine dâhildir. Öte yandan insanların söz ve davranışlarını kaydeden ve Kuran’da “değerli yazıcılar” (kirâmen kâtibin) şeklinde nitelenen yazıcı melekler (Zuhruf 80, Kaf 17-18, İnfitâr 11), ayrıca “takipçiler” (Râd 10-11), “her an hazır gözetleyiciler” (Kaf 18) ve “hafaza” (koruyucu) melekleri de (Enam 61) mevcuttur. Kabirde sorgu yapan ve Münker-Nekir adlarıyla bilinen iki melek ise, yalnızca hadislerde geçmektedir (Tirmizi). Ahirette müminleri selâmlayarak karşılayacak cennet bekçilerine (Râd 23-24, Enbiya 103, Zümer 73), cehennemlikleri aşağılayıp korkutan ve on dokuz grup oldukları açıklanan görevlilere (Zümer 71-72, Tahrim 6, Müddessir 30-31) genel olarak “hazin” adı verilmiştir. Cehennem bekçilerini temsil eden melek bir ayette (Zuhruf 77) “Mâlik”, cennet meleği ise hadislerde “Rıdvan” ismiyle geçer. Cehennem görevlileri ayrıca “Zebani” olarak da (Alak 18) adlandırılmıştır.
Türlerini ve sayılarını Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği belirtilen meleklerin (Müddessir 31) yaratılışında, Allah-tabiat ve Allah-insan münasebetleri açısından çeşitli hikmetlerin olduğu anlaşılmaktadır. Kuran’da, yerde ve gökte Allah’ın ordularının bulunduğu (Feth 4, 7) ve meselâ gök gürültüsüyle beraber meleklerin de Allah’ı tesbih ettiği (Râd 13) vurgulanırken; melekler vasıtasıyla tabiatın yönetiminin Cenâb-ı Hakk’ın kontrolü altında olduğuna işaret edilmektedir. Bu sebeple melekler, Allah’ın birliğinin şahitleri sayıldığı gibi (Âli İmran 18), O’nun mesajlarının peygamberlere ve dolayısıyla insanlara iletilmesinin de ilk elden gözlemcileridir (Nisa 166). Dolayısıyla meleklere, özellikle de Cebrâil ve Mikail’e düşmanlık etmek Allah’a ve rasullerine düşmanlıkla eşdeğer görülmüştür (bk. Bakara 97-98). Öte yandan melekler, yeryüzünde yaşayan insanlar için dua ve istiğfar eder (Şûra 5) ve müminlerle dostluğa dayalı bir bağ kurarlar. Kuran’da, Allah’a inanıp dürüst bir hayat sürenlere, son nefesleri sırasında meleklerin gelip ölümden korkmamalarını, kendilerini mutlu bir hayatın beklediğini ve onların dünya hayatında olduğu gibi, ahirette de dostları olduklarını ifade edecekleri bildirilir (Fussilet 30-32).
Allah tarafından kendilerine verilen görevleri eksiksiz yerine getirmekle yükümlü olan meleklerin günah işlemedikleri ve masum oldukları, onurlandırılmış kullar olarak söz ve davranışta Allah’ın emriyle hareket ettikleri yönünde beyanlar bulunmaktadır. (Mesela bk. Nahl 50, Enbiya 26- 28, Tahrim 6, Zümer 75). Melekler, bu özellikleriyle itaatsizlik edebilen cinlerden ve insanlardan ayrılmaktadır. Allah’ın, insanı yaratacağı yolundaki beyanına meleklerin itiraz etmesi (Bakara 30), onların Allah’a itaat yükümlülüklerine aykırı gibi görünüyorsa da; bunun karşı çıkma amacıyla değil, görüş bildirme veya gerçeği öğrenme amacıyla olduğu kabul edilir. Nitekim bu ayetin devamında ve konuyla ilgili diğer ayetlerde meleklerin mutlak bir teslimiyet içinde bulundukları açıkça beyan edilmektedir.
Bazı ayetlerde, peygamberlerin gaybı bilmemesiyle melek olmaması arasında bağlantı kurulması (Enam 50, Hûd 31) ve Âdem neslinin kan dökeceğine dair meleklerin öngörüsüne işaret edilmesi (Bakara 30), meleklerin gaybı bilme kapasitesini belirtiyorsa da, bunun mutlak ve sınırsız olmayıp Allah’ın iznine bağlı kaldığı bildirilmektedir. Zira müteakip ayetlerde Allah meleklere, bilemeyecekleri hususların bulunduğunu söyleyerek bazı nesnelerin isimlerini sormuş, onlar da Allah’ın öğrettiklerinin dışında bilgilerinin olmadığını itiraf etmişlerdir.
