Diğer Haberler Son Dakika 

Öğünlük

Bizimkilerin bazen tokluktan çatladığı bazen de açlıktan öldüğü günleri varmış. Komşular arasındaki ilişkilerin aile içi ilişkiler kadar güçlü olduğu zamanlarmış o zamanlar. Birisinin kapısına ihtiyaç için varıldığında sadece evin değil ambarın kapısı da açılır, tuz mu alacaksın turşu mu alacaksın diye sorulmazmış. İnsanlarımız, sınır seryat tanımayan gereksinim altında kimseyi bunaltmamak için ev ve gönül kapılarını aynı saniyede komşularına açıvermişler. Yekdil düzeyinde bir ve beraber olmuşlar.

Biz bugün bu ilişkiler yumağında içimizi serinletecek, yüzümüzü güldürüverecek bir geleneğin izini sürmek istedik. Geçmişimize bakmak ve kendimizi görmek istedik. Yönümüzü onlara çevirdiğimizde birkaçını görüp konuşabileceğimiz has kişilerden dinlediklerimizi iletmek istedik. Hepinize, her birinize sosyal dayanışmanın bizdenliğin rengine nasıl boyanabildiğini göstermek istedik.

O günlerin komşuları birçok araç gereci ve besin maddesini birbirlerinden ödünç alıyorlardı. Alınan her türlü ev eşyası er geç iade edilirdi. Gıda maddelerinin söz konusu olması durumunda miktarın artarak yükselmesiyle iade edilmesi arasında doğru orantı vardı. Miktar çoğalırsa geri verme kesinlik kazanır, miktar azalırsa iadeye gerek kalmazdı. Zaten ev sahibi de geri almazdı.

Komşudan bir pişirimlik pancar, bir öğünlük darı, bir yiyesilik kiraz isteme yaygın uygulamalardandı. Kara sacın üzerinde bazlama pişirilirdi. Kara ateşin ortasına sacayağı yerleştirilir, sacayağının üstüne konan sacın sırtına darı hamuru beş altı bazlama olacak biçiminde yamanırdı. Sacın yakınında bazlama için bir öğünlük torbası bulunurdu.

Pişirimlik; her halükarda yanan ocakta pişirilip yenmesi gereken bir yiyecek maddesi için kullanılmakta olup hazırlandıktan sonra evcek tüketilecek, tek serviste bitirilecek yemek miktarına karşılık geliyordu. Bir yemeklik ürün demekti. Ateşte hemen pişirilmesi gerekmeyen, doğal olarak yenebilen ve çoğunlukla tek kişinin yiyebileceği miktardaki besine de “yiyesilik” adını vermiş bizimkiler. Öğünlük ise; her ikisini kapsadığı gibi bir öğünde yenen yemek miktarını birden fazla çeşidiyle içine alıyordu.

Evler arası ilişkilere konu olandan başka bir öğünlük de değirmende vardı. Değirmene elli kilo darı götürdüğünüzde aşırı yoğunluktan dolayı sizin sıranız beş gün sonraya denk gelebiliyordu. Evde de ekmek yapacak un kalmamışsa bu durumda değirmenci şu yollara başvuruyordu:

Birincisi, değirmenin ambarındaki darının boşalmasını, yani un olmasını bekler. Sıradaki kişinin ununu süpürüp torbasına doldurur. Beş gün sonraya gün verdiği yeni gelen kişinin torbasından birkaç günlük ihtiyaçlarının karşılanacağı kadar bir miktar darıyı öğütür ve sahibine hemen verirdi (öğünlük, öğünlük torbası). Kalanı ise günü gelince öğütüp hazırlar, mal sahibi gelir alırdı.

İkincisi, mısırı az olan müşterinin çok acil olduğunu söylediği isteğini makul bulursa çakıldağın ipini kasar ve ambardan tane akışını durdururdu. Ambar boş veya dolu olsun, müşterinin ihtiyacını peşin karşılar, mısırı öğütüp ununu verirdi.

Üçüncüsü; değirmenci, bu işte çalışmasının karşılığı hak olarak aldığı unlardan sırası ileriye ertelenen kişiye vermektedir. Daha sonra hem bu unu hem de hakkını beş gün sonra o kişinin darısının öğütülmesi esnasında alır. Değirmencinin yaptığı iş karşılığı aldığı ürüne “gebiç” denir. Gebiç alan değirmenciye de “gebiçci, gebitçi” adı verilir. Tahıl veya un olarak alabilir. Elektrikli değirmenlerin ortaya çıkmasıyla ücretlerini para olarak da almışlardır. Bazı yörelerde değirmenciye yıllık aidat bile ödenmiştir.

Dördüncüsü; değirmencinin hakkı olarak önceki müşterilerden aldığı undan talep edilen kilo kadar para karşılığı son gelen müşteriye satılırdı.

Gebiç, kerpiçten bozulma olmalıdır. Kültürel açısından ölçü, birim, standart bir miktar şeklinde kabul edilmelidir. Kot başı, kilo başı, çuval başı ve benzeri biçimde ölçeklendirilmiştir.

Okunup öğrenildiği gibi değirmencinin adaleti sırada kaynak yapılmasına müsaade etmiyordu. Ana-babalarımız da düzenli uygulanan öğünlük dayanışma geleneğine uymuşlardı. Bu aynı zamanda cemiyetin ortak adalet anlayışıydı. Komşuluk ilişkilerinin ve hukukunun kişiye aşıladığı değerler, gelenek ve göreneğin kucağında yaşama tutunmuştu. Zaman geçtikçe bakış, düşünüş ve görgümüzün hem sınırlarını çizmiş hem de onların bir boyutuna dönüşüvermişti. “Gelişine varışım, pilavına bulgur aşım” gibi yaklaşımlarla ilişkilerin felsefesi temellendirilmiş ve diğerine (komşuya) karşı sergileyeceğimiz davranışın özü, kültürel müktesebatımızla şuuraltı müktesebatımıza aynı anda yazılıvermişti.

En son Haberler