HAŞR (MAHŞERDE TOPLANMAK)
“Toplamak, bir araya getirmek” anlamına gelen haşr, yeniden diriltilen insanların hesap meydanına sevk edilmesini ifade eder. Toplanılacak yere “mahşer” veya “arasat” denir. Kuran-ı Kerim’in kırkı aşkın ayetinde yer alan “haşr” kavramı, daha çok kıyametin tasviriyle ilgilidir. Bu ayetlerin beyanına göre, başta mükellef olan insanlar ve cinler; ayrıca şeytanlar, melekler ve tapınılan putlar haşredilecektir. “Andolsun ki, ölseniz de, öldürülseniz de Allah’ın huzurunda mutlaka toplanacaksınız” (Âli İmran 158). “Kendileri için rablerinden başka bir koruyucu ve bir aracı bulunmaksızın O’nun huzurunda toplanmanın kaygısını duyan insanları onunla (Kuran ile) uyar ki, günahlardan sakınsınlar” (Enam 51). “Kıyamet sonrası insanlar toplanınca, taptıkları şeyler kendilerine düşman olacak ve (onlara yaptıkları) ibadetlerini de inkâr edeceklerdir” (Ahkâf 6).
Bunca kalabalıkların, toplanma yerine sevk edilmesi ve bunları kapsayacak geniş meydan; gerek Allah’a, gerekse birbirine yönelik hak ve sorumluluklarının muhasebesinin yapılması, beşeri düşünceye göre imkânsız gibi görünebilir. Gökler ve yerin bütün ordularına sahip bulunan yüce Yaratıcı için (Fetih 4, 7) bunun basit bir iş olduğu belirtilir: “Biz, ancak biz, hayat verir ve öldürürüz; dönüş de elbet bizedir. Yerküre kendilerinden ayrılıp paramparça olduğu gün göz açıp kapayıncaya kadar (o seslenene yöneleceklerdir); bu bizim için çok kolay bir toplamadır” (Kâf 43-44).
Haşrin vuku buluş şekli hakkında daha çok hadis rivayetlerinde bazı açıklamalar mevcuttur. Dehşet verici tasvirlerin, inkârcılara ve başkalarına din özgürlüğü tanımayan zalimlere yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Ana konusu, kıyameti tasvir etmekten ibaret olan Meariç suresinde, dünyada dinî ve manevi konulara ilgi göstermeyip hayatlarını oyun ve eğlence içinde geçiren kişilerin mezarlarından aceleyle fırlayıp bir hedefe doğru koşuyormuş gibi hareket edecekleri ifade edilmektedir. Bu esnada gözleri aşağıya düşmüş, zillete duçar olmuş bir vaziyette olacakları da haber verilmektedir. (bk. Meariç 43-44). Kuran-ı Kerim’de yer alan başka bir tasvir de şöyledir: “Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! O sadece, onların işini bir güne erteliyor ki, o gün gözler dehşetten dışarı fırlamış; başları yukarıya kalkık, bakışları bir noktaya sabitlenmiş, zihinleri bomboş kalmış olarak toplanma yerine koşarlar” (İbrahim 42-43).
İbn Abbas’tan gelen bir rivayete göre Hz. Peygamber, bir gün etrafındaki sahabilere; “Şunu bilmelisiniz ki kıyamette çıplak, yalınayak ve sünnetsiz olarak haşr olunacaksınız” demiş; ardından, “Yaratmayı ilkin nasıl başlattıysak onu tekrar ederiz” (Enbiya 104) mealindeki ayeti okuduktan sonra kıyamette ilkin Hz. İbrahim’in giydirileceğini belirtmiştir (Buhari, Müslim). Hz. Ayşe’den rivayet edilen bir hadisin devamında Hz. Ayşe, bir arada bulunacak olan çıplak kadın ve erkeklerin birbirine bakabileceğinden söz etmiş; Resul-i Ekrem (s.a.s) de, “Durum buna müsaade etmeyecek kadar vahim olacaktır” cevabını vermiştir (bk. İbn Kesir Tefsiri).
Hadis ve tefsir rivayetleriyle desteklenen bazı ayetlerde kıyamet gününde ceza ve mükâfat safhasının fiilen başlamasından önce, dünyada işlenen kötü amellerin ibret verici yansımalarının olacağı haber verilir. Meselâ toplumu sömürücü bir nitelik taşıyan faiz işlemini sürdürenler, kabirlerinden şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkacaklar; devlet malına hıyanet edenler ise, kıyamet meydanına, haksız yere aldıkları mal boyunlarına asılı olarak geleceklerdir. (bk. Bakara 275, Âli İmran 161).
