Diğer Haberler Son Dakika 

MÜNAFIKLARIN ÖZELLİKLERİ

       İnanmadığı halde kendisini mümin gösteren kimselere “münafık” denir. Kuran terminolojisinde münafık kelimesi, iki farklı tipteki insan için kullanılır. Birincisi, halis münafıklar olup inanmadıkları halde inandıklarını söyleyenlerdir. İkincisi; zihin karışıklığı ve irade zayıflığı yüzünden imanla küfür arasında gidip gelen şüphe içinde bocalayan, imandan çok küfre yakın olan çifte şahsiyetli insanlardır. Bazı ayetlerde “münafıklar”, bazılarında “kalplerinde hastalık bulunanlar” diye ikili ifade tarzının yer alması da bu farklılığı göstermektedir. (bk. Bakara 8, Nisâ 137, Enfâl 49, Ahzâb 12).

       Hz. Peygamber (s.a.s.), münafıkları şahsen değil, tip olarak tanımlıyordu. Bir hadiste, imanla küfür arasında kalan münafık, iki sürünün ortasında durup nereye katılacağını bilemeyen koyuna benzetilmiştir (Müslim). Diğer bir hadiste ise münafık, bir nehir kenarına gelen üç kişiye ait bir temsille tasvir edilmiştir. Buna göre mümin suya atlar ve karşıya geçer, ardından münafık atlar, mümine yetişmek üzere olduğu sırada; bir yandan kâfirin, diğer yandan müminin, “Bu tarafa gel!” çağrıları ile ikisi arasında bocalarken kuvvetli bir su dalgasıyla boğulur.

       Hz. Peygamber, toplumsal birliği sağlamak ve İslâm’a sempati duyan gönülleri incitmemek düşüncesiyle münafıkların cenaze namazını kılmak, onlar için dua etmek istemişse de, nâzil olan ayetlerle bundan men edilmiştir. Onlar için ne kadar dua ederse etsin, münafıkların asla bağışlanmayacakları bildirilmiştir. (bk. Tevbe 80, 84).

       Münafıklar; gerçekte inanmadıkları halde, birtakım nedenlerle inanmış görünen, bu şekilde kendilerini gizlemeye çalışan kimselerdir. Genellikle, içinde bulundukları ortamın rengini alırlar. Bu, onların ikiyüzlü olmalarından kaynaklanmaktadır. Münafıkların özelliklerini anlatan müstakil bir sure de vardır. On bir ayetten oluşan Münafikûn suresi, muhtemelen münafıklarla ilgili ayrıntılı bilgiler içerdiğinden dolayı bu adı almıştır.

       Münafıklar; İslâm toplumu için, kâfirden daha tehlikelidirler. Çünkü onlar dıştan Müslümanmış gibi gözüktüklerinden, tanınmaları mümkün değildir. İçten içe Müslüman toplumun huzur ve düzenini bozarlar. Hz. Peygamber (s.a.s.), vahiyle kimlerin münafık olduğunu bilir, bu sebeple de onlara önemli görevler vermezdi.

       Münafık denince akla, yüzüne bakar bakmaz sahtekârlığı anlaşılabilecek bir kişi gelmemelidir. Bu kişiler dış görünüş olarak samimi insanlardan farklı olmayabilirler. Fiziksel temizlikleri, giyim kuşamlarıyla müminleri taklit etmeye çalıştıkları için, dışarıdan bakıldığında onları tanımak mümkün olmayabilir.

       Müminlerin arasında yaşayan münafıklar, her ne kadar samimiyetsizliklerini sezdirmemek için çalışsalar da, pek çok konuda gerçek yüzlerini ele veren davranışlar sergileyebilirler. Kalplerindeki hastalığın sık sık ortaya çıktığı durumlardan biri de, Kuran ayetleri hakkındaki yorumlarıdır. Münafıkların en belirgin özelliğinden biri de, Allah ile bağlantılarının olmamasıdır. Kalben Allah ile birlikte değillerdir. O’na yönelmezler, O’nu anmazlar ve O’ndan bağışlanma dilemezler. Allah’ın anıldığı ortamlardan uzak dururlar ve çeşitli bahaneler öne sürerek kaçmaya çalışırlar. Aynı şekilde, Kuran’ın okunduğu ortamlardan da kaçış içindedirler.