Meleklerin özel görevleri veya peygamberlerle diyalogları sırasında çeşitli maddî suretlere bürünüp insanlarla konuştukları da haber verilmektedir. Sapıklıklarına karşı Lût kavmini cezalandırmak üzere görevlendirilen meleklerin; misafir olarak gittikleri Hz. İbrahim tarafından insanlardan ayırt edilemeyip kendilerine yiyecek hazırlanması (Hûd 69-70) ve Cebrail’in Meryem’e insan suretinde görünüp bir çocuğunun olacağını haber vermesi (Meryem 17-19) meleklerin farklı kimliklerle insanlara göründüğünü gösterir. Ayrıca Hz. Peygamber kendisine vahiy getiren Cebrail’i aslî hüviyetiyle de görmüştür (bk. Necm 5-7, Buhari hadisi). Vahyin muhatabı ve insanlara tebliğ edicisi konumunda bulunan peygamberlerin meleklerle doğrudan iletişimde bulunmaları, onları görüp seslerini işitmeleri tabiidir. Diğer insanların melekleri fizikî olarak müşahede etmeleri ise, istisnaî hallerle sınırlı olup müjdeleme, ceza verme gibi görevler çerçevesinde gerçekleşmiştir. Ancak meleklerin Allah’ın lütuf ve inayetiyle müminlere ve zor durumda kalanlara görünmeden destek vermesi (Âli İmran 123-125, Enfâl 9, Tevbe 26, 40), mübarek gecelerde inip inananların oluşturduğu manevi barış ortamını paylaşmaları (Kadir 4-5) veya Kuran dinlemeye gelmeleri mümkündür ve dinin metafizik boyutuyla tutarlılık arz etmektedir. (Kaynak: TDV İslam Ansiklopedisi).
“Kişinin önünde ve arkasında Allah’ın emriyle onu kayıt ve koruma altına alan takipçiler vardır…” Râd 11). Yüce Allah insanların bütün düşünce ve davranışlarını bildiği, gözetlediği ve her şeye kadir olduğu halde sünneti (yasası) ve engin hikmeti gereği her insanın önünde, arkasında, sağında ve solunda görev yapan, onu bazı kötülüklerden koruyan ve amellerini yazan melekler tayin etmiştir. Hz. Peygamber de insanları gece ayrı gündüz ayrı meleklerin izlediğini (Buhari) haber vermiştir. Müfessirlere göre kişinin sağ tarafında bulunan melek iyi amellerini, sol tarafında bulunan melek ise, kötü amellerini yazmaktadır. Önünde ve arkasında bulunan melekler ise onu korumakla görevlidir (İbn Kesir Tefsiri). Anlatıldığına göre bir adam Hz. Ali’ye gelip “Seni öldürmek isteyenler var, korunsan iyi olur” demiş, Hz. Ali ona şöyle cevap vermiştir: “Her insanla birlikte onu kaderinde olmayan şeylerden koruyan iki melek vardır. Fakat kader geldiğinde melekler kişi ile kaderin arasından çekilirler. Şüphesiz ki ecel sağlam bir kalkandır (yani eceli gelmeyen ölmez).” (Kaynak: TDV Kuran Yolu Tefsiri)
Melekler, gözlem ve deneye dayanan pozitif bilimlerin ilgi alanı dışında kalan fizik ötesi varlıklardır. Onların gözle ve diğer duyu organlarıyla algılanamaz varlıklar oluşu, inkâr edilmelerine gerekçe olamaz. Bu konuda, kesin bilgi veren, ayet ve hadisler, meleklerin varlığı konusunda müminlerde hiçbir şüphe bırakmaz. Bütün peygamberler getirdikleri mesajlarda meleklerin varlığından söz etmişlerdir. Bütün ilahî dinlerde melek inancı vardır. Kuran-ı Kerim’de meleklerin varlığına ve özelliklerine ilişkin çok sayıda ayet bulunmaktadır. (Mesela bk. Bakara 30-34, Hicr 28-29, Hûd 69-70, Zâriyat 24-28, Necm 5, Tahrim 6, Fâtır 1). Hayatı boyunca hiçbir zaman yalan söylememiş olan Hz. Peygamber, pek çok hadis-i şerifinde meleklerden, onların özelliklerinden ve kimi zaman onları gördüğünden bahsetmiştir. (bk. Müsned, Müslim). (Kaynak: Din İşleri Yüksek Kurulu)
Meleklerin varlığına inanan insan, yüce ve gizli kuvvetlerin gözetimi altında olduğunu, yazıcı melekler tarafından yaptığı her işin kaydettiklerini bilir. Kişi, bu bilinçle sürekli iyi ve güzel şeyleri yapmaya yönelir. Kendisini iyiliğe çağıran her sesin, meleğin sesi olduğunu bilir ve o sese kulak verir. Koruyucu meleklerin kendisini koruduğunu, meleklerin kendisine dua ettiklerinin ve kendisi için istiğfarda bulunduklarını düşünerek büyük bir manevi desteği olduğunu bilir. (Kaynak: İslam ve İhsan)
Meleklere inanmak, iman ve itikat esaslarındandır. İnanmayan, Müslüman olamaz; inkâr eden de dinden çıkar. Zira Kuran-ı Kerim’de meleklerin varlığından bahsedilmekte, bir kısmının ise bizzat isimleri geçmektedir. Ayrıca Kuran’da “Melekler” adında bir sure de vardır. (Fâtır suresinin diğer bir adı Melâike suresidir.) Melekler, bilfiil vardır; onları görememiş olmamız onların yokluğu yolunda bir delil teşkil etmez. Onların bizim tarafımızdan görülmemesi, farklı bir şekilde yaratılmış bulunmalarından, vücutlarının ruhani ve nurani olmalarındandır. Bizim gözümüz, onları görebilecek kapasitede yaratılmamıştır. Nitekim kendi aklımızı ve ruhumuzu da göremiyoruz, fakat onların varlığına inanıyoruz. (Kaynak: Sorularla İslamiyet)
Bahtiyar Budak
Emekli Edebiyat Öğretmeni