İBADETLERİMİZİ ZAYİ ETMEYELİM!
Fizyolojik, ruhsal ve zihinsel yetenekler bakımdan en mükemmel canlı olarak yaratılan insan, kendisine bu güzellikleri bahşeden yüce yaratıcısına karşı kulluk vazifesini yerine getirmekle yükümlü tutulmuştur. Allah’a kulluk görevlerine “ibadet” diyoruz. Allah rızası gözetilerek yapılan bütün meşru hal ve hareketler birer ibadettir.
İbadetlerin hedefi, Allah’ın rızasını kazanmaktır. İbadet, gerçek bir Müslümanlık için, olmazsa olmazdır. “İbadetsiz Müslüman olabilir mi?” sorusuna, Prof. Dr. Kemal YILDIZ şöyle cevap veriyor: “Yemek pişirmeyen aşçı, harç karmayan sıvacı, ders vermeyen öğretmen, dikiş yapmayan terzi olabilir mi? Hayatın gerçeklerine uymayan, akla ziyan bir anlayış bu. Müslüman, Allah’a teslim olan kişi demektir; hem de bütün varlığıyla… İnsan, Allah’ın kulu olduğunu fark ederek yaşayışını sürdürdüğünde kulluğunu yapıyor demektir. İnsanın, kulluğunun farkında olarak nasıl yaşaması gerektiğini, peygamberler bize göstermiştir.”
İmanımız, ibadetlerimiz ve güzel ahlakımız, bizi ahirette Rahman’ın rahmetine ulaştıracak en kıymetli sermayemizdir. İman, insanın hayatına anlam katar. Ona dünyada yaratılış gayesine uygun bir yaşama bilinci aşılar. Davranışlarını şekillendirir, fikir ve kararlarına yön verir. Zorluklar karşısında insanı kuvvetli, dayanıklı ve sabırlı kılar. İmanımızı diri tutan ibadetlerdir, kemale erdiren ise güzel ahlaktır. İman ile ibadet arasında sıkı bir ilişki vardır. İman, ibadetin kaynağı ve sebebidir. İbadet ise, imanın desteği, gıdası ve muhafazasıdır. İman, ibadetler yapıldıkça kuvvetlenir, ibadetler terk edildikçe de zayıflar.
Müslüman, Allah ve Rasulünün emir ve yasaklarının doğru olduğuna inanır. Emredilenleri yerine getirmeye çalışırken, yasakladıklarından da uzak durur. Yüce Allah’ın, “…Peygamber size neyi vermişse onu alın ve size neyi yasaklamışsa ondan uzak durun…” (Haşr 7); “Peygambere itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur” (Nisa 80) gibi emirlerini göz önünde bulundurarak, Hz. Peygamber’in sünnetlerinin de bağlayıcı olacağını bilir.
İbadetlerimizin hedefi Allah’ın rızasını kazanmaktır. Ne var ki edebine riayet edilmeden yapılan ibadetlerin; bırakın O’nun rızasını kazandırmayı, yapanın yüzüne çarpılma ihtimali çok yüksektir. Maun suresinde, “Yazık o namaz kılanlara” diye bir kınama vardır.
Rahmetinin, gazabını geçtiğini bizlere müjdeleyen Yüce Rabbimiz, kendine ibadet eden bu kulları neden kınıyor olabilir? Bu kınamanın bir benzerini de, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) şu sözlerinde görüyoruz: “Nice oruç tutanlar vardır ki, tuttukları oruçtan ellerinde kalan sadece açlık ve susuzluktur. Nice namaz kılanlar vardır ki, yorgunluktan başka namazından elde ettiği bir şey yoktur” (İbn-i Mâce). Çok ciddi bir ikaz ve kınamanın olduğu bu gruba dâhil olmamak için, ibadetlerimize yeterince özen göstermeliyiz. İbadetlerimiz, hayatımızda ve ahlâkımızda değişiklik yapıyor mu? Yoksa ibadetleri, alışkanlık olarak mı yerine getiriyoruz?
İbadetin merkezi kalptir. İlahi sevgi ve bilgi kalpte oluşur. Allah Teâlâ’ya yaklaşmak kalple olur. Dolayısıyla kalbin katılmadığı ibadetler, şekilden ibaret kalır. Haram gıda ile beslenen bir beden, huşu ve huzur içinde namaz kılamaz, hakkıyla oruç tutamaz. İçine haram, haksızlık ve zulüm karışan malla yapılan işlerde hayır olmaz. Haram maldan zekât verilmez. Haram mal ile hacca gidilmez, gidilse de kabul görmez. Haram elbise içinde kılınan namaz, harama bulaşan ağzın yapacağı zikir fayda vermez. İşin en acı tarafı da, bir insanın ömrünü Allah’a ibadet ve kulluk içinde geçirdiğini zannettiği halde; ahirete hiçbir hayır ve sevap götürememesidir.
