Diğer Haberler Son Dakika 

Gayb Nedir ?

Gayb; gözle görülmeyen, akıl ve duyularla bilinemeyen varlıklar, ilişkiler ve oluşlardır. Allah, vahiy, kader, yaratılış, ruh, kıyametin zamanı, kabirde olacaklar, yeniden dirilme, toplanma, sırat, terazi, cennet, cehennem vb. gayb âlemine aittir. Bunlar hakkında bilgi alınabilecek iki kaynak vardır: Vahiy ve ilham. Akıl, ancak bu iki kaynaktan alınacak bilgiler üzerine tefekkür yoluyla açıklamalar getirebilir.

Ayet: “(Onlar) gayba iman ederler, namazı kılarlar, kendilerine verdiklerimizden hayra harcarlar” (Bakara 3).

Açıklama: Gayba iman etmek, namaz kılmak ve Allah rızasına uygun harcama yapmak; İslâm’ın fert ve topluluk olarak insana getirdiklerinin ve ondan istediklerinin güzel bir özetidir. Gayba iman, iman esaslarına; namaz kılmak, özel duygu ve davranışlarla Allah’a ibadet etmeye; Allah rızasına uygun harcamada bulunmak (infak) ise, dayanışmaya ve düzene işaret etmektedir. (Kaynak: TDV Kuran Yolu Tefsiri)

Muttaki adam önce gayba iman eder. Gayb, Allah Teâlâ’nın bizim bilemediğimiz alanlarıdır. Bizler sınırlandırılmış varlıklarız. Gayb, kapasitemizin sınırları dışında olan âlemdir. Gayb, sadece gelecekle değil; geçmişle de, şimdi ile de alakalıdır. Gayb dediğimiz âlemden, şehadet âlemi dediğimiz görünen âleme geliş gidişler olur. Mesela Kuran, peygamberimiz için gayb idi. Allah; bunu O’na bildirdi; artık bilinir oldu. Mesela DNA, daha önce insanlık için bilinmeyen (gayb) idi. Allah onu insanlara ilham etti, öğretti; şimdi bunu biliyoruz. Vahiy yoluyla Allah, bizim için daha önce gayb olan kendi ilminden bazılarını bize bildirmiştir. Biz her zaman gayb âlemine iman ederiz. (Kaynak: Prof. Dr. Bayraktar BAYRAKLI)

İnsan, yaratılışının gereği olarak bilinmeyen ve görünmeyene, esrarengiz olana karşı daima ilgi duymuş, onun bu ilgisi kendisini devamlı şekilde görünenin ötesiyle ilgilenmeye sevk etmiştir. Kuran’da zaman açısından geçmiş, hal ve gelecek olmak üzere üç kategoriye ayrılabilen birçok gaybî habere yer verilmektedir. Bunlardan uzak maziye ait olan ve bizzat Kuran tarafından “gayb haberi” olarak nitelendirilenlere Hz. Âdem, Nuh, Yusuf ve Meryem’e dair bilgilerle Ashap-ı Kehf, Zülkarneyn ve Hızır kıssaları örnek gösterilebilir (bk. Âli İmran 44, Hûd 49, Yusuf 102, Kehf 13-26, 83-98). Mekke’nin fethi hazırlıklarının müşriklere bildirilmek istendiğini haber veren (Müntehine 1), Benî Mustaliḳ kabilesinin zekâtının toplanmasını konu edinen ve ayrıca İfk hadisesinin iç yüzünü açıklayan ayetler (Hucurât 6, Nur 11-12), Kuran’ın o dönemde bildirdiği hâlihazırla alâkalı gaybî haberler arasındadır. Bizanslıların, Mecusi İranlılar karşısında yakın bir gelecekte galibiyet elde edeceğini bildiren (Rum 4-5), Mekke’nin fethini (Fetih 11, 15-16, 27) ve İslâm’ın parlak istikbalini müjdeleyen (Nur 55) ayetler de, Kuran’ın geleceğe dair gayb haberlerindendir.

Hadislerde de genel olarak Kuran’daki kullanım özelliklerine paralel şekilde geçen gayb kelimesi, sözlük anlamları dışında “sadece Allah’ın nezdinde bulunan ilim” (Müsned, Nesâi), “gaybın anahtarlarını oluşturan beş şey” (Müsned, Buhari) gibi terim anlamını yansıtacak şekilde de kullanılmıştır. (Kaynak: TDV İslam Ansiklopedisi)

