Diğer Haberler Son Dakika 

Evlatla İmtihan

Kuran-ı Kerim’de, insanların güzel işler yapma hususunda birbirleriyle yarışmalarını sağlamak, kimlerin daha güzel işler yapacağını ortaya çıkarmak için ölüm ve hayatın yaratıldığı (Mülk 2) bildirilmektedir. Hayat da, ölüm de imtihan için yaratılmıştır ve imtihan yeri de ahiret değil, dünyadır.

Cenab-ı Allah, bazen korku ve açlıkla, bazen mallardan ve canlardan eksiltmekle (Bakara 155); bazen de mal ve çocukla (Enfâl 28) veya daha farklı şeylerle müminleri imtihan etmektedir. Özellikle mal ve neslin; hem korunması, hem de imtihan aracı olarak görülmesi dinin hedeflerindendir. Kuran-ı Kerim’de, insanları aldatan dünya hayatının fâni, mal ve çocukların da bu fani dünyanın süsü olduğu; kısa bir süre sonra, fâni olanın gidip sâlih amelin kalacağı (Kehf 46) belirtilmiştir. Mal ve çocukların, müminleri Allah’ı anmaktan alıkoymaması uyarısında da bulunulmuş, aksi takdirde hüsrana uğrayacakları (Münafikûn 9) vurgulanmıştır.

İnsanın servete ve evlâda olan düşkünlüğü, bazen ilâhî emirlere uyma konusunda onu zor duruma düşürebilir. Ancak, Allah’a itaatte sebat edenler, imtihanı kazanmış olurlar. Mal ve mülk, Allah rızasına uygun harcandığı zaman kıymetlidir ve sonu mutluluktur. Evlat da, Allah yolunda yetiştirildiği zaman sadaka-i cariye; yani ölümden sonra amel defterine sevap yazdıran sadaka olmaktadır. Gerek malda, gerek evlatta, bunun tersi olduğu zaman sonu hüsrandır, acı ve pişmanlıktır.

Kâinattaki hiçbir varlık ve oluş yüce Allah’ın hükümranlığı dışında düşünülemez. İnsanlar için büyük önem taşıyan çocuk sahibi olma ve çocuğun cinsiyeti konusunda, insan irade ve çabasının ürünü gibi görünen sonuçların da, gerçekte ilâhî iradeden bağımsız olmadığı ve Allah Teâlâ’nın koyduğu yasalar çerçevesinde gerçekleştiği asla göz ardı edilmemelidir. İster kız, ister erkek cinsinden olsun, doğan her çocuk Allah’ın bağışı ve armağanıdır. Kız ve erkek çocuğun her ikisine birden veya sadece kız çocuğuna ya da sadece erkek çocuğuna sahip olmak da; çocuk sahibi olamamak da ilâhî iradeye bağlıdır. Bu nedenle çocuk sahibi olma veya olamama, kız veya erkek çocuğunun dünyaya gelmesi insanlar için bir övgü veya yergi konusu olmamalıdır. Ayet-i kerimede şöyle buyrulur: “Göklerin ve yerin egemenliği Allah’a aittir. O dilediğini yaratır; dilediğine kız çocukları bahşeder, dilediğine de erkek çocukları bahşeder. Yahut erkek ve kız çocuklarını birlikte verir. Dilediğini de çocuksuz bırakır. Şüphesiz O her şeyi bilir, her şeye gücü yeter” (Şûra 49-50).

Kulun görevi; çocuk sahibi olmuşsa, bu armağanı veren Allah’a şükretmek, istediği veya gerekli meşrû sebeplere tevessül ettiği halde çocuk sahibi olamamışsa da sabretmektir. İnsanın çocuk sahibi olmayı ve bunun mutluluğunu yaşamayı arzu etmesi doğaldır ve din bunu kınamaz. Fakat ister bu konuda, ister başka konuda bir kimsenin gerçekleşmesini arzuladığı bir sonucu kendi hayatı ve mutluluğu için vazgeçilmez görmesi hatalıdır. Bu durum, kendisi için neyin iyi, neyin kötü olduğunu; daha çok kendisinin bildiği iddiasında bulunması gibi bir anlam taşır. Böyle bir tutumun yanlışlığı ve ilâhî takdire rıza göstermeme anlamı taşıdığı ise açıktır. Bu yanlışlığa düşülmemesi için Kuran’ın yaptığı uyarılardan biri şöyledir: “Hakkınızda hayırlı olduğu halde bir şeyden hoşlanmamış olabilirsiniz. Sizin için kötü olduğu halde bir şeyden hoşlanmış da olabilirsiniz. Yalnız Allah bilir, siz bilmezsiniz” (Bakara 216). Çocuk sahibi olamayan kişinin, hayatını karartması yerine, meselâ kimsesiz çocuklarla ilgilenmenin mutluluğunu yaşaması ve bunun ecrini Allah’tan beklemesi daha akılcıdır. (Kaynak: Kuran Yolu Tefsiri TDV).