Ayet-i kerimelerde, ölen insanların, mükâfat ve cezalarını görmek üzere, yeniden vücut bulup kabirlerinden kalkacakları (İnfitâr 4-5); gönüllerde saklanan bütün gizli sırlar ve niyetlerinin ortaya serileceği (Tarık 9) de haber verilmektedir. O zorlu günde herkesin, kendilerini mahşer yerine çağıran Allah’ın davetçisine icabet edeceği ve nereye emrolunmuşlarsa, oraya doğru hızla gideceği de şöyle bildirilmiştir: “O gün herkes çağırıcıya uyar; ondan kaçıp kurtulma imkânı yoktur. Rahman’ın heybetinden sesler kısılmıştır; artık çok hafif sesler dışında bir şey işitemezsin” (Taha 108).
Kuran’ın bildirdiğine göre; öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenlerin akıbetleri çok vahim olacaktır. Gözleri yuvasından fırlamış, korkudan gözlerini sağa sola çeviremeyecek ve hiçbir şey düşünemeyeceklerdir. (bk. İbrahim 42-43, Meariç 43-44, Kamer 6-8). O gün, dünyada işitip de inanmadıkları şeyleri gördükleri zaman korku ve hayretle haykırırlar ve şöyle derler: “Eyvah” diyecekler, “İşte hesap günü!” Evet, bu, asılsız olduğunu savunduğunuz yargı günüdür” (Saffât 20-21). Kâfirler için bu kadar zor ve zahmetli olan o gün, şüphesiz ki müminler için o nispette kolay olacaktır. (Kaynak: Ömer ÖNGÜT – Kıyamet ve Alâmetleri)
“O bilmez mi ki, kabirlerde bulunanlar diriltilip dışarı atıldığı zaman ve kalplerde gizlenenler ortaya konduğu zaman; işte o gün (anlayacaklar ki), Rableri onlardan tam manasıyla haberdardır!” (Âdiyat 9-11). Dünya menfaati ve servet biriktirme hırsıyla cimrilik ve nankörlük eden kimse, bu haliyle kendisine ne derece kötülük ettiğini düşünmeye davet edilmekte ve uyarılmaktadır. Aksi halde, bütün gizliliklerin ortaya döküldüğü o gün, perişan olacağı bildirilmektedir. “Kalplerde gizlenenlerin ortaya konması”, niyet halinde kalıp eyleme dönüşmeyen kötü düşüncelerin mutlaka cezalandırılacağını değil; davranışların dayandığı niyet ve yöneldiği amaçların değerlendirileceğini ifade etmektedir. Bununla birlikte iyice tasarlanıp karar verilmiş, ancak imkân ve fırsat oluşmadığı için yapılamamış kararlara “kalbin amelleri” denilmekte, bunların da karşılığını bulacağı belirtilmektedir. “Rableri onlardan tam manasıyla haberdardır” buyrulması ise, Allah Teâlâ’nın onların niyetlerini ve yaptıklarını önceden bildiği gibi, kıyamet gününde de her şeyden haberdar olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır.
Bir bedevi Rasûlüllah’ta, kıyametin ne zaman kopacağını sordu. Efendimiz, “Kıyamet için ne hazırladın?” buyurdu. Bedevi, “Ahiret için öyle çok oruç, namaz ve sadaka hazırlayabilmiş değilim. Ama ben Allah’ı ve Resulünü çok seviyorum” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “O halde sen, sevdiğin ile berabersin” (Buhari, Müslim) buyurdu. Bu hadisi rivayet eden Enes bin Mâlik, ashab-ı kiramın, Hz. Peygamber’den duyduğu bu müjdeli haber üzerine, Müslüman oldukları günkü kadar hiçbir gün bu derece sevinmediklerini (Müslim) bildirmiştir. Hatta bizzat kendisi, “Ben de Allah’ı ve Rasulünü, Ebu Bekir’i ve Ömer’i çok seviyorum. Onların amelleri gibi amel edemediysem de, onlarla beraber olmayı umuyorum” demiştir.
Burada, kıyametin ne zaman kopacağını soran bedevîye Hz. Peygamber’in, “Kıyamet için ne hazırladın?” diye karşı soru yöneltmesi, asıl merak edilmesi gerekli olan konuya dikkat çekmek ve böylece ümmetini eğitmek içindir. Kıyamet, nasıl olsa bir gün kopacaktır. Önemli olan herkesin o gün için ne hazırladığını düşünmesidir. Bedevînin, önemli bir hazırlığının bulunmadığını, farzlar dışında fazlaca bir ibadetinin, hayır ve hasenatının olmadığını, ancak Allah’a ve Rasulüne karşı derin bir muhabbet ve sevgi duyduğunu söylemesi; hem bir samimiyetin ifadesi, hem de gönlündeki sevgiye güvendiğinin belirtisidir. “Sen, sevdiğinle berabersin” cevabı da, gerçekten güvenilecek şeyin, gönülden duyulan sevgi olduğunu gözler önüne sermektedir.
Yine, Hz. Peygamber (s.a.s.), sahabeden birini, iş için bir yere gönderdi. Bu sahabe, işi erken tamamladı ve dinlenmeden hemen mescide geldi. Onun erken geldiğini gören Allah Rasûlü, bunun nedenini sorduğunda, sahabe şöyle cevap verdi: “İşimi erken bitirdim ve hemen döndüm. Çünkü seni bir gün göremezsem özlemle çırpınıyorum. Ey Allah’ın elçisi, cennette senin makamın çok yüce olacak. Ya seni orada göremezsek? O zaman ne ederiz?” Efendimiz, “Üzülme, ahirette kişi sevdiğiyle beraberdir” (Buhari ve Müslim) buyurdu.
Bu dünyada, kimi sevdiğimize dikkat etmeliyiz! Ahirette kiminle olmak istiyorsak, onu sevelim! Çünkü cennette de, cehennemde de insanlar, yolundan gittikleriyle beraber olacaklardır. Sevdikleriyle beraber olabilmek için, mutlaka onların yaptıklarını aynen yapmak mecburiyeti yoktur. Zaten buradaki beraberlik de, fazilet ve derece bakımından beraberlik değildir. Aynı yerde veya mecliste bulunan insanlar, beraberdirler ama gerçek durumları, imkânları ve manevi değerleri farklı farklıdır. Hadis-i şeriflerdeki kişiler, elbette Peygamber ile aynı seviyede olamayacaklardır. Ama O’nunla cennette bulunma ve O’nu görebilme imkânına sahip olabilecektir.
“Kişi sevdiği ile beraberdir” ifadesinde; iyilik ve kötülük ayırımı yapılmamış, genel bir kural ortaya konmuştur. Buradan iyileri sevenin iyilerle, kötüleri sevenin de kötülerle beraber olacağı anlaşılmaktadır. Zaten insan, sevdiği kimselerle olmayı, onların yakınında bulunmayı ister. Sevmediği kimselerle birlikte vakit geçirmek, başlı başına azap vesilesidir. Birlikte olma arzusunun temelinde sevgi vardır. Sevgi, beraber olmanın temel şartıdır. İyileri seven, onlarla beraber olmayı da sever. Bunun için Müslüman, kimlere karşı sevgi duyduğuna dikkat etmelidir. Çünkü işin sonunda onlarla beraber olmak vardır.
Haşr ve mahşer, birbirini tamamlayan terimlerdir. Haşr, kıyamet günü geldiğinde ölmüş olan insanların dirilmesidir. Mahşer, dirilen bu insanların bir araya gelerek toplanacakları yerin adıdır. Haşr günü insanlar kendi dertlerini, hesaptan yüz akıyla çıkıp çıkamayacaklarını düşüneceklerinden, yakınlarıyla bile ilgilenme fırsatı bulamayacaklardır. Ayet-i kerimelerin bildirdiğine göre; o gün, müminlerin yüzleri parlayacak, kâfirlerin yüzleri kararacaktır. (bk. Ali İmran 106, Abese 38-42).
Herkesin yanında, biri ameline şahitlik etmek, diğeri de onu mahşere götürmekle görevli iki melek bulunacağı Kuran’da şöyle ifade edilmiştir: “Her şahıs, yanında bir sürüp götüren görevli, bir de tanıkla gelir” (Kâf 21). Hadis-i şeriflerde, her kulun nasıl yaşarsa öyle öleceği ve nasıl ölürse de öyle diriltileceği (Tirmizi); dünyadaki amellerine göre yaya, binitli ya da yüzüstü sürünerek mahşer meydanına geleceği (Tirmizi, Müslim) de bildirilmiştir.
İnsanların mahşer günü toplanacakları yer, şu an yaşadığımız dünya değildir. Kıyametin kopmasıyla bu dünya yok olacak, yerine bambaşka bir arz yaratılacaktır. (bk. İbrahim 48). Her şeye gücü yeten Allah’ın, bütün insanların toplanması için yaratacağı yer, elbette bu gayeye uygun ölçülerde olacaktır. “Hz. Âdem’den beri gelen bütün insanların ve diğer yaratıkların, mahşer meydanına nasıl sığacağı” sorusu akla gelebilir. Unutmayalım ki, küçük bir çekirdeğe kocaman ağacı sığdıran Allah, elbette bütün mahlûkatı da bu alana sığdırmaya muktedirdir. Çünkü O, her şeye kâdirdir.
(Kaynak: TDV Kuran Yolu Tefsiri, TDV İslam Ansiklopedisi, Ömer Öngüt-Kıyamet ve Alâmetleri, Riyazüs Salihin-Erkâm Yayınları)
Hazırlayan: Bahtiyar Budak-Emekli Edebiyat Öğretmeni