Gayb, genel olarak akıl ve duyularla bilinemeyen veya o anda muttali olunamayan her şey ise de, daha çok gelecekle ilgili alan anlamında kullanılır. İslam inancına göre, Yüce Allah tarafından kendilerine bilgi verilen peygamberler dışında hiçbir insan gelecekten haber veremez. Dindeki konumu, derecesi, bilgisi ne düzeyde olursa olsun, herhangi bir kişiye gayb alanı kapalıdır. Akıl ve duyular yanında bâtıni hislerle de bilinemeyen şey demek olan gayb, sadece Yüce Allah’ın bildiği bir alandır. Birçok ayet-i kerime, bu gerçeği vurgulu bir tarzda ifade eder: “Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez…” (Enam 59). “…Gaybı bilmek Allah’a mahsustur…” (Yunus 20). “Göklerin ve yerin gizlisi (gaybı) yalnız Allah’a aittir. Her iş O’na döndürülür…” (Hûd 123). “Gaybı O bilir, gizlisini kimseye açmaz. Ancak elçi olarak seçtiği başka…” (Cin 26-28)

Hz. Peygamber de “Gayb bilgisinin sadece Allah’ın nezdinde olduğunu ifade etmiştir” (Müsned, Nesâi). Aynı şekilde Hz. Ayşe başta olmak üzere birçok sahabenin bildirdiğine göre de Allah’ın bildirmemesi halinde Hz. Peygamber bile gaybı, yani geleceği bilemez. (Müslim, Tirmizi). Bir insanın, gaybı bilgilere muttali olunduğu iddiası, İslam’ın temel akidesi olan tevhit ilkesiyle bağdaşmaz. Nitekim Hz. Peygamber, gizli ilimler bildiğini ve gaybdan haber verdiğini iddia edenlere kulak verip onların dediklerini tasdik etmenin iman ile asla bağdaşmayacağını kesin bir dille açıklamıştır (Müslim, Ebu Davud, Tirmizi).

İslam âlimleri, gaybı bildiğini iddia eden kimsenin imanının tartışmalı hale geleceğini belirtmişlerdir. Gerçek böyleyken her türlü fal, kehanet, vb. bâtıl yollara başvurarak, olan olayların iç yüzlerini öğrendiği iddiasında bulunmak veya gelecekte neler olacağını kesin bir dille söylemek ve bütün bunları İslam’ın onayladığı izlenimi veren bir üslûpla ileri sürmek İslam’a uygun bir tutum değildir. Kendisini apaçık, anlaşılır ve kolaylaştırılmış bir kitap olarak tanıtan (A’râf 52; Hûd 1, Hac 16, Neml 1-3, Kamer 17) Kuran-ı Kerim’de; şifre, rumuz veya gizemli sayılar yoktur. İslam’ın bilgi anlayışından onay almayan yöntemlerle Kuran’ı anlamaya ve anlamlandırmaya çalışmak, bunlardan hareketle Kuran’da gizli manalar, şifreler bulunduğunu ileri sürerek gelecek hakkında kehanette bulunmak kesinlikle doğru değildir. (Kaynak: Din İşleri Yüksek Kurulu)

Allah’tan başka gaybı kimse bilemez. “Bilir” demek küfürdür. Bir gün Hz. Peygamberin devesi kayboldu. Münafıklar bunu fırsat bilip, “Hani göklerden, cennetten, cehennemden bahsediyordu. Kaybolan devesinin yerini bile bilmiyor” dediler. Münafıkların bu sözü Rasulüllah Efendimize ulaşınca; “Vallahi ben ancak Rabbimin bana bildirdiklerini bilirim. Şu anda Rabbim, bana devemin nerede olduğunu bildirdi. Devem, şu anda falanca yerdedir” buyurdu. Tarif edilen yere gittiklerinde, deveyi bir ağaca bağlı olarak buldular. Ancak Allah bildirirse Resulü de, evliyası da bilebilir. Örneğin Hz. Ömer, Medine minberinden, Irak cephesinde İranlılarla harp etmekte olan kumandanı Sâriye’ye yüzlerce kilometre öteden, “Ey Sâriye, dağa çekil, dağa!..” diye seslenmişti. Kumandan Sâriye Hz. Ömer’in sesini duyarak dağa çekilmiş ve İslam ordusu hezimetten kurtulmuştu.

Hz. Musa, ledün ilmine sahip, yani Allah’ın kendisine gaybı bildirdiği bir zata, “Rabbimizin sana öğrettiği doğruyu bulmama yardım edecek, hayra götürecek bir ilmi bana da öğretmen için, sana tâbi olmak istiyorum” dediği, Kuran-ı Kerim’de bildiriliyor. (bk. Kehf 66). Allah’ın bazı gaybı bildirdiği bu zatın Hızır (a.s) olduğu bildirilmiştir. (Kaynak: Dinimiz İslam)

