Diğer Haberler Son Dakika 

EVLAT İLE İMTİHAN

       Kuran-ı Kerim’de, insanların güzel işler yapma hususunda birbirleriyle yarışmalarını sağlamak, kimlerin daha güzel işler yapacağını ortaya çıkarmak için ölüm ve hayatın yaratıldığı (Mülk 2) bildirilmektedir. Hayat da, ölüm de imtihan için yaratılmıştır ve imtihan yeri de ahiret değil, dünyadır.

       “Mal ve çocuklarınızın sizin için birer imtihan olduğunu ve büyük mükâfatın Allah katında bulunduğunu bilin” (Enfâl 28). Cenab-ı Allah, bazen korku ve açlıkla, bazen mallardan ve canlardan eksiltmekle bazen de mal ve çocukla veya daha farklı şeylerle müminleri imtihan etmektedir. Özellikle mal ve neslin; hem korunması, hem de imtihan aracı olarak görülmesi dinin hedeflerindendir. Kuran-ı Kerim’de, insanları aldatan dünya hayatının fâni, mal ve çocukların da bu fani dünyanın süsü olduğu; kısa bir süre sonra, fâni olanın gidip sâlih amelin kalacağı (Kehf 46) belirtilmiştir. Mal ve çocukların, müminleri Allah’ı anmaktan alıkoymaması uyarısında da bulunulmuş, aksi takdirde hüsrana uğrayacakları (Münafikûn 9) vurgulanmıştır.

       Müminler Allah sevgisi ile servet ve evlât sevgisi arasında gerekli dengeyi kurmak, bunlara yönelik istek ve menfaatler ile Allah’ın emirleri çatıştığında O’na itaat etmek durumundadırlar. İnsanın servet ve evlâda düşkünlüğü bazen ilahi emirlere uyma konusunda onu zor duruma düşürebilir. Böyle durumlarda, Allah’a itaatte sebat edenler imtihanı kazanmış olurlar.

          Kâinattaki hiçbir varlık ve oluş, yüce Allah’ın hükümranlığı dışında düşünülemez. İnsanlar için büyük önem taşıyan çocuk sahibi olma ve çocuğun cinsiyeti konusunda, insan irade ve çabasının ürünü gibi görünen sonuçların da, gerçekte ilâhî iradeden bağımsız olmadığı ve Allah Teâlâ’nın koyduğu yasalar çerçevesinde gerçekleştiği asla göz ardı edilmemelidir. İster kız, ister erkek cinsinden olsun, doğan her çocuk Allah’ın bağışı ve armağanıdır. Kız ve erkek çocuğun her ikisine birden veya sadece kız çocuğuna ya da sadece erkek çocuğuna sahip olmak ilahi iradeye bağlı olduğu gibi, çocuk sahibi olamamak da ilâhî iradeye bağlıdır. Bu nedenle çocuk sahibi olma veya olamama, kız veya erkek çocuğunun dünyaya gelmesi insanlar için bir övgü veya yergi konusu olmamalıdır.

          Kulun görevi; çocuk sahibi olmuşsa, bu armağanı veren Allah’a şükretmek; istediği veya gerekli meşru sebeplere tevessül ettiği halde çocuk sahibi olamamışsa da sabretmektir. İnsanın çocuk sahibi olmayı ve bunun mutluluğunu yaşamayı arzu etmesi doğaldır ve din bunu kınamaz. Fakat ister bu konuda, ister başka konuda bir kimsenin gerçekleşmesini arzuladığı bir sonucu kendi hayatı ve mutluluğu için vazgeçilmez görmesi hatalıdır. Çocuk sahibi olamayan kişinin, hayatını karartması yerine, meselâ kimsesiz çocuklarla ilgilenmenin mutluluğunu yaşaması ve bunun ecrini Allah’tan beklemesi daha akılcıdır.

       Evlenmenin temel amacı neslin devamı ise de, tek amaç bu değildir. Evlenmekte huzur vardır ve eşler birbirlerinin dert ortağıdır. Çocuk, evliliğin meyvesidir. Eşler, çocuk yapmak istedikleri halde herhangi bir sebeple çocuk olmuyorsa, tedavi olma yoluna giderler. Bu durumda da mümkün olmuyorsa, kaderlerine razı olmaktan başka çareleri de yoktur. Çocuk sahibi olması kendilerine takdir edilmemişse, eşler bundan sorumlu değildir. Tam tersine, durumlarına sabrederlerse; hem bu dünyada, hem de ahirette ödüllendirilirler.

       “Cennet, annelerin ayakları altındadır” hadisinin amacı, anneye itaat ve onu hoş tutmaya teşviktir. Ödüle layık olacak olan, annenin kendisi değil, annesine güzel hizmet eden evlattır. Anne olamamış kadın, Allah’a bağlılığının ödülünü Allah’tan alacaktır ve bu kadın, anne olan kadından manen daha aşağıda da değildir. Evlenmemiş veya evlendiği halde çocuk sahibi olamamış nice saliha kadınlar vardır. Mesela Hz. Ayşe annemiz de, anne olamamış; ama Allah ona, bütün müminlerin annesi (Ümmehâtü’l-müminin) olma şerefini vermiştir.

       Kadının veya erkeğin çocuğu olmuyorsa, bu onların bir günahı değildir. Günah olan, bile bile çocuk yapmamak veya döllenmiş bir çocuğu zorunlu bir neden yokken aldırmaktır. Kadının çocuğu olmuyor, erkeğin oluyorsa; erkek, karısının rızasıyla başka bir kadınla evlenip çocuk sahibi olabilir. Kadın buna razı olmazsa, kendi iradeleriyle ayrılabilirler. Şayet kusur erkekte ise, kadın da boşanıp evlenme hakkına sahiptir. Ama eşler, durumlarına razı olup sevgilerini çocuğa tercih ederlerse, bu daha iyi olur.

Kuran-ı Kerim, Hz. İbrahim ve Hz. Zekeriya’nın, ileri yaşlarda çocukla müjdelendiğini haber vermektedir. Hûd suresinin 71’inci ayetinde bildirildiği gibi, Hz. İbrahim’e, İshak’ın, İshak’ın ardından da Yakup’un doğacağı; Âli İmran suresinin 39’uncu ayetinde de, Hz. Zekeriya’ya, İsa’yı tasdik edici, iffetli ve salih kullardan bir peygamber olarak Yahya’nın verileceği bildirilmiştir.

       Verilen çocuk müjdesine, “Aman ya rabbi! Ben mi doğuracağım: Ben yaşlı bir kadın, şu da ihtiyar kocam!” diye şaşkınlığı belirten Hz. İbrahim’in hanımını, melekler teskin etmişlerdir. (bk. Hûd 72-73). Ayetlerden hareket ederek, çocuk müjdesi verildiğinde Hz. İbrahim yüz, eşi Sâre’nin ise doksan yaşında olduğu tahmin edilmektedir.

       “Bana ihtiyarlık gelip çattığı, üstelik karım da kısır olduğu halde benim nasıl oğlum olabilir?” (Âli İmran 40) diye şaşkınlığını ifade eden Zekeriya Peygambere; aynı ayette, ““İşte böyle; Allah dilediğini yapar” buyruluyor. Hz. Zekeriya, yıllardır evlat sahibi olamamış; ancak buna dair ümidini hiç yitirmemişti. Kaynaklardan öğrendiğimize göre, evlat sahibi olabilmek için 40 yıl dua etmişti. Ancak, eşinin çocuk doğuramayacak durumda olduğunu bilmesi ve bunu dile getirmesiyle beraber; yine de ümidini kesmeden, Allah Teâlâ’nın her şeye hükmeden eşsiz kudretinden istemeyi bilmişti. Sadece evlat istemekle kalmamış; doğacak evladının, Allah’ın rızasını kazanacak biri olmasını da dilemişti. (bk. Meryem 3-6).

       Hz. Zekeriya, ayette (Ali İmran 39) bildirdiği “O mabette durmuş namaz kılarken, melekler ona müjdeyi vermişlerdi. Ayet-i kerimelerde namazın, bütün hayırların anahtarı olduğuna ve duaların namaz vasıtasıyla kabul edileceğine işaretler vardır. Allah katında haceti olan bir kimse, huşu ve teslimiyet içinde namaza yönelmeli ve sonra da Rabbine dua etmelidir. Hz. Peygamber (s.a.s), nahoş ve rahatsız edici bir durumla karşılaştığında namaza sığınırdı.

       (Yararlanılan Kaynaklar: TDV Kuran Yolu Tefsiri, Taberi Tefsiri, Prof. Dr. Süleyman ATEŞ-Çocuk Sahibi Olamamak Kader midir? Prof. Dr. Mehmet Emin AY-Yaşlılık Döneminde Peygamberler)

       Hazırlayan: Bahtiyar Budak-Emekli Edebiyat Öğretmeni

En son Haberler