ZEKAT NEDİR VE KİMLERE VERİLİR?
Zekât, dinen zenginlik ölçüsü kabul edilen miktarda (nisap) mala sahip olan kimselerin Allah rızası için belirli kişilere vermesi gereken belli miktarı ifade eder. Zekâtın farz olması için şartlar; malların nisaba ulaşması yanında nâmî (üreyici/artıcı) olması, sahip olunduğu andan itibaren üzerinden bir yıl geçmesi, bir yıllık borcundan ve aslî ihtiyaçlardan fazla olmasıdır. Nisap, zekâtla yükümlü olmak için esas alınan zenginlik ölçüsüdür. Bu ölçü, altında 20 miskal (80.18 gr), devede 5, sığırda 30, koyun ve keçide 40 adettir.
Zekâtın kimlere verileceği Kuran-ı Kerim’de ayrıntılı şekilde açıklanmış (Tevbe 60), nisabı da hadislerde belirtilmiştir. Buna göre temel ihtiyaçları dışında nisap miktarı mala sahip olan kişi diğer şartlar da yerine gelmişse bu mallarının zekâtını vermesi gerekir.
“Sadakalar (zekât gelirleri) ancak şunlar içindir: Yoksullar, düşkünler, sadakaların toplanmasında görevli olanlar, kalpleri kazanılacak olanlar, azat edilecek köleler, borçlular, Allah yolunda (çalışanlar) ve yolda kalmışlar. İşte Allah’ın kesin buyruğu budur. Allah bilmekte ve hikmetle yönetmektedir” (Tevbe 60). Ayet-i kerimede, zekâtın farz oluşundan, kapsamından ve yükümlülerinden söz edilmemiş, sadece zekâtın harcama kalemleri sıralanmıştır. Zekâtın harcama yerlerinin başında yoksulları ve düşkünleri zikretmiştir. Bu iki grubu ifade için ayette fakir ve miskin kavramları kullanılmıştır.
Zekât gelirlerinden pay alacaklar arasında bu gelirlerin toplanmasında görevli olanlar da sayılmıştır. Yine kalpleri İslâm’a ısındırılacak kimselerdir. Bunlar, kötülüklerinden emin olmak amacıyla veya Müslümanlara yararlı olacağı umulduğu için kalpleri kazanılmaya ve İslâm’a ısındırılmaya çalışılan kimselerdir. Zekât gelirlerinin harcanacağı yerlerden biri de köle azadıdır. Zekâtın prensip olarak devlet eliyle toplanıp dağıtılmasını öngören Kuran’ın, devlet bütçesinden kölelerin azadı için bir fasıl ayrılmasını istemesi, geldiği dönemde toplumda kökleşmiş bir sosyal realite olarak bulduğu köleliğin bir an önce kaldırılması yönünde ortaya koyduğu tavrı açıkça göstermektedir.
Borçlular konusunda, İslâm âlimleri genellikle, sadece kendi ihtiyacı için borçlanıp ödeyemez duruma düşenleri değil, toplum yararına borçlananları da (fakir olmasalar bile) ayetin kapsamında düşünmüşler ve İslâm’daki sosyal dayanışma ruhunu yansıtmaya çalışan fetvalar vermişlerdir. Allah yolunda (çalışanlar) ifadesi; fakihlerin çoğunluğuna göre Allah yolunda bilfiil savaşanlar yani sıcak harbe katılanlar kastedilmiştir. Bazı İslâm âlimlerine göre ise bu fasıldan, hac ve umre yapacaklara, öğrenim görenlere zekât verilebilir, hatta cami, okul, hastane yapımı gibi işleri üstlenmiş hayır kurumlarına ödenek ayrılabilir. Günümüz İslâm âlimlerinin birçoğu, ayetteki bu ifadeyi İslâm’ın ve Müslümanların yararına olan her türlü faaliyet şeklinde anlamaktadırlar.
Zekâttan pay ayrılacak son grup, yolda kalmış kimselerdir. Ancak dinen günah olan bir amaç için yapılan yolculuk bu ayetin kapsamı dışında sayılmıştır. Fakihlerin çoğunluğuna göre gurbette herhangi bir sebeple muhtaç duruma düşen kimse memleketinde malı olsa da, (maldan yararlanamadığı sürece) fakir gibi sayılır ve kendisine bu fasıldan zekât verilebilir.
Peygamberimiz (s.a.s), zekâtı kendisi topluyor ve hazineden, zekât fonu ile kendisi dağıtıyordu. Kimin zekâtının kime gittiği bilinmiyor, dolayısıyla şahsiyet ezikliği de olmuyordu. Ama bugün böyle bir imkân yoktur.
Zekâtın kimlere verileceği ayette net olarak bildirilmiştir. Buna göre; fakirlere ve yoksullara (Fakir, çalışırsa zengin olabilecek kimselerdir. Mesela kişi öğrenci iken fakir olabilir ama daha sonra meslek edinerek fakirlikten kurtulabilir. Yoksul ise, fakirlik ona tamamen yerleşmiş; daha sonra çalışıp da zengin olma imkânı olmayan kimselerdir.), zekât toplayan zekât memurlarına da zekât verilir. Kalpleri İslam’a ısındırılmak için kâfirlere de verilir. Köleleri azat etmek için, kölelere zekât verilir. Borçlu insanlara da zekât verilir. Allah yolunda çalışanlara zekât verilir. Allah uğruna çalışıp cihat edenlere; bilimsel araştırmalara, devlet orduyu teçhiz edemediği zamanlarda orduya yardım edilir. Yolda kalmış olanlara da zekât verilir.
Usûl ve füruğa, Müslüman olmayanlara, zenginlere, babası zengin olan ergen olmamış çocuklara zekât verilmez. Usûl; kişinin anne, baba, dede, nine gibi yukarı doğru giden soyudur. Füruğ ise; evlat, torun, onların çocukları gibi aşağı doğru giden soyudur. Yani kendisinden doğmuş olduklarınız ve sizden doğmuş olanlar bu kapsama girer. Kardeş, teyze, amca, hala, dayı vs. usul ve füruğ kapsamında değildir. Bir ağacı düşünelim; usûl ağacın kökü, füruğ da gövdesidir. Diğer akrabalar, ağacın dalları ve yaprakları gibidir.
Zekât verirken yoksul akrabalara öncelik verilmesi daha sevaptır. Üvey anne, üvey baba ve üvey çocuklara, fakir olmaları hâlinde zekât verilebilir. Fakir olan kayınvalide ve kayınpedere zekât verilebilir. Fakir olan damada ve fakir olan geline de zekât verilebilir. Çünkü bunlarla zekâtı veren kişi arasında usûl ve füruğ ilişkisi olmadığı gibi, zekât veren şahıs normal durumlarda bunlara bakmakla yükümlü de değildir.
Oruç ve hac ibadetlerinde olduğu gibi zekât konusunda da kamerî ay hesabı uygulanır. Zekâtın farz olması için nisap miktarı malın üzerinden bir kamerî yılın geçmesi gerekir. Buna rağmen mal sahibi dilerse nisaba ulaşmış olan malın zekâtını sene dolmadan önce de verebilir.
Halk arasında “fitre” diye adlandırılan sadakanın adı, fıtır sadakasıdır. Oruç tutamayanların, tutamadıkları oruç günlerine karşılık olarak verdikleri sadakaya da “oruç fidyesi” denir. Zekât nerelere veriliyor veya nerelere verilemiyorsa; fitre ve fidye de aynı hükme tâbidir. Eşler de birbirlerine zekât, fitre ve fidye veremez.
(Yararlanılan Kaynaklar: TDV Kuran Yolu Tefsiri, Din İşleri Yüksek Kurulu, Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı-Kuran’ı Anlamak)
Hazırlayan: Bahtiyar Budak-Emekli Edebiyat Öğretmeni