Diğer Haberler Son Dakika 

Kamu Ve Kul Hakkı

       İslâmî kaynaklarda, insanların gereğini yerine getirmekle yükümlü oldukları haklar, “Allah’ın hakları” (hukukullah) ve “kulların hakları” (hukuk-u ibâd) şeklinde başlıca iki kısma ayrılmış; bazı kaynaklarda bunlara bir de hem Allah hakkı, hem kul hakkı sayılan haklar eklenmiştir. Hukukullaha riayet, “Allah’ın emrine saygı”; hukuk-u ibâda riayet ise, “Allah’ın yarattıklarına şefkat” deyimleriyle ifade edilir. Buhari ve Müslim’in rivayet ettiği bazı hadislere göre; “Müslüman, Müslümanın kardeşidir; ona yalan söylemez, ihanet etmez, kötülük yapmaz, onu aşağılamaz, kötülük edebilecek birinin eline bırakmaz.” “Hiç kimse kendisi için beğenip istediğini din kardeşi, komşusu için de istemedikçe, komşusu onun kötülüğünden emin olmadıkça olgun bir mümin olamaz.” “Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse komşusuna eziyet edemez. İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez.” Müslüman, elinden ve dilinden başka Müslümanların zarar görmediği kimsedir.” (Kaynak: TDV İslam Ansiklopedisi).

       İnsanın üzerinde, Allah’ın hakları olduğu gibi, kulların da hakları vardır. Cenâb-ı Hak, her insana birtakım haklar ve nimetler bahşetmiştir. Bunlara yönelik yapılan bir haksızlık, karşılıksız kalmaz ve cezayı gerektirir. Meselâ, birinin canına ve malına zarar vermek, şeref ve haysiyetini lekelemek, şakayla da olsa üzmek ve korkutmak, aldatmak, rüşvet alıp vermek, borcunu geciktirmek, lüzumsuz yere vaktini almak gibi hususlar hep kul hakkını ihlâl etmektir. Cenâb-ı Hak, “Mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin…” (Bakara 188, Nisâ 29) buyurarak, insanları kul hakkı konusunda uyarmıştır. Kul hakkı yemenin en tehlikeli çeşidi, devlet ve vakıf malı gibi ammenin ortak hakkı olan şeyleri haksız yere gasp etmek ve uygunsuz bir şekilde kullanmaktır. Bu haksızlık, ferdî haklara göre daha tehlikelidir. Zira sonunda pişman olunsa bile bütün hak sahiplerinden helâllik olmak mümkün değildir. (Kaynak: İslam ve İhsan)

       Kaçak su ve elektrik gibi şeyleri kullanmak hırsızlıktır, gasptır; dürüst yaşayan vatandaşların hakkına tecavüzdür. Bu gaspı yapan insan, hem hak ihlali yapmış, hem de ev halkını harama bulaştırmış olur. Göz hakkı deyip başkasına ait bir şeyi almak da kul hakkı olur. Eğer mal sahibi, başkalarının yemesini helal etmişse mesele yok; değilse, harama el uzatılmış olur. Kızı, mirastan mahrum etmek de kul hakkına girer. Ölen babasının maaşını alabilmek için anlaşmalı boşanarak bir arada yaşamayı sürdürmek çok tehlikelidir. Çünkü mahkemede boşanmak aynı zamanda dinen de boşanmak demektir. O kişinin aldığı maaşta fakir fukaranın, dul ve yetimlerin hakkı vardır. Ama gerçekten boşanma olduysa, bu maaşı almasında bir sakınca yoktur.

       İhtiyaç hali hariç, yalan beyanla yeşil kart alıp kullanmak haksızlıktır ve devleti zarara sokmaktır. Devletin parasında herkesin hakkı vardır. Osmanlı imparatorluğunda ihtiyaç sahibi olan hastalara bakım ve ilaç ücretsiz verilirdi. Hastane duvarlarında da; ‘’İhtiyacı olmadığı halde buradan ilaç alanın Allah derdini arttırsın, şifa vermesin’’ şeklinde yazılar bulunurdu. (Kaynak: Mustafa ÖSELMİŞ – İlahiyatçı Yazar)

           Kul hakkı kavramıyla insan; başıboş bir varlık olmadığını, yaptıklarından hesaba çekileceğini, eliyle-diliyle ve diğer organlarıyla kul hakkına tecavüzün kesinlikle cezasız kalmayacağı tehdidiyle karşı karşıya bulunduğunu hisseder. Kuran’da, ilk bakışta kul hakkı gibi görünen ve kullar arasındaki adalet esaslarını tespit eden birçok ayetten sonra, “İşte bu Allah’ın hudududur/ölçüsüdür, onu çiğnemeyin” (Nisa 13, Bakara 229 gibi) mealinde ilahî ikazlar gelir. Kul hakkını çiğnemek, Allah’ın hududunu çiğnemek olarak kabul edilmektedir.