Evlenmenin temel amacı neslin devamı ise de, tek amaç bu değildir. Evlenmekte huzur vardır. Çiftler bir araya gelince, Kuran’ın tabiriyle adeta birbirlerinin giysisi olur; birbirleri yanında huzur ve sükûn bulurlar. (bk. Rum 21, Bakara 187). Eşler birbirlerinin dert ortağıdır. Çocuk, evliliğin meyvesidir. Eşler, çocuk yapmak istedikleri halde herhangi bir sebeple çocuk olmuyorsa, tedavi olma yoluna giderler. Bu durumda da mümkün olmuyorsa, kaderlerine razı olmaktan başka çareleri de yoktur.

Çocuk sahibi olması kendilerine takdir edilmemişse, eşler bundan sorumlu değildir. Tam tersine durumlarına sabrederlerse; hem bu dünyada, hem de ahirette ödüllendirilirler. “Cennet anaların ayaklan altındadır” hadisinin amacı, anneye itaat ve onu hoş tutmaya teşviktir. Ödüle layık olacak annenin kendisi değil, annesine güzel hizmet eden evlattır. Anne olamamış kadın, Allah’a bağlılığının ödülünü Allah’tan alacaktır ve bu kadın, anne olan kadından manen aşağıda değildir. Nice evlenmemiş kadınlar vardır. Peygamberimizin en sevdiği zevcelerinden Hz. Ayşe annemiz de anne olamamıştır. Ama bütün müminlerin annesi (Ümmehâtü’l-müminin) olma şerefine ermiştir.

Kadının veya erkeğin çocuğu olmuyorsa, bu onların bir günahı değildir. Günah olan, bile bile çocuk yapmamak veya döllenmiş bir çocuğu zorunlu bir neden yokken aldırmaktır. Çiftlerden herhangi birinin çocuğu olmuyor, diğerinin oluyorsa; çocuğu olan erkek, karısının rızasıyla başka bir kadınla evlenip çocuk sahibi olabilir. Kadın razı olmazsa kendi iradeleriyle ayrılabilirler. Şayet kusur erkekte ise, kadın da boşanıp evlenme hakkına sahiptir. Ama eşler, durumlarına razı olup sevgilerini, çocuğa tercih ederlerse; bu daha iyidir. Bakara suresinin 285’inci ayetinde belirtildiği gibi, “Allah, hiç kimseyi, gücünün üstünde bir şeyle yükümlü ve sorumlu tutmaz.” (Kaynak: Prof. Dr. Süleyman ATEŞ)

Kuran’ı Kerim, Hz. İbrahim ve Hz. Zekeriya’nın (a.s.), ileri yaşlarda çocukla müjdelendiğini haber vermektedir. (bk. Âli İmran 38-40, Hûd 71-73). Ebu Hureyre’den nakledilen bir hadiste, Hz. Peygamber Efendimizin bildirdiğine göre; “Hz. İbrahim, eşi Sâre ile birlikte zalim bir hükümdarın hüküm sürdüğü bir şehre (Mısır’a) gelmişler. Hükümdar, Sâre’ye göz koyarak onu alıkoymuş; ama Allah Sâre’yi korumuştu. Sonunda bu hükümdar, Sâre’yi Hz. İbrahim’e geri vermiş; ayrıca Hacer’i de cariye olarak kendisine hediye etmişti” (Buhari).

Hz. İbrahim’in, eşi Sâre’den uzun süre çocuğu olmamıştı. Bundan dolayı zaman zaman Allah’a yalvarmış ve “Rabbim! Bana iyilerden olacak bir evlât ver!” (Saffât 100) şeklinde dua etmişti. Sâre, kocasının evlât hasreti çekmesine üzüldüğü için, Mısır’dan getirdiği cariyesi Hacer’i, Hz. İbrahim’e ikinci eş olarak takdim etmişti. Bu evlilikten İsmail dünyaya gelmiş; fakat Sâre, doğumdan sonra Hacer’i kıskanmaya başlamıştı. Bir müddet sonra da kocasından, Hacer’i ve oğlunu evden uzaklaştırmasını istemişti. Bir süre tereddüt gösteren Hz. İbrahim, Allah’tan aldığı emir üzerine Hacer ile oğlu İsmail’i Mekke’ye, bugünkü Kâbe’nin bulunduğu yere götürmüştü. (Kaynak: TDV İslâm Ansiklopedisi)

“Elçilerimiz İbrahim’e müjdeyi getirip selâm vermişlerdi. O da “selâm” dedi, çok geçmeden (konuklarına) kızartılmış bir buzağı getirdi. Ona el uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içine bir korku düştü. “Korkma! Biz Lût kavmine gönderildik” dediler. Ayakta bekleyen karısı rahatlayıp güldü; bu sırada O’na İshak’ın, İshak’ın ardından da Yakup’un doğacağını müjdeledik. “Aman ya rabbi! Ben mi doğuracağım: Ben yaşlı bir kadın, şu da ihtiyar kocam! Doğrusu şaşılacak bir şey!” dedi. Elçiler de “Allah’ın işine mi şaşıyorsun? Allah’ın rahmet ve bereketi üzerinizdedir, ey hane halkı! Şüphesiz ki O, övülmeye lâyıktır, şanı yücedir” dediler.” (Hûd 69-73)