Kuran-ı Kerim’de, “Ey iman edenler! Allah ve resulüne karşı hainlik etmeyin, size bırakılan emanetlere de bile bile hıyanet etmeyin” (Enfâl 27) buyruluyor. Hıyanet; “emanete riayet etmemek, genellikle sahibinin bilgisi dışında hak yemek, hukuku çiğnemek, ödev ve görevi hakkıyla yapmamaktır. Allah’a karşı kulluk ödevlerini yapmayanlar, O’nun hakkını çiğnemiş, kullarına emanet ettiği yükümlülüklere hıyanet etmiş olurlar. Hıyanet bir ahlâkî kusurdur; ayıptır, günahtır ve İslâm’da şiddetle yasaklanmıştır. Sahabenin, büyük müfessirlerinden İbn Abbas (r.a.), bu ayeti açıklarken; “Kullara emanet edilen şey, Allah’ın yapılmasını farz kıldığı amellerdir. Hıyaneti ise, amelleri gereği gibi yapmayıp zayi etmektir” demiştir.
“Kitaptan sana vahyedilenleri oku, namazı özenle kıl. Kuşkusuz namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten meneder…” (Ankebût 45). Bu ayet-i kerimede, namazın ahlâkî tesirlerine, kötülüklere karşı koruyucu özelliğine işaret edilmekte; namaz kıldıkları halde hak hukuk gözetmeyen, edep ve ahlâk kurallarına uymayanlara da dolaylı bir uyarı yapılmaktadır. Özen gösterilerek kılınan namaz, İslâm’ın ve erdemli toplumların edepsizlik, hayâsızlık ve kötülük sayıp reddettiği tutum ve davranışlardan insanları meneder.
Kıldığımız namaz; gözümüzü haramdan, dilimizi gıybet ve küfürden koruyor mu? Bizi kul haklarından alıkoyuyor ve alış-verişimize etki ediyor mu? “Ben namaz kılan bir Müslümanım! Aileme ve çevreme zulmedemem, akrabalarımla ilişkilerimi kesemem, başkasının ırzına ve namusuna göz dikemem, rüşvet yiyemem ve haksız kazanç elde edemem. Görevimi kötüye kullanamam, kamu malına zarar veremem, kimseye iftira edemem, hiçbir harama el uzatamam, içki içemem, kumar oynayamam” diyebiliyor muyuz?
Namaz kıldığı halde, kötülüklere devam eden insanların varlığı da bilinen bir gerçektir. Ayet-i kerimeye göre, kötülükten alıkoymayan namaz; eksiktir, doğru kılınmıyor demektir. Namaz kıldığı halde, günah işlemekten vazgeçemeyenler; namazlarını dikkatle kılmaya ve günahları terk etmeye gayret göstermelidirler. Herkes oruç tutamayabilir, herkes hacca gidemeyebilir ve zekât veremeyebilir. Ama herkes, ima ile de olsa, namaz kılabilir. İmandan sonra en faziletli amel sayılan ve kelime-i şehadetten sonra İslâm’ın en önemli ruknü olan ibadet namazdır. Namaz; kişinin bedeni, dili ve kalbiyle, kısaca bütün varlığıyla Allah’a yönelmesi halidir. Bu özelliğinden dolayı diğer bütün ibadetlerin özü sayılmıştır. Hz. Peygamber; “Namaz dinin direğidir” (Tirmizi) buyurmuş ve namazın en önemli ruknü olan secdeyi de, kulun Allah’a en yakın olduğu durum olarak nitelendirmiştir (Müslim, Nesaî).
Namaz ve zekât, Kuran’da genellikle birlikte zikredilmiştir. Namaz, bireysel bir ibadet olduğu halde, toplumsal yönü de olan bir ibadettir. Zekât ise toplumsal bir ibadet olmanın yanında, bireysel yönleri de bulunan bir ibadettir. Namaz ruhun temizlenmesini, zekât da malın temizlenmesini sağlar. Biri manevi, öteki maddi temizliği sağladığından genelde zekât namaz ile birlikte anılmıştır.
Toplumumuzda hac ibadeti, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyan ibadet olarak kabul görmektedir. Hacca gittikten sonra davranışların değişmesi gerektiğine inanılmakta, bu nedenle belli yaştan sonra hacca gidilmektedir. Oysa her hacca giden, hacı olarak geri dönemez. O haccettiğini düşünse ve kendisine “hacı” diye de hitap edilse bile! Allah Resulü, hacca ilişkin müjde taşıyan tüm hadislerinde “mebrur olmuş bir hac”; yani makbul olmuş, beğenilmiş, iyilerin haccı şartını koşmuş ve bu konuda son noktayı şöyle koymuştur: “Mebrur olmuş bir haccın karşılığı cennettir” (Buhari, Müslim).
(Yararlanılan Kaynaklar: TDV Kuran Yolu Tefsiri, TDV İslam Ansiklopedisi, Muhammed Emin GÜL-İbadetlerimize İhanet Etmeyelim)
Hazırlayan: Bahtiyar Budak-Emekli Edebiyat Öğretmeni