       Çalıştığımız yerde mesaimize dikkat etmemek, işverene karşı bir kul hakkı ihlalidir. Çalıştırdıklarımızın ücretini kesmek veya vaktinde vermemek de hak ihlalidir. Bir öğrenciye hak ettiği notu vermemek de haksızlıktır. Komşumuzu sesle, gürültüyle rahatsız etmek, balkondan çırptıklarımızla ona zarar vermek kul hakkı ihlalidir. Kişisel yararları için çevreye zehir akıtanlar, havayı kirletenler, yolları daraltanlar, kısacası ammenin hukukunu hiçe sayanlar çok daha büyük kul hakkı ihlalleriyle ve hesaplarıyla yüz yüzedirler. Trafikte, kurallara uymamak, başkalarının haklarına saygı göstermemek de büyük bir hak ihlalidir. (Kaynak: Prof. Dr. İbrahim EMİROĞLU)

       Dinimizde insanların kamu/kul haklarına saygılı olması emredilmektedir. Bunun yanında kul hakkı ihlalinin, hakkı ihlal edilen affetmedikçe, kimse tarafından affedilemeyeceği belirtilmiştir. Devlet dairelerinde işçi ya da memur olarak girenler, devletle (kamuyla) kendileri arasında veya özel sektörde herhangi bir iş yerinde çalışanlar; yapılan bir akit gereği iş ve hizmet üretip karşılığında, maaş/ücret almaktadırlar. Çalıştığınız yerde kullanılan elektrik bir kamu malı olduğu için çay içmek vb. gibi özel ihtiyaçlar için kullanılamaz. Kamu malı olan elektrik kamuya hizmet üretme dışında özel ve şahsi ihtiyaçlar için bir şekilde kullanılmışsa, kullanılan elektriğin bedelinin devlete ödenmesi gerekir. İşini aksatmamak ve vaktinde yapmak kaydıyla bilgisayar ve internetten güncel haberlere bakması, ihtiyaç halinde resmi dairede telefonunu şarj etmesi gibi hususlar umumi izin verilen şeylerden sayılır. Kâğıt ve kırtasiye malzemeleri gibi maddeleri ise, kişinin özel hizmetinde kullanması caiz olmaz. Devlet malı, tüm topluma ait olduğu için bunların usulsüz olarak kullanılması veya zimmete geçirilmesi haramdır. Bu malların usulsüz kullanılması durumunda, hakkın iade edilmesi gerekir. (Kaynak: Din İşleri Yüksek Kurulu Soru Cevaplandırma Platformu)

       Hz. Peygamber (a.s.) bir gün, asabına “Müflis kimdir biliyor musunuz?” diye sordu. Orada bulunanlar, “Malını mülkünü kaybetmiş, iflas etmiş kimsedir” diye cevap verdiler. Bunun üzerine Allah Rasûlü şöyle buyurdu: “Aksine, gerçek müflis şu kimsedir: Kıyamet günü kıldığı namaz, tuttuğu oruç ve verdiği zekâtla gelir. Ancak dünyada iken şuna sövmüş, buna iftira atmış, ötekinin malını yemiş, berikinin kanını dökmüş, bir başkasını dövmüştür. İhlâl ettiği bu hakların karşılığı olarak onun iyiliklerinden alınıp hak sahiplerine verilir. Şayet hesabı görülmeden iyilikleri biterse, mağdur ettiği insanların günahlarından alınarak onun üzerine yüklenir, sonra da cehenneme atılır” (Müslim).

       Kul hakkının, toplumun tamamına sirayet ettiği alan ise, kamu hakkıdır. Kamu hakkı, kul hakkına göre çok daha ağır sorumluluğu olan bir emanettir. Bu emanete ihanet etmek, kişiyi hem dünyada hem de ahirette hüsrana sürükler. Âli İmran suresinin 161’inci ayetinde; “Bir peygambere, emanete hıyanet yaraşmaz. Kim emanete (devlet malına) hıyanet ederse, kıyamet günü, hainlik ettiği şeyin günahı boynuna asılı olarak gelir. Sonra herkese, asla haksızlığa uğratılmaksızın, kazandığı tastamam verilir” buyrulmuştur. Rahmet elçisi (a.s.) ise bu konuda ümmetini şöyle uyarmıştır: “Kimse hakkı olmayan bir karış toprağı bile almasın! Eğer alırsa, kıyamet gününde Allah yedi kat yeri onun boynuna dolar” (Müslim).  Bir başka hadis-i şerifte de şöyle buyurmuştur: “Kim bir işte görevlendirilip yaptığı işin karşılığı bir ücret alıyorsa, onun bu ücret dışında alacağı her şey emanete hıyanettir” (Ebu Davud). (Kaynak: Diyanet Hutbe – Kul ve Kamu Hakkı)

