UHUD SAVAŞI OKÇULARI KİMLERDİR?
Hicretin ikinci yılında (624) Müslümanlarla Mekkeli müşrikler arasında cereyan eden Bedir savaşında ağır bir yenilgiye uğrayan müşrikler, intikam almak için hazırlık yapmaya başladılar. 625 yılında Uhud savaşı yapıldı. Bu savaşta Hz. Peygamber (s.a.s.), Ayneyn tepesine okçular yerleştirmişti. Okçulara, galip gelinse bile ikinci bir emre kadar kesinlikle yerlerinden ayrılmamalarını, düşman ordusunun arkadan saldırması halinde, ok atarak onları geri püskürtmelerini emretti.
Adını, eteğinde bulunan iki su kaynağından aldığı tahmin edilen Ayneyn tepesi, Medine’nin 5 km. kuzeyinde, Uhud dağına çok yakın bir mevkide bulunmakta ve aralarında Kanat Vadisi yer almaktadır. Hz. Peygamber, sol tarafına aldığı bu tepeye, düşman kuvvetlerinin arkadan saldırmalarını ve Medine’ye girmelerini önlemek için Abdullah b. Cübeyr kumandasında elli kişilik bir okçu birliği yerleştirmişti. Bundan dolayı kaynaklarda “Cebelü’r-rumât” (okçular tepesi) diye de anılır.
“Andolsun ki Allah size verdiği sözü yerine getirdi. Hatırlayın ki O’nun izniyle kâfirleri öldürüyordunuz, ama Allah size istediğiniz zaferi gösterdikten sonra gevşediniz, emre itaat hususunda birbirinizle tartıştınız ve emre aykırı hareket ettiniz; içinizden kimi dünyayı istiyordu, kiminiz de ahireti istiyordunuz. Derken Allah denemek için onların karşısında sizi bozguna uğrattı. Sonunda yine de sizi bağışladı. Allah, müminlere karşı lütufkârdır” (Ali İmran 152). Yüce Allah müminlere verdiği yardım sözünü yerine getirmiş, savaşın ilk evresinde müminler, müşriklere epeyce zayiat verdirerek onlara galip gelmişlerdi. Ancak okçulardan bir kısmı, savaş kazanıldığı gerekçesiyle geçidi tutmaya gerek kalmadığını ileri sürerek nöbet yerlerini terk etmek istemişler; diğer bir grup, aksine bir emir olmadıkça, muhtemel tehlikeye karşı geçidi korumanın gereğini savunmuşlardı. Sonuçta okçuların büyük çoğunluğu, Hz. Peygamber’in emrine muhalefet edip nöbet yerini terk edince, galibiyet durumu tersine dönmüştü.
Nöbet yerinden ayrılanların davranışı ayette “isyan” olarak ifade edilmiştir. Burada isyanın manası emre aykırı davranmaktır. Çünkü onlar Müslümanların, müşrikleri yendiğini görünce artık geçidin korunmasına gerek kalmadığı kanaatine varmış ve emre aykırı olarak nöbet yerini terk etmişlerdi. Ayet-i kerimede, Müslümanların yenilgiye uğramalarının, yüce Allah tarafından yapılmış bir imtihan olduğu da bildirilmiştir.
Okçuların çoğu, düşmanın bozguna uğradığını görünce ganimetten mahrum kalmamak için yerlerini terk etmişti. Bu sırada Müslümanları arkadan vurmak için fırsat kollayan düşman komutanı Hâlid b. Velîd, harekete geçti. Yerlerinden ayrılmamış ve kendisini durdurmaya çalışan okçuları (Abdullah b. Cübeyr ile on arkadaşını) şehit ettikten sonra Ayneyn tepesinin doğusundan ilerleyerek İslâm ordusunun arkasına sarkmış ve ganimet toplamakla uğraşan Müslüman askerler üzerine ani bir baskın yapmıştı. Bunu gören Kureyş ordusu da geri dönüp saldırıya geçti. İki kuvvet arasında kalan Müslümanlar paniğe kapıldı. Silahlarını da bırakmış olan bir kısmı, tekrar silâha sarılıp çarpışmaya başladılar.
Hz. Hamza dâhil, yetmiş sahabenin şehit edildiği bu savaşta, Hz. Peygamber de yaralanmıştı. Aldığı kılıç darbesiyle ikiye bölünen miğferinin halkaları Rasulüllah’ın yüzüne batmış; ayrıca, atılan bir taşla da alt dudağı yarılmış ve bir dişi de kırılmıştı. Savaş sonunda, şehitler ikişer üçer kişi olarak aynı kabirde, kefensiz ve üzerlerindeki elbiselerle birlikte defnedildi. Bazı Müslümanlar Uhud’da şehit olan yakınlarının na’şını Medine’ye götürmüş, bunu duyan Rasulüllah, şehitlerin öldürüldükleri yerde gömülmesi emrini verince, cenazeleri tekrar savaş meydanına getirip burada defnetmişlerdi.
“Sen onlara sırf Allah’ın lütfettiği merhamet sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile, iş hakkında onlara danış, karar verince de Allah’a güven, doğrusu Allah kendisine (Allah’a) güvenenleri sever” (Ali İmran 159).
Bu ayet-i kerime, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) büyüklüğünü, yüksek ahlâkını ve yüreğinin katı olmadığını, aksine şefkat ve merhametle dolu olduğunu gösterir. O, Allah’ın kendisine lütfettiği bu özellikleri sayesinde arkadaşlarına, özellikle Uhud Savaşı’nda emrine muhalefet ederek İslâm ordusunun yenilmesine sebep olanlara ve Müslümanları imha edilme tehlikesiyle karşı karşıya getirmiş bulunanlara merhametle muamele etmişti. Ayete göre, eğer onlara karşı katı davransaydı ve onları cezalandırsaydı, çevresindekiler dağılıp giderlerdi.
İslâm’ın eğitim metotlarından biri de affetmektir. Yerine göre af, cezadan daha etkili olabilir. Bu sebeple Allah 152’inci ayette müminlerin Uhud Savaşı’ndaki hatalarını affettiğini ilân etmiş; 159’uncu ayette de, Hz. Peygamber’in de onları affetmesini, Allah tarafından bağışlanmaları için dua etmesini emretmiştir.
Hz. Peygamber’in sahabeye karşı yumuşak ve merhametli davranması, sahabe üzerinde büyük bir etki göstermiştir. Nitekim Uhud Savaşı’ndaki hataları affedilen sahabiler, bir daha böyle bir hata yapmamaya gayret göstermişler ve girdikleri bütün savaşlarda Hz. Peygamber’in ve kumandanlarının emirlerine titizlikle uyarak zaferler kazanılmasına katkıda bulunmuşlardır.
Burada “iş hakkında onlara danış” şeklindeki ilâhî buyrukla Hz. Peygamberin şahsında bütün ümmete ve özellikle de yöneticilere, danışarak iş yapmaları emredilmiştir. Başka bir ayette de “İşleri aralarındaki danışma ile yürür” (Şûra 38) buyurularak, istişare ile hareket etmek Müslümanların üstün meziyetleri arasında sayılmış; böylece Müslüman toplumlarda yönetimin şûra ve meşveret esasına dayanması gerektiği belirtilmiştir.
Yüce Allah Hz. Peygamber’i, İslâm’ı yaşamak üzere örnek bir insan olarak gönderdiği gibi, etrafındakileri en güzel şekilde yetiştirmesini de emretmiştir. Onların şahsiyetlerine değer vermesini, yönetimde onlarla istişare etmesini, onlara görev verip sorumluluk duygularının gelişmesi için çaba göstermesini, hatalarını bağışlamasını, günahlarının affı için dua etmesini emretmiştir. Böylece Müslümanların hem Hz. Peygamber’e, hem de birbirlerine karşı sevgi ve saygıları daha da artarak birlik ve beraberlikleri sağlanmış; böylece münafıkların istismar edebilecekleri kapılar kapatılmıştır.
Uhud Savaşı Müslümanlar için ders ve ibretle doludur. Okçuların emre uymamaları ve yerlerinden ayrılmaları, savaşın seyrini değiştirmiştir. Bu da, zaferin sabırla ve kumandanın emirlerine itaatle kazanılabileceğini göstermektedir. Ganimet elde etme arzusu, Allah rızasını kazanma ve Peygamber’e itaat etmenin önüne geçmiş; bu durum yenilgiye yol açmıştır.
Okçular tepesini terk eden sahabiler kimdi? Bunu hiç kimse bilmiyor! İslam tarihi de bu isimleri yazmamıştır. Hatta bunu, okçuların eşleri ve çocukları da bilmez. Çünkü Ashab-ı kiram kimseye söylememiş, saklı tutmuş ve ağızlarından bu konu hakkında hiçbir şey çıkmamıştır. Hatta yıllar sonra, Cemel ve Sıffîn savaşı gibi olaylarda birbirlerine ters düştükleri zamanlarda bile, onları bu hataları ile vurmamışlardır. Çünkü bu konudaki Allah’ın emrini öğrenmişler, Rasulü’nün tavrını görmüşlerdir. Allah Rasûlü’nden öğrenilen edep işte böyle bir şeydir!
(Yararlanılan Kaynaklar: TDV İslam Ansiklopedisi, TDV Kuran Yolu Tefsiri)
Hazırlayan: Bahtiyar Budak-Emekli Edebiyat Öğretmeni