NAMAZIN ÖNEMİ
Yüce Allah, insanın yaratılmasının asıl amacını Kuran-ı Kerim’de, “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” (Zâriyat 56) ayetiyle; kendisine iman ve ibadet etmek olduğunu bildirmektedir. Yaratılış amacımız olan ibadet ise; “boyun eğmek, itaat etmek, emrin gereğini yerine getirmek” gibi manaları ifade eder. Kısaca, İslam’ın her emir ve yasağına uymak ibadettir. İbadetlerin en önde geleni ise, dinin direği olan namazdır.
Namaz, Peygamberimizin uyguladığı şekilde yerine getirilen, kalp, dil ve bedenle birlikte yapılan bir ibadettir. Namaz, tekbir ile başlayıp selâm ile son bulan, belli fiil ve sözleri içine alan bir ibadettir. Yüce Allah, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem’den itibaren bütün insanları “namaz” ibadeti ile sorumlu tutmuş ve bütün peygamberler, kavimlerine “namaz” kılmalarını emretmişlerdir. Hz. İbrahim “Rabbim, beni ve soyumu namazı kılanlardan eyle” (İbrahim 40) duası ile namazı kılanlardan olmayı isterken, soyunun da namaz kılanlardan olmasını istemiştir. Kuran’da birçok defa Hz. Yakup’un soyu olan İsrail oğullarından namazı kılacaklarına dair söz alındığı bildirilmektedir. Hz. Lokman da oğluna nasihat ederken namazı emretmiştir. (bk. Lokman 17)
Namaz, bizi yaratan, yaşatan, sayısız nimetleri veren yüce Allah’a karşı bir kulluk görevimizdir. Namaz kılanlar, Allah’ın emrini yerine getirmiş, kulluk borçlarını ödemiş ve Allah’ın hoşnutluğunu kazanmış, dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşmuş olurlar. Namaz, irade, akıl, duygu ve bunun sonucu olarak iman sahibi bir kişi için, istemeyerek yerine getirmek zorunda kaldığı bir külfet değil; tam tersine, tıpkı bir aşığın, aşık olduğuna karşı duygularını anlatmak için can atması gibi zevkle ve büyük bir arzuyla yerine getirmek isteyeceği bir ibadettir. Kamil manadaki bir ibadetin gereği budur.
Namaz kılan Müslüman, ibadetinde “ihsan” mertebesini; Allah’ı görüyor gibi ibadet etmek hedefini gerçekleştirmelidir. İnsan, ömrü boyunca kıldığı namazlarında bu hedefe ulaşmaya ve bu hakikati yakalamaya çalışmalıdır. Allah’a bu şekilde yönelen ve O’nu bütün varlığıyla seven insan, O’nun rızasına uygun bir şekilde yaşayabilmek için elinden geleni yapar ve O’nun sevgisine gölge düşürebilecek her şeyden büyük bir titizlikle uzak durur.
Namazla ilgili bir ayet-i kerimede şöyle buyrulur: “Müminler o kimselerdir ki, Allah’ın adı anıldığında yürekleri titrer, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğunda bu onların imanlarını arttırır. Onlar yalnızca rablerine güvenirler. Namazlarını özenle kılarlar, kendilerine verdiğimiz şeylerden bir kısmını Allah yolunda harcarlar.” (Enfâl 2-3)
Ebu Davud ve Tirmizi’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur: “Kıyamet gününde kulun ilk hesaba çekileceği şey farz namazdır. Eğer bu namazı tam olarak yerine getirmişse ne güzel. Aksi halde şöyle denilir: Bakın bakalım, bunun nafile namazı var mıdır? Eğer nafile namazları varsa, farzların eksiği bu nafilelerle tamamlanır. Sonra diğer farzlar için de aynı şeyler yapılır.”
Namazda iken her ne sebeple olursa olsun konuşmak, bir şey yiyip içmek, kendi işiteceği kadar gülmek (yanındakiler işitecek kadar gülmek, namazla birlikte abdesti de bozar),kıbleden göğsünü çevirmek, namazda iken alakasız bir işle meşgul olmak, namazda abdesti bozulmak gibi durumlar namazı bozar.
Namaz, Kuran’da 70 kez emredilmiştir. Namaz kadar çok zikredilen, üzerinde ısrarla durulan başka bir ibadet yoktur. En basit bir âmirin emri karşısında bile boyun eğenlerin, kâinatın yaratıcısının bunca emir ve ısrarı karşısında titrememiz gerekmez mi? Okulda öğretmenimiz, işyerinde müdürümüz, askerde komutanımız bir iş emrettiğinde derhal yapıp onların sevgisini ve hoşnutluğunu kazanmak isterken, nasıl olur da Rabbimizin bunca emirlerine karşı ilgisiz kalabiliriz? Yüce Yaradan’a sanki kafa tutar gibi, “sen ne emredersen emret, benim daha önemli işlerim var” dercesine, namaz kılmadan durabiliriz?
Okunan her ezan, Allah’ın namaz emrini hatırlatan, bizi O’nun huzuruna çağıran ilahi bir davettir. Çok sevdiğimiz bir arkadaşımız veya bir devlet başkanı huzuruna çağırsa, gitmez miyiz? Devlet başkanının sarayında bir ziyafet olsa, hiç geri durur muyuz? Hatta bir arkadaşının telefonuna cevap vermeyen kimse var mıdır?
Diyelim ki, bizi Peygamberimiz (s.a.s.) huzuruna çağırıyor. O tatlı hatıralarını okuduğumuz sahabeler gibi, biz de onu göreceğiz, sohbet edeceğiz. Koşarak gitmez miyiz? Bırakın canlısını, mübarek kabrini ziyaret için, haccetmeye seve seve gitmiyor muyuz?
Oysa bize namazı emreden Yüce Rabbimiz, bizim en vefakâr dostumuz, en çok derdimizi dinleyen ve çaresini veren, her saniye bizi ikram ve hediyelere boğan sultanımızdır. O öyle bir yüceler yücesidir ki, üzerimizdeki ikram ve ihsanını bir an kesse, bir saniye bile yaşayamayız. İşte mümin için namaz, o sultanlar sultanıyla buluşmak, görüşmek, konuşmak gibidir. Ezanı her dinlediğimizde hiç ertelemeden, şevk ve heyecanla O’nun huzuruna koşmak gerekir.
“Niçin namaz kılmıyorsunuz?” sorusuna bazı Müslümanlar, çok basit mazeretler gösteriyorlar. “İşim çok, zamanım yok, hastayım” gibi hiçbir geçerliliği olmayan bahaneler üretiyorlar. Oysa namazın, bir vakit boyu süren bayılmadan, koma halinde kalınan süreden, hiç nefes aldırmayan savaştan, ameliyat sonrası baygınlığından başka hiçbir ciddi mazereti yoktur. Hatta namaz savaşta, yoğun iş anında, hasta iken, yolculuk esnasında da kılınır. Namaz, bu tür basit bahanelerle aksatılmaz.
Namaz, Rabbimizle buluşmaktır. Bizi, Yaradan ile buluşmaya hiçbir şey engel olamaz, olmamalıdır. Namazın vakti geldi mi, uygun zaman, uygun ortam ve uygun yer yok diye namaz kazaya bırakılamaz. “Kitaptan sana vahyedilenleri oku, namazı özenle kıl. Kuşkusuz namaz hayasızlıktan ve kötülükten meneder. Allah’ı anmak her şeyden önemlidir. Allah yaptıklarınızı bilir. (Ankebût 45) Ayet-i kerimeye göre, gerek maddi şartlarına ve rükünlerine, gerekse manevi şartlarına özen göstererek kılınan namaz; İslâm’ın ve sağduyu sahibi erdemli toplumların edepsizlik, hayasızlık ve kötülük sayıp reddettiği tutum ve davranışlarla uyuşmadığı gibi namaz kılan kişiyi de bu davranışlardan meneder.
(Yararlanılan Kaynaklar: TDV Kuran Yolu Tefsiri, Çankırı Müftülüğü-Namazın Önemi, Cemil Topkara-Sabah Namazına Nasıl Kalkılır?)
SABAH NAMAZI İÇİN AĞLANIR MI?
Uykusundan uyanamadığı için üniversite sınavını kaçıran gir genç, üzüntüsünden yeri göğü inletebilir. Peki, peygamberimizin (a.s.), “dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır” dediği sabah namazı, bir üniversite sınavı kadar önem taşımıyor mu?
Büyük velilerden Beyazıd-ı Bestami Hazretleri bir gün sabah namazına uyanamaz. Sabah olduğunda o kadar üzülür ve ağlar, öylesine bir istiğfar eder ki, bu yüzden sabah namazının sevabından daha fazla ecir kazanır. Bunu gören şeytan, ertesi gün o zatı erkenden sabah namazına uyandırır. Çünkü müminler sevap kazandıklarında şeytan kahrolur. Mademki o zatın namaz kılmaması, Allah’a daha çok yalvarmasına sebep olmuştur; şeytana düşen onun ikinci kez gözyaşı döküp yalvarmasını engellemektir.
Ümmeti olmakla şereflendiğimiz Hz. Peygamberin (a.s.), ömründe kaçırdığı sabah namazı sadece bir tanedir. O da, bir savaş dönüşü, aşırı yorgun ve uykusuz oldukları bir zamanda,nöbetçinin uyuması yüzündendir. Belki de ümmetine böyle durumlarda nasıl davranması gerektiği konusunda yol göstermek hikmetiyle olmuştur.
Sevgili Peygamberimiz (a.s.) ve sahabe, Bedir savaşının en şiddetli anında bile namaz kılmayı ihmal etmemişlerdi. İslam büyükleri, ölüm döşeğinde de namazlarını terk etmemişlerdir. Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi hazretleri, en şiddetli hastalık anında dahi ibadetlerini aksatmamış; hatta rahatlaması için ayağının uzatılması üzerine hemen ayağını geri çekmiş, “rabbime saygısızlık yapamam” demişti.
Onlar, namazı böyle önemsediler ve onun önünde hiçbir engel tanımadılar. Günümüz Müslümanlarına ne oluyor ki, en basit bir durumda bile namazdan kolayca vazgeçebiliyor?Rabbimize ve O’nun Yüce Resulüne (a.s.) yönelmemiz gerekmiyor mu? Namazı bize emreden,öğreten, anlatan onlar değil miydi?
Kuran-ı Kerim’den, namaz ibadetinin daha önceki ümmetlerde de var olduğunu öğreniyoruz. Hz. Lokman’ın oğluna namazı emretmesi, Hz. İbrahim’in hicazın güvenliği için dua ederken namazdan söz etmesi, Tur dağında Hz. Musa’ya ilk vahiyde namaz emredilmesi gibi… (Bkz. Lokman 17, İbrahim 37, Taha 14 )
İnsan, bir ağaç veya bina gibidir. Onun kökü ve temeli imandır. Dalları ve duvarları ise,ibadetlerdir. Kökü hastalanmış bir ağacın dallarını ilaçlayarak kurtaramayacağımız gibi,temelleri sarsılmış bir binayı da, odalarını boyayarak tamir edemeyiz.
Peygamberimiz (a.s), “İhsan, Allah’ı görür gibi ibadet etmendir. Her ne kadar sen Onu görmüyorsan da O seni görüyor” buyurmuştur. Tıpkı Hz. Ali’nin, ayağına batan oku, namaza durduğu zaman çıkarılmasını istemesi gibi. Çünkü o anda kendinden geçiyor ve namaz ona, ameliyat anında kullanılan bir anestezi görevi görüyor.
Sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin. Şüphesiz bunlar, Allah’a huşû ile boyun eğenlerden başkasına ağır gelir.” (Bakara 45) Ayette geçen huşû, terim olarak; “Allah’a gönülden saygı duyup bağlanmak, boyun eğip itaat etmek” demektir. Sabrın ve özellikle namazın olumlu tesirinden nasibini alacak olanlar, ancak Allah’a huşû ile bağlanan, boyun eğenlerdir.
(Yararlanılan Kaynaklar: TDV Kuran Yolu Tefsiri, Cemil Topkara-Sabah Namazına Nasıl Kalkılır?)
Hazırlayan: Bahtiyar Budak-Emekli Edebiyat Öğretmeni