       Hz. Peygamberin (a.s.), devlet hazinesinden (beytülmal) çalanların namazını kılmadığı bilinmektedir. Hayber seferi sırasında, ölen birinden söz ettiklerinde Hz. Peygamber, “Arkadaşınızın cenaze namazını siz kılın” buyurdu. Bu sözü duyan sahabilerin yüzü renkten renge girdi. Allah Rasûlü şöyle devam etti: “O arkadaşınız, kamu mallarından bir miktar çalmıştır. Bunun üzerine, sahabiler, ölen adamın eşyasını karıştırıp baktıklarında, ganimet olarak ele geçirilmiş olanların arasından bir deri pabucu çaldığını gördüler” (Ebu Davud). Peygamberimiz, borçlu olarak ölenlerin de cenaze namazını hem kılmaz, hem de kıldırmazdı. Bir gün, bir cenaze getirildi. Rasulüllah, “Onun borcu var mı?” diye sordu. “Evet, borcu var dediler.” “Arkadaşınızın namazını siz kılın” buyurdu. Ebu Katâde; “O borcu ben ödeyeceğim ya Rasulellah!” demesi üzerine, Hz. Peygamber onun namazını kıldırmıştı” (Nesâi).

       Hz. Peygamber, üzerinde kamu hakkı veya kul hakkı olan kişilerin cenaze namazını kıldırmamış; ama kılınmasına da engel olmamıştır. Bu tür kişilerin, “Cenaze namazını siz kılın” demiştir. Bunun için, “Borçlu ölenin cenaze namazı kılınmaz” diye bir hüküm yoktur. Bu durum, Hz. Peygambere ait bir uygulamadır.  Çünkü borçlunun üzerinde kul hakkı vardır ve kul razı olmadıkça da, bu hak bağışlanmamaktadır. Oysa Peygamberimizin namazını kıldırdığı kişilerin bağışlanma ihtimali yüksektir. (Kaynak: Sorularla İslamiyet)

       Sonuç olarak kul hakkı, ilâhî affın dışında kalan bir husustur. Bireye yönelik suçları, kimsenin affetme yetkisi yoktur. Suç kime karşı işlendiyse, affetme yetkisi de ona aittir. Bu yüzden kul hakkına girmekten kaçınmak gerekir. Ahirette yüksek mertebelerde olacağı bildirilen şehitlerin bile, kul hakkını ödemeden geçemeyeceğini Hz. Peygamber şöyle haber vermiştir: “Şehidin, kul hakkı dışındaki bütün günahlarını Allah Teâlâ mağfiret eder” (Müslim). Devlet malında, herkesin hakkı olduğu için kamu hakkı, kul hakkından daha tehlikelidir. İslami hukukta bu suça “Gulûl Suçu” adı verilmektedir. Tüm hadis ve siyer kaynaklarında Gulûl (kamu malı talanı) suçunun cehenneme götüreceği bildirilmektedir.

       Adalet timsali Hz. Ömer (r.a.) halifelik döneminde makamında; devlet işlerini görürken devletin mumunu, özel görüşmelerinde ise, kendi parasıyla aldığı mumu yakıyordu. Onlar bu derece hassastılar.

       Kul hakkı konusunda çok hassas davranan Hz. Peygamber (a.s.), vefatından önce sahabeyi toplayarak onlarla helalleşmiş ve kul hakkıyla Allah’ın huzuruna gitmek istemediğini açıkça beyan etmiştir. “Nihayet ben de bir insanım! Aranızdan bazı kimselerin hakları bana geçmiş olabilir. Kimin malından bilmeyerek bir şey almışsam, işte malım gelsin alsın! İyi biliniz ki, benim katımda en sevimli olanınız, varsa hakkını benden alan veya hakkını bana helâl eden kişidir” buyurmuştur. Hz. Ukkaşe ile arasında geçen helalleşme olayı, İslam tarihinde önemli bir yere sahiptir. (bk. Hz. Peygamberin Son Anları).

       Veda hutbesinde Hz. Peygamber; can ve mal dokunulmazlığı, cahiliye dönemi adetlerinden faiz, suçun şahsiliği, karı-koca arasındaki haklar ve sorumluluklar, emanetlerin sahiplerine iade edilmesi gibi doğrudan kul hakkını ilgilendiren hususların yanı sıra Allah’ın kitabı ve sünnetinin ümmete miras bırakılması gibi temel esaslara vurgu yapmıştır. Veda hutbesi, İnsan hakları konusunda tarihi bir beyannamedir. Konuşmasının son bölümünde: , o güne kadar yaptıkları konusunda insanların şahitliğini istemiştir. Hazır bulunanların “şahidiz” demeleri üzerine Rasulüllah; şehadet parmağını semaya doğru kaldırdı, sonra da insanlara doğru çevirip indirerek, “Şahit ol ya rab, şahit ol ya rab, şahit ol ya rab!” dedi. (bk. Veda Haccı ve Hutbesi).

Bahtiyar Budak

Emeki Edebiyat Öğretmeni

En son Haberler