Gayb âlemi, duyularımızla algılayamayacağımız varlık alanı; şehadet âlemi ise, duyularımıza gelen varlık alanıdır. Başta Allah olmak üzere, melekler, cinler, ruhlar; sonra da haşır, hesap, cennet, cehennem vb. hepsi gayb âlemi cümlesindendir. Âlem-i şehadeti beş duyumuzla ve buna bağlı olarak akılla ve bilimle bilebiliriz. Âlem-i gaybı ise, kısmen akılla, sonra da sadık bir elçinin haberiyle bilir ve iman ederiz. Bunun dışında oradan kesin bilgi alabileceğimiz başka bir yol yok. Yani Allah’ın nasıl bir varlık olduğu, kabir âlemi, cennet ve cehennem gibi konularda o doğru sözlü elçinin haber verdikleri dışında bir bilgi kaynağımız yok. Bu noktada duyular, dolayısıyla da bilim, eğer ideoloji karışmamışsa, görevi imana bırakır. Akıl kısmen yine devam eder. Allah bize kendini tanıtırken, gayb ve şehadet âlemini bildiğini söylüyor. (bk. Haşr 22)

Bu iki alana ait bilgilerin birbiriyle çelişmesi düşünülemez. Çelişir gibi görülen varsa, işin aslıyla değil, bizim onlardan anladıklarımız sebebiyledir. Âlem-i gayb konusundaki bir bilgiyi yanlış anlama ihtimalimiz olduğu gibi, âlem-i şehadet alanındaki bir bilgiyi yanlış anlama ihtimalimiz de vardır. Yani bilim de bazen hata yapabilir. Bilim dünyasından her zaman bunun ilginç örneklerine şahit oluruz. O güne kadar doğru olarak bilinenler bazı bilgilerin, yeni bilimsel çalışmalarla öyle olmadığı anlaşılabiliyor. Yani “bilimin ulaştığı bilgiler kesindir” demek de, kesin bir bilgi değildir.

Mesela eskiden bazı âlimler, “dünya düzdür” derken; bunu ya o zamanın bilimi veya gayb âlemi ile ilgili bilgileri yanlış anlamaları sebebiyle böyle söylemişlerdir. Çünkü o zamanın bilimi de, dünyanın düz olduğunu söylediği için, dini nasları yorumlayanlar da onları böyle tevil edip din adına buna böyle inanmışlardı. Kısaca o zaman dünya düzdür diyenler bu iddialarını bazı nasların tevillerine dayandırdıkları gibi, yuvarlak olduğu anlaşıldıktan sonra yuvarlaktır diyenler de bunun için tevil edecekleri başka naslar buldular. Demek ki, dünyanın yuvarlak olup olmadığı meselesi bir âlem-i gayb, yani iman meselesi değil; bir âlem-i şehadet, yani bilim meselesidir. Kısacası, bilimin âlem-i gaybı anlayacak bir yöntemi bulunmadığı gibi, ortaya koyduğu kesin bilgiler de imanın konusu değildir. Yani bir insanın, dünyanın düz ya da yuvarlak olduğuna inanması imanına zarar vermez. (Kaynak: Prof. Dr. Faruk BEŞER)

Beş duyumuzla algıladığımız şu âlem, mutasavvıfların dediği gibi aslında birer tecelliden ibarettir. Asıl hakikat, görülmeyen gayb âlemidir. Hakikat görülmez; görülen, hakikatin tecellisidir. Görünmez ve görünür âlem, yaratıklar için söz konusudur. Allah için bütün âlemler, şehadet âlemidir. Çünkü gaybı bilen sadece Allah’tır. Peygambere gelen vahiyler gayb bilgileridir. (bk. Âli İmran 179, Ahkâf 9). Vahiy dışında rüya, sezgi veya ilhamla da bilgiler verilir. Peygambere gelen bu tür gayb bilgilerine “mucize”, veli kullara verilen gayb bilgilerine de “keramet” diyoruz. (Kaynak: Prof. Dr. Süleyman ATEŞ)

Cinlerin gaybı bilemeyeceği Sebe suresinin 14’üncü ayetinde net olarak belirtilmiştir. Hz. Süleyman (a.s.); ayakta vefat etmiş, bir süre bastonuna dayalı olarak öylece kalmış, cinler onun öldüğünü bilememişlerdi. Bir ağaç kurdu bastonu kemirmiş, baston kırılınca Hz. Süleyman yere düşmüş ve böylece öldüğü anlaşılmıştı. Cenâb-ı Hak, Hz. Süleyman’ın vefatını çok âciz bir varlık olan ağaç kurdu vâsıtasıyla ortaya çıkararak, gaybı bildiğini iddia eden cinlerin de, Allah’ın iradesi dışında hiçbir şey bilemeyeceklerini açıkça beyan etmiştir. Büyük bir mülk ve saltanata sâhip olan Hz. Süleyman’ın ayakta ölmesi, ne kadar düşündürücü bir tecelli ve büyük bir ibrettir. Zaten tüm peygamberlerin sözleri, yaşayışları ve başlarından geçen hâdiseler, arkalarından gelen bütün ümmetlere birer ibret vesilesidir.

Bahtiyar Budak

Emekli Edebiyat Öğretmeni

En son Haberler