       Kuran ahlakını yaşayan insanların sayısının artması, münafıkların korkusunu artırır. Çünkü Allah’a iman eden insanların artması, menfaatlerini engelleyecektir. Bu nedenle bazı münafıklar, İslam ahlakının yaygın olarak kabul gördüğü dönemlerde, müminlerin yanına sokulmaya ve “biz de sizdendik” gibi sözler öne sürerek, onların başarısından kendilerine pay çıkarmaya çalışmışlardır. Münafıklar, yaptıkları tüm bu ikiyüzlülük, fitne ve düşmanlıklarının karşılığında, asıl cezalarını ahirette çekeceklerdir.

       Müminlerin güçlü olduğu dönemlerde münafıkların, fitne çıkarmamış olmaları dikkat çekicidir. Hendek savaşı sırasında yaşanan karışıklığı, müminler arasında ayrılık çıkarmak için nasıl kullanmaya çalıştıkları, Kuran-ı Kerim’de (Ahzâb 11-12) şöyle anlatılmaktadır: “İşte o zaman müminler büyük bir imtihan geçirdiler ve adamakıllı sarsıldılar. Yine o zaman münafıklar ve kalplerinde bozukluk bulunanlar, “Allah ve resulünün vaatleri bizleri aldatmaktan ibaretmiş!” demişlerdi.”

       Kuran-ı Kerim, münafıkları çeşitli yönleriyle tanıtmaktadır. “Münafıklar, erkeğiyle kadınıyla birbirine benzerler; kötülüğü özendirip iyiliği engellerler…” (Tevbe 67). “Sadakalar konusunda müminlerden hem gönüllü olarak fazla verenlere, hem de daha fazla verecek bir şey bulamayanlara dil uzatıp onlarla alay ederler…” (Tevbe 79). “Onlara şöyle bir baktığında dış görünüşleri sana iyi bir izlenim verir; konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin. Ama onlar sanki bir yere dayanmış kütükler gibidir. Her gürültüyü kendilerine yönelik sanırlar…” (Münafikûn 4). “…Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylerler…” (Ali İmran 167). Kıldıkları namazın özünden uzak yaşarlar, ibadetlerinde gösteriş yaparlar” (Maun 5-6).

       Hz. Peygamber (s.a.s.), münafıkların özellikleri konusunda şöyle buyurmaktadır: “Dört özellik vardır ki, kimde bunların hepsi bulunursa o kimse tam münafıktır. Kimde biri bulunursa, onu terk edinceye kadar kendinde nifaktan bir özellik taşıyor demektir: Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiği zaman sözünde durmaz, emanete hıyanet eder ve bir kimseyle çekiştiği zaman doğruluktan ayrılır” (Buhari, Müslim). Diğer bir rivayet ise şu şekilde sona ermektedir: “Orucunu tutsa, namazını kılsa, Müslüman olduğunu düşünse bile…”(Müslim). Yine Allah Rasûlü, mümin ile münafık arasındaki farkı şöyle belirtmiştir: “Mümin, günahını üzerine düşüverecek bir dağ gibi görür ve günahtan böylece korkar. Münafık ise, günahını burnunun üzerine konup uçan bir sinek gibi görür” (Buhari).

       (Yararlanılan Kaynaklar: TDV İslam Ansiklopedisi, TDV Kuran Yolu Tefsiri, Taberi Tefsiri, İbn Kesir Tefsiri, İslam ve İhsan-Münafık Kimdir?)

