Büyükliman Yöresi Eski Eşkiyaları
Beşikdüzü İlçemizden Hakimiyet Gazetesi sahibi E. Başkomiser Cemal Aksoy, Büyükliman bölgesinde eski yıllarda yaşanan eşkiyalık dramlarını anlatıyor. Yaptığı araştırmaları yazıya döken Aksoy, Büyükliman halkının, eşkiyalık hareketlerinden kurtulmak için eğitime nasıl sarıldığını da gözler önüne seriyor:
BEŞİKDÜZÜ 1965
Aslında bizim Beşikdüzü yerleşim alanı çevresi Şalpazarı, Tonya, Vakfıkebir, Büyükliman Bölgesi, Kadırga, Osmanlı dönemlerinden 1960–1970 yıllarına değin ABD’nin Teksas Kasabası’nda yaşanan cinayetlere, kanunsuzluklara taş çıkartacak yüzlerce olaylara sahne olmuştur.
Osmanlı Devleti’nin sona ermesi, Rus işgali, Muhacirlik olayları, Kurtuluş savaşı, cehalet, fakirlik, salgın hastalıklar halkı her konuda zayıf düşürmüş, Devlet yönetiminin ve otoritesinin zayıf olduğu bu dönemlerde kendilerini güçlü ve cesaretli gören, Ağalık yönetimi kalıntısı olan kimselerin türemesine neden olmakla ABD’nin Teksas’ını çok gerilerde bırakacak cinayetlerin işlendiği, soygunların ve kanunsuzlukların yapıldığı bölgenin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
DEVLET OTORİTESİNİN ZAYIF, CEHALETİN HAT SAFHADA OLDUĞU YILLAR
Büyükliman, Beşikdüzü ve çevresinde yaşanan bu kanunsuzluklar başta cehaletin büyük etkisi ile halka korkunç ıstıraplar vermiş, büyük çoğunluğu okur-yazar dahi olmayan bu kabadayılar, eşkıyalar halk üzerine kural koyma, yaşam şekli belirleme, racon kesme, vergi toplama, karşı çıkanları öldürme yetkilerinin kendilerinde olduğunu düşünüyorlardı.
Güçsüz olan halk ise bu kanun tanımayan eşkıyalardan korktuklarından ve yapabilecek başka bir şeyleri de olmadığından korkularından eşkıyayı efsaneleştiriyorlar, destanlar yazarak, ağıtlar yakarak ölenlerine gizli gizli ağlıyorlardı. Bu tehlikeli ve meşakkatli araştırma yazımızı geçmiş zamana bir göz atarak o yıllarda bölgemizdeki eğitimin eksikliği ve gelişmemişliğin insanlar üzerindeki olumsuz etkilerini ortaya koyarak, yaşanan olaylardan bugün dersler çıkartmak amacıyla yayınlıyoruz.
Osmanlı Devleti yıkılmış, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuş, Türk Halkının yedi düvele karşı vermiş olduğu Kurtuluş Savaşı sonucunda birçok insanları şehit ve gazi olmuş, halk hemen her konuda yorgun, fakir düşmüş, Karadeniz, özellikle Trabzon, Büyükliman, Beşikdüzü ve çevresinde yaşanan Rus işgali sonrası muhacirlik olayları vatandaşlarımızın belini tamamen bükmüştü. T.C Devleti yeni kurulmuş, fakat devlet hâkimiyeti tam olarak sağlanamıyordu.
Bölgemizde yaşayan insanlar savaşlardan bıkmış, usanmış, savaşlar sonrası ortada kalan fakir ve birçok dul kadınlar, yetim çocuklar, fakirlik, garibanlık yetmiyormuş gibi toplumu Hiza-i istikamete getirmeye meyilli, bileği kuvvetli, arkasını ağasına dayamış kabadayı kisveli büyük çoğunluğu da kurtuluş savaşlarından kaçmış asker kaçağı olan bazı şahıslar ortaya çıkıvermiş, halktan yol parası, yayla parası, vesaire nedenler ile çeşitli haraçlar toplamaya başlamışlardı. Hayatta kalma mücadelesi veren vatandaşlar zaten tuz, gaz, ekmek dahi bulmakta güçlükler çekerlerken, ekmeği dahi karne ile çok az miktarda alarak hayata tutunmaya çalışıyorlardı.
Çoğunluğu asker kaçağı eşkıya güruhlu kimseler olan bu şahısların bir kısmı ise vatanlarına kast eden Rus, Yunan, İngiliz, Fransız askerine kurşun sıkmamışlar, savaş yapmamışlar, köylerine, memleketlerine analarının dizleri diplerine oturmuşlar; fakat bitap düşmüş fakir halkın üzerine basit gerekçeler ile zulüm, kurşun ve gözyaşı vermişlerdir.
Bu şahısların bir kısmı köylere muhtar seçiliyorlar, ihtiyar heyetlerine giriyorlar, söz söyleyip racon kesiyorlar, kurallar koyuyorlar, kadınların namuslarına musallat oluyorlardı. Adeta, Kadir İnanır’ın ‘Yılanların Öcü’ filmindeki gibi halkı yönetiyorlardı. Köylülerin sınır, yayla anlaşmazlıklarında, kanlı, husumetli konularında kendilerine roller biçiyorlar, arabuluculuk görevleri üstleniyorlar, yaptıkları her işin sonunda mutlaka vatandaş zararlı çıkıyordu. Katiller hep karlı oluyorlar, dedikleri dedik, astıkları astık, kestikleri kestik, zevk sefa içerisinde yaşıyorlardı.
Bugünkü yayla davalarının temelinde hala bu şahısların olumsuz etkileri vardır. Sözün tam anlamını söylemek gerekir ise bölgemizde kabadayı olarak geçinen bu şahıslar Rus, Yunan askerinin yapmadığı eza ve cefayı kendi halkına reva görüyorlardı. İşte bu ahval ve şerâit içerisinde halk arasında kan davaları, husumetler oluyor, cinayetler işleniyor, Beşikdüzü nahiyesi de bu kanunsuz kabadayılık olaylarından ister istemez nasibini alıyordu.
1900–1970 yılları arasında yaşanan bu olumsuzlukların neticesinde birçok insanımız silahlarla pusu kurularak vurulup hayatlarını kaybetmişler, eğitim kültür ve ekonomik seviyesi düşük olan halk sözde kabadayılara-eşkıyalara, çoğunlukla da canları ve kanlarıyla büyük faturalar ödemişlerdi. O yıllarda Teksas’ı aratmayan Vakfıkebir-Beşikdüzü ve Tonya’da 1920–1970 yıllarında hemen her hafta günleri, Beşikdüzü’nde Perşembe günü mutlaka şehir ortasında bir veya birkaç insanımız silahla vurularak cadde üzerinde öldürülüyordu.
Halk cesedin etrafını hemen çeviriyor, katil elini kolunu sallayarak silahını da beline sokarak fındıklığa, Beşikdağı’na doğru kaçıyordu. Biraz gecikmeli olarak gelen jandarma veya polis, Bekçi Manevra Abdullah Dilek yerde yatan cesedi tanıyanın olup olmadığını soruyor ve oracıkta cenazeyi sahibine teslim ediyordu. Tutanaklar sonradan tutulmak üzere.
Büyükliman ilçeleri ve Beşikdüzü İlçesi bu kabadayılardan çok çekti. Kabadayı geçinen bu şahıslar toplumda adeta itibar görüyorlar, hatta şehirde etraflarında birkaç kişi ile cadde üzerlerinde geziniyorlar, eşkıya, atı ile şehre geldiğinde atının yılarını tutmak ve tavlaya çekmek için bazı insanlar, yalakaları adeta birbirileri ile yarış ediyorlar, daha sonra da eşkıyanın durduğu kahveye gelerek eşkıyasından bir okkalı çay içiyordu. Eşkıyanın çarşıda pazarda, kahve önünde yürümeleri, gezmeleri, oturmaları, söyledikleri sözleri, elbiseleri, kilot pantolonları, kroveze 5 düğmeli ceketleri, bazen de ince kravatları, başlarındaki sarık, şapka veya fötrleri ayağındaki sabukları günün konusu oluyor, haklarında efsaneler dahi anlatılıyordu.
O günlerde bazı destancılar vardı ki; bu kabadayıların işlemiş oldukları cinayetleri ballandıra, ballandıra tüm inceliklerini ayrıntılarına varıncaya kadar sesli olarak yanık seslerle anlatıyorlar, daha sonraki yıllarda teyp kasetleri ile veya destanlar vasıtası ile halka ulaştırıyorlardı. Parabellum tabanca ile vurulmak, ölmek Nam-Şan sayılıyor, mezar taşlarına Parabellum tabancaların resimleri oymalı veya kabartmalı olarak çiziliyordu. Hala bu mezar taşları özellikle Tonya’daki bazı kabirlerde vardır.
1945 yılıydı. Bir İzmiş Karabdal şenlik gününde Tonyalı vatandaş İzmiş düzlüğünde tüfek kurşunu ile vurulur. Kurşunun giriş yeri küçük, çıkış yeri bir hayli büyükçedir. Yaralı aşırı kan kaybediyor, bir kadıncağız bel kuşağı ile kurşun deliğini kan kaybetmesin diye tıkamaya çalışıyor ve, ‘uşağım öleyimisun’ diye soruyor. Yaralı şahıs, ‘yok ana, çok iyiyim’ diyor. Birkaç sefer bu söz tekrarlanınca yaralı şahıs, ‘Ölmem önemli değil erkeklik elden gidiyor’ diyor ve oracıkta ölüyor.
Aynı yıllarda Vakfıkebir eski caminin önündeki şadırvandan su içmek isteyen bir vatandaşın, su kepçesini doldurarak tam ağzına yaklaştırdığı sırada, eşkıyanın parabellum tabancasının namlusunu ağzının içerisine sokarak peş peşe beş sefer ateşlemesi olayı hala Vakfıkebir Kazası’nda anlatılır.
Erikbeli- Kürtün yolunda bir gariban vatandaşın iki eşkıya tarafından soyulmak istenmesi ile üzerinden çıkan bir bazlama mısır ekmeği ile iki küçük kuru soğanın yarısının kendisine iade edilmesinin ve canının bağışlanmasının ise eşkıyanın merhametine bağlanması aslında çok düşündürücüdür.
Bu eşkıyaların daha sonraki yıllarda kendi taktikleriyle, çoğunluğunun da pusu kurularak öldürülmeleri olaylarının her birisi, bir film, bir tiyatro olarak araştırılıp yazılacak bilimsel, sosyolojik olarak dersler çıkartılacak olaylardır.
1920–1950–1960–1970 yıllarında düğünlerde, şenliklerde insanların silah atmalarının dahi bir usulü erkânı kuralı vardı. Önce dinamitler patlatılır, az sonra mavzer, beşli tüfekler ateşlenir, az sonra parabellum tabancalar ikişer, üçerli olarak ateşlenirdi. Gençler ise silahlardan çıkan boş kovanları topluyorlar, bazen satarak tekrar oyuncak silah satın alıyorlar veya tüfek mermi kovanlarını ağaç tabancalarına yerleştirerek oyuncak silahlar yapıyorlardı. Silahla ateş ederken vurulan veya yaralanan kimseler olursa verilecek ifadeler dahi tasarlanıyor, genellikle görmedik, bilmiyoruz sözleri büyükler tarafından telkin ediliyordu. Gördüğünü doğru olarak jