GIYBET (ÇEKİŞTİRME)
Terim olarak genellikle “kötü sözlerle anma” manasında kullanılan gıybet; Kuran-ı Kerîm’de yasaklanmış, gıybetin ölmüş bir din kardeşinin etini yemeye benzetilmesiyle de bu davranışın iğrençliği vurgulanmak istenmiştir. (Hucurat 12)
Başta hadisler olmak üzere İslâmî kaynaklarda, insan haklarının en önemlilerinden olan ve çoğunlukla “ırz” kavramıyla ifade edilen kişiliğin dokunulmazlığı ilkesine büyük değer verilmiştir. Buna göre bir kimsenin gıyabında, gerek kişinin kusurlarından söz edilmesi; gerekse çocukları, ebeveyni ve diğer yakınlarının kusurlarının anlatılması gıybet sayılmıştır. Ayrıca gıybetin sözle olduğu gibi yazı, ima, işaretle ve taklit gibi davranışlarla olabileceği de belirtilmiştir. Bu tür söz ve hareketlerin gerçeği ifade etmesi onun gıybet olma niteliğini değiştirmez. Nitekim Hz. Peygamber bu konuya dair hadisinde bir kişiyi kendisinde bulunan kusurlarla anmanın gıybet olduğunu, kendisinde bulunmayan bir kusuru ona isnat ederek aleyhinde konuşmanın ise iftira sayılması gerektiğini bildirmiştir. (Müslim, Tirmizi)
Gıybetin yapılması gibi, dinlenmesi de haramdır. İslâm âlimleri, bir zarar doğurma ihtimali yoksa sözle veya fiilî olarak gıybet edene engel olunması, bu mümkün olmazsa Enam suresinin 68’inci ayetinin hükmü uyarınca gıybet edilen meclisin terkedilmesi, bu da mümkün değilse gıybete karşı bir hoşnutsuzluk duygusu içinde başka şeylerle uğraşılması gerektiğini belirtmişlerdir.
“Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının; çünkü bazı zanlar günahtır. Gizlilikleri araştırmayın, birbirinizin gıybetini yapmayın; herhangi biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Tabii ki bundan tiksinir! Allah’a itaatsizlikten de sakının. Allah tövbeleri çokça kabul etmektedir, rahmeti sonsuzdur” (Hucurat 12). Bu ayette üç kötü huy ve alışkanlık ele alınmış, etkili bir üslûpla yasaklanmıştır: Gerçek bilgi ve kanıta değil, tahmine dayalı hüküm (zan), insanların gizliliklerini araştırmak (tecessüs), insanları arkalarından çekiştirmek (gıybet).
Kesin olmayan bilgi ve hükme “zan” denir. Başkalarını suçlamak, aleyhlerinde olacak bir karar almak ve davranışta bulunmak söz konusu olduğunda zanna dayanılamaz. Bir kimsenin gizlediği bir işini, davranışını, halini araştırmak ve açıklamak ise ayette yasaklanan tecessüs kapsamına girmekte olup İslâm ahlâkçılarına göre ayıptır; dine göre de câiz değildir, günahtır. Bir kimsenin gıyabında, arkasından hoşuna gitmeyeceği bilinen bir şeyini konuşmak, başkalarına aktarmak gıybettir ve câiz değildir. Peygamber efendimize, “Birisinin arkasından söylediklerimiz doğru ise, onda bu kötü nitelik varsa, yine de yasak olan gıybet gerçekleşir mi?” diye soranlar şu cevabı almışlardır: “Söylediğiniz onda varsa gıybet etmiş olursunuz, yoksa yaptığınız iftira olur” (Müslim). Bir başka hadis-i şerifte de, “Gıybetten sakının! Zira gıybet zinadan daha şiddetlidir! Çünkü zina eden kimse tövbe eder, Allah da affeder. Fakat gıybet eden, gıybeti yapılan affedinceye kadar, affedilmez!” buyrulmuştur.
Gıybet, yalnız dil ile değil, her aza ile yapılabilir. Hz. Ayşe: “Sakın gıybet etmeyin!” ikazında bulundu ve şöyle devam etti: “ Bir gün bir kadın evimize geldi. Evden ayrıldığı zaman, elimle kısa boylu olduğunu işaret ettim. Allah’ın Resulü bana, “Gıybetten ettin ya Ayşe, tükür!” dedi. Ben de tükürdüğümde, bir et parçası tükürdüm.” (Ahmed bin Hanbel)
Gıybete Ruhsat Veren Mazeretler
1- Uğradığı haksızlıktan dolayı yetkililere şikâyette bulunurken, her şeyi açıklayabilir. Kendisine yapılan haksızlığı anlatması günah değildir. Adaletin tecelli etmesi için bu, gerekli olabilir. Peygamberimiz (a.s): “Hak sahibi için konuşmak ve anlatmak vardır” buyurmuştur. (Buhari ve Müslim)
2- Yapılan kötülüğü düzeltmek ve günahkârı yola getirmek için yardım dilemek. Nitekim rivayete göre, Hz. Ömer, Hz. Osman veya Hz. Talha’ya uğramış, selâm vermiş, selamını almamıştır. Bunun üzerine Hz. Ömer, meseleyi Hz. Ebubekir’e anlatmış ve Hz. Ebubekir de aralarını bulmuştur. Hz. Ömer’in bunu bildirmesi, yardım talebi içindir.
3- Fetva almak için. Meselâ adamın müftüye gidip bir kurtuluş yolu bulmak için müftüye: “Babam, kardeşim veya karım bana kötülük ediyorlar” demesi gibi. Bu kadarı câiz görülmüştür. Zira Utbe’nin hanımı Hind, Peygamberimiz’e gelerek, “kocam cimri bir insandır, beni ve çocuklarımı doyasıya yedirmiyor. Gizlice alıp çocuklarımı yedirebilir miyim? diye sordu. Peygamber Efendimiz: “İtaat yolu ile sana ve çocuğuna yetecek kadarını alırsın” buyurdu. Hind, burada, kocasının zulmünü ve cimriliğini anlattığı halde, amacı fetva almak olduğu için, Peygamberimiz kendisini bu sözlerden men etmemiştir.
4- Müslümanı kötülükten kurtarmak için. Meselâ iyi bir insan, kötü bir insanla düşüp kalktığında, kötü insandan ona zarar geleceği anlaşıldığında; o iyi insana, diğerinin hâlini anlatabilir.
5- Adamın bir kusurundan meydana gelen lâkabıyla meşhur olması. Bu tip insanları bu lâkaplarıyla anmak gıybet olmaz.
6- Kişinin fâsıklığını aşikâre ortaya koymasıdır. Aşikâre içki içen veya kumar oynayan; kendisine ayyaş veya kumarbaz diyenlere dahi aldırmayacak duruma gelenler. Artık onu bu isimle anmakta bir beis yoktur. Ama yaptığı kusurları gizleyenler için böyle değildir. Aşikâre yaparlarsa, bu geçerlidir. Nitekim Peygamberimiz: “Hayâ perdesini yüzünden atanın gıybeti olmaz.” buyurmuştur.
“Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur”(İsrâ 36). Bu ayette, insanın bilmediği bir konuda söz söylemesi, hüküm vermesi, tanımadığı kişiler hakkında ileri-geri konuşması, iftira atması, kısaca bilgi sahibi olmadan tahmine göre herhangi biri için maddî veya manevi zarara yol açacak şekilde konuşması ve hareket etmesi yasaklanmaktadır. İnsan ya duyduğu, ya gördüğü ile veya akıl ve vicdanıyla hareket eder. Ayette bu bilgi kaynaklarının doğru kullanılması gerektiği, bunlardan sorumlu olunduğu ifade edilmektedir.
Uhud savaşının kaybedilmesinin en büyük nedeni, okçuların yerlerini terk etmeleridir. Peki, okçular tepesini terk eden sahabeler kimdi? Bunu hiç kimse bilmiyor! Bu asla İslam tarihinde de yazmaz. Hatta o okçuların kim olduğunu öz çocukları da bilmez, eşleri de bilmez. Çünkü ashab-ı kiram, kimseye söylememiş, saklamış! Ağızlarından bu konu hakkında hiçbir şey çıkmamıştır. Hatta yıllar sonra Cemel, Sıffîn gibi hadiselerde birbirlerine ters düştükleri vakitlerde bile; “Sen zaten Uhud’da da tepeyi terk etmiştin!” dememişler! Orada dahi birbirlerini hataları ile vurmamışlardır. Allah Rasûlü’nden öğrenilen edep işte böyle bir şeydir!
(Yararlanılan Kaynaklar: TDV İslam Ansiklopedisi, TDV Kuran Yolu Tefsiri, İmam-ı Gazali–İhyaü Ulumi’d-din, 3. Cilt )
Hazırlayan: Bahtiyar Budak-Emekli Edebiyat Öğretmeni