       MÜNAFIKLARIN REİSİNİN ÖLÜMÜ   

       Abdullah bin Übey bin Selûl, münafıkların reisi idi. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) aziz şahsiyetini gözlerden düşürmek, İslamiyet’in yayılmasına engel olmak ve Müslümanları birbirine düşürmek için elinden gelen bütün gayreti göstermişti. Hz. Peygamber, bunlara karşı hep ihtiyatlı davranır, hâl ve hareketlerini kontrol altında bulundururdu. İslâm camiasının birliğini bozmak için eline geçen her fırsatı kullanmaktan geri kalmayan bu adam, hicretin dokuzuncu senesinde öldü. (Kaynak: İbn Kesir Tefsiri)

       Abdullah bin Übey, münafıkların reisi iken, oğlu Abdullah son derece samimi ve muttaki bir Müslümandı. Bu, “Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran” (Rum 19) Cenâb-ı Hakk’ın kudret ve hikmetinin bir tecellisi idi. Baba, münafıkların reisi; oğul, mücahit bir Müslüman. Babası vefat ettikten sonra, Abdullah babasının vasiyeti üzerine Hz. Peygamber’e gelerek, “Ey Allah’ın Rasûlü! Gömleğini bana versen de babamı onunla kefenlesem; namazını da kılsanız” (Müsned) diye ricada bulundu. Ne gariptir ki, hayatı boyunca İslâmiyet aleyhinde uğraşan bu adamın kefenlenmesi için Hz. Peygamber, sırtından gömleğini çıkarıp Abdullah`a verdi. “Cenaze hazırlanınca haber verin, namazını kılayım” (Buhari) buyurdu.

       Peygamber Efendimiz namazı kılmaya kalkarken, Hz. Ömer arkasından giysisine yapıştı. “Ya Rasulellah! Allah sizi münafıklar üzerine namaz kılmayı yasaklamadı mı?” dedi. Hz. Peygamber gülümseyerek; “Ben, istiğfar etmek veya etmemekte serbest bırakıldım; ben de tercihimi yaptım” (Müslim, Tirmizi) buyurdu. Rasûlüllah, Abdullah bin Übeyy’in cenaze namazını kıldı ve kabri başına kadar da gitti (Tirmizi).

       Aradan çok zaman geçmeden, münafıklar hakkında şu ayet-i kerime nâzil oldu: “Ve onların arasından ölen hiç kimsenin namazını kılma, mezarı başında da durma! Çünkü onlar Allah ve rasulünü inkâr ettiler ve yoldan sapmış olarak öldüler” (Tevbe 84).

       Müslümanların cenaze namazının kılınması konusunda delil gösterilen bu ayetin gelmesinden sonra Hz. Hz. Peygamber, hiçbir münafığın cenaze namazını kılmadı ve kabrinin başında da durmadı.

       Rasûlüllah’ın, böyle bir adamın cenazesine karşı alâka göstermesinin birçok hikmetleri vardı. En mühim hikmeti, onun etrafında toplanmış olanların samimi iman etmelerini temin etmekti. Nitekim Efendimiz’e, gömleğini niçin verdiği ve cenaze namazını niçin kıldığı sorulduğunda, şu cevabı vermişti: “Gömleğim ve onun üzerine kıldığım namazım, kendisini Rabbimden gelecek azaptan kurtaramayacaktır. Fakat ben, bu sayede onun kavminden birçok kişinin samimi Müslüman olmasını umuyorum.” (Kaynak: Taberi Tefsiri).

       Gerçekten de Abdullah bin Übeyy’in vefat ederken, Peygamberimiz’den medet umduğunu öğrenen birçok kişi, Müslüman olmuştu. Bunu gören Hz. Ömer de davranışından pişmanlık duymuş, “Allah ve Resulü elbette daha iyi bilir ” demişti.

       (Yararlanılan Kaynaklar: Sorularla İslamiyet-Abdullah bin Übey bin Selûl’ün Ölümü, Taberi Tefsiri)

       Hazırlayan: Bahtiyar Budak–Emekli Edebiyat Öğretmeni

En son Haberler