Hz. Lût’un ikamet ettiği, Ölüdeniz (Lût gölü) kıyısındaki Sodom halkı, inkârcı oldukları gibi ahlâksızlık ve sapık ilişkiler içinde bulunuyorlardı. Yöre halkı, peygamberini ve nasihatlerini dinlemediler; sapık ilişkilerine devam ettiler. Hz. Lût, aynı çağda Filistin’de ikamet eden Hz. İbrahim’in yeğeni olduğu için olay İbrahim’i de ilgilendiriyordu. Bu sebeple Allah’ın elçileri, önce İbrahim’i haberdar etmek için O’nu ziyaret ettiler.

Melekler, Lût kavmini helâk etmek için geldiklerini haber verdikten sonra, inananların bu felâketten kurtulacağını da söyleyerek, O’nu rahatlattılar. Rivayetlere göre çocuk müjdesi verildiğinde Hz. İbrahim yüz yaşında, eşi Sâre ise doksan yaşında bulunuyordu. Melekler, müjdeye şaşıran peygamber hanımını, bir müminin Allah’ın işine şaşmaması gerektiğini söyleyerek teskin ettiler. (Kaynak: TDV Kuran Yolu Tefsiri)

“Hani o, alçak sesle rabbine yalvarmıştı. “Rabbim!” demişti, “Benim kemiklerim zayıfladı, saçlarım ağardı. Rabbim! Ben sana ettiğim dualarda hiç eli boş dönmedim. Doğrusu ben, arkamdan iş başına geçecek olan yakınlarımdan endişe ediyorum. Karım da kısırdır. Tarafından bana yerimi alacak bir halef ver. O, Yakup hanedanına da vâris olsun; rabbim, onu rızana erdir!” (Meryem 3-6).

Meryem suresinin ilk ayetleri, yaşı ilerlemiş Zekeriya peygamberi anlatıyor. Hz. Zekeriya, yıllardır evlat sahibi olamamış; ancak buna dair ümidini hiç yitirmemiştir. Zira kaynaklardan öğrendiğimize göre, evlat sahibi olabilmek için 40 yıl dua etmiştir. Ancak, eşinin çocuk doğuramayacak durumda olduğunu bilmesi ve bunu dile getirmesiyle beraber; yine de ümidini kesmeden, Allah Teâlâ’nın her şeye hükmeden eşsiz kudretinden istemeyi bilmiştir. Sadece evlat istemekle kalmamış; doğacak evladının, Allah’ın rızasını kazanacak biri olmasını da dilemiştir…

Nihayet beklenen ân gelmiş, Hz. Zekeriya’ya bir oğlunun olacağı müjdelenmiş ve adının daha önce kimseye verilmeyen “Yahya” olacağı da bildirmiştir. (bk. Meryem 7). Bu konuyu, Enbiya suresinin 90’ıncı ayeti şöyle bütünleştirir: “Biz O’nun da duasını kabul ettik ve O’na Yahya’yı verdik; eşini de bunun için elverişli kıldık. Onlar, hayır işlerinde koşuşurlar, umarak ve korkarak bize yalvarırlardı. Onlar, bize karşı derin saygı içindeydiler.” (Kaynak: Prof. Dr. Mehmet Emin AY)

“Mabette namaz kılarken melekler O’na nidâ ettiler: “Allah sana, Allah’ın kelimesine inanan efendi, iffetli iyilerden bir peygamber olarak Yahya’yı müjdeler. “Ya Rabbi! Ben artık iyice kocamış, karım da kısırken nasıl oğlum olabilir?” dedi. Yüce Allah, “Böyledir, Allah dilediğini yapar” (Âli İmran 39-40) buyurdu. Ayet-i kerimelerde namazın, bütün hayırların anahtarı olduğuna ve duaların namaz vasıtasıyla kabul edileceğine işaretler vardır. Allah katında haceti olan bir kimse, huşu ve teslimiyet içinde namaza yönelmeli ve sonra da Rabbine dua etmelidir. Hz. Peygamber Efendimiz (a.s), nahoş ve rahatsız edici bir durumla karşılaştığında namaza sığınırdı. (Kaynak: Taberi Tefsiri).

Hz. Zekeriya (a.s.), Hz. Meryem’in teyzesinin eşidir ve İsrailoğullarına gönderilmiş son peygamberlerdendi. Filistin’in, Roma İmparatorluğu’nun bir eyaleti olduğu dönemde Kudüs’te yaşamıştı. Oğlu Yahya’nın başı kesilerek şehit edilmesi O’nu çok üzmüştü. Kendini de öldürmek istemeleri üzerine şehirden kaçmış, bir bahçedeki ağacın içine saklanmıştı. Testere ile ağacı kesen düşmanları, ağaçla birlikte O’nu da keserek şehit ettiler. (Kaynak: TDV Kuran Yolu Tefsiri)

Bahtiyar Budak

Emekli Edebiyat Öğretmeni

En son Haberler