İSLAM VE KÖLELİK
Tarih boyunca insanlar, çeşitli yollardan köleleştirilmişlerdir. Savaşta tutsak edilmek, bir suç nedeniyle cezalandırılmak, borcunu ödeyememek ya da köle ana babadan dünyaya gelmiş olmak gibi çeşitli nedenler; köle olmanın değişik biçimlerindendi. Eski medeniyetlerde de olağan kabul edilen kölelik, İslamiyet öncesi Arap toplumunda acımasızca uygulanmaktaydı. Bu nedenle İslâmiyet, onu tek taraflı ve kesin bir kararla kaldırma yönüne gitmemiş; zaman içinde ortadan kalkmasına imkân verecek bir zemin oluşturma yolunu seçmiştir.
İslâm dini, köleliği sadece savaş esirlerine münhasır kılmış, diğer kaynaklara izin vermemiştir. “Kâfirlerle savaşa girdiğinizde hemen öldürücü darbeyi vurun, nihayet onları çökertince, esirleri sağlam bağlayın. Sonra ya karşılıksız bırakırsınız yahut bedel alarak…” (Muhammed 4). Bu ayette, esirlerin kaçmamaları için gerekli tedbirin alınması istenmiş; daha sonraları da bedelli ya da bedelsiz bırakılmaları emredilmiştir. Ayette esirlere yapılacak başka bir muameleden söz edilmemiştir. Hz. Peygamber döneminde esirler, kurtulacakları güne kadar himaye edilmek ve hizmetinden yararlanılmak üzere bazı ailelere verilmiş; fakat hiçbir zaman köleleştirme yoluna gidilmemiştir.
İslâmiyet, köleliği azaltmak ve belirli bir devrede eritmek maksadıyla birtakım yolları da göstermiştir. Kölelerin, hiçbir karşılık beklenmeksizin gönüllü olarak azat edilmesi, İslâm tarihi boyunca devam etmiştir. Hz. Peygamber’in (s.a.s), kölesi Zeyd’e karşı yapmış olduğu muamele, Müslümanlar tarafından her zaman hatırlanmış ve örnek alınmıştır.
Zeyd b. Harise, Kelb kabilesi reisinin oğluydu. Düşman kabilelerden biri tarafından kaçırılıp köle olarak satılmış, el değiştirerek Hz. Hatice’ye kadar gelmiş; o da Zeyd’i eşinin emrine tahsis etmişti. Zeyd’in annesi ve babası, oğullarının Mekke’de bulunduğunu öğrenince, Hz. Peygamber’e gelerek onu geri vermesi için ne kadar fidye istediğini sordular. Resul-i Ekrem bunun için para ödemelerine gerek olmadığını, Zeyd’in istediği takdirde onlarla birlikte gidebileceğini söyledi. Ancak Zeyd, Hz. Peygamber’in yanında kalmayı tercih etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber onu azat etti, fakat yanından ayırmadı.
Hz. Peygamber’e iman eden ilk müminler arasında köleler de vardır. Çünkü O, özgürlüğün peygamberiydi ve insanın insana esir edilmesiyle savaşıyordu. Kendilerini özgür zanneden insanları da, Allah’tan başkasına köle olmaktan kurtarmıştı. Her gün dinlediğimiz ezanın başkahramanı Hz. Bilal-i Habeşi, Habeşli siyahi bir köle idi ve Peygamberimiz’in en yakınında yer almıştı. İslam’ın ilk şehidi Sümeyye, lanetli Ebu Cehil’in kölesiydi ve inancından dolayı o zalim tarafından şehit edilmişti. İslam, köleliğe karşı çıkmasaydı; hangi köle, bu din uğrunda böyle feci işkencelere katlanırdı?
İbadet, Allah’a kulluk (kölelik) etmektir. Yani kayıtsız ve şartsız boyun eğmek demektir. Her mümin, namazda Fatiha suresini okurken şöyle der: “Yalnızca sana kulluk (kölelik) eder, yalnızca senden yardım dileriz.” Bu apaçık ayet ortada iken, “Kuran köleliği kaldırmamıştır” demek, çirkin bir saçmalık olur. Kuran, köleliği asla kabul etmeyen bir itikat çerçevesi getirmiştir. İçkiyi, kumarı, faizi ve her türlü kötülüğü aşama aşama benimseterek giderdiği gibi; insanlığı, kölelikten kurtaracak düzeni de getirmiştir.
Kuran, insanı sadece Allah’a kulluğu öne çıkaran ve köle azat etmeyi ibadet sayan bir dinin kaynağıdır. İslam’da, Allah rızasına kavuşmak isteyenlere gönüllü köle azat etme alışkanlığını yerleştirmek ve bazı günahların kefareti olarak köle azadını şart koşmak suretiyle kölelerin hürriyete kavuşma yolları çoğaltmıştır. Hür Müslümanların köle ve cariyelerle evlenmeleri teşvik edilmiş ve kölelere karşı da kötü muameleyi yasaklamıştır. Kuran’a bağlı bir Müslüman, insanı köleleştiremez, sadece köle azat edebilir. Bu nedenle Müslümanlar, tarih boyunca hep köle azat etme yoluna gitmişler.
Şöyle bir soru akla gelebilir: “Madem kölelik yasaklandı. Neden o günkü topluma, elindeki kölelerin serbest bırakılması istenmedi?” Çünkü o dönemde, köleliği zorla kaldırmaya kalkmak, bütün İslam dışı Arap kabilelerine savaş ilan etmek gibi bir şeydi. Çünkü o devrin kültürü; ailenin zenginliği, köle sayısı ile ölçülüyordu. Aynı zamanda köleleri çocuklarıyla birlikte barınıp beslendikleri yerlerden çıkarıp sokağa atmak ve yokluğa terk etmek demekti. Herhangi bir kötü alışkanlığa müptela olan bir insanı, nasıl yavaş yavaş bu alışkanlıktan vazgeçirmek en doğru yöntemse; Allah da bu yolu izleyerek toplumu kölelikten vazgeçirme yoluna gitmiştir.
Bazıları, evlenmeden de cariyelerle ilişkiye girebileceğini iddia ederler. Bu durumda, hangi özgür insan, böyle bir cariye ile evlenmek ister? Bir de cariyenin, Müslüman olduğunu düşünün… Müslüman, Müslümana nikâhsız yaşamayı nasıl layık görebilir? Hâlbuki ayet-i kerimelerde, kölelerin özgür insanlarla evlendirilmesi (Nisa 3, 25) emrediliyor. Allah, Nisa suresinin 25’inci ayetinde; “Evlenecek kadınları, namusunu korumuş iffetli kadınlardan seçin” buyurmuyor mu? Bunu unuttuk mu; yoksa nefsimiz, hurafe ve batıl inançlarımızın etkisinde mi kalıyor? Kuran’ın hiçbir ayetinde, cariyelerle evlenmeden birlikte olunacağı geçmez. Fakat bazen kelimelere farklı anlamlar verilerek; Kuran’ın onaylamadığı fikirleri, ayetlere ilaveler yaparak toplum yanıltılmaktadırlar.
(Yararlanılan Kaynaklar: TDV İslam Ansiklopedisi, Muhammet Bozdağ-Kuran’da Köle ve Kölelik O. Nuri Topbaş-Faziletler Medeniyeti, Dr. Haluk Gümüştabak-Kuran Kölelik ve Cariyeliği Kaldırmıştır)
Hazırlayan: Bahtiyar Budak–Emekli Edebiyat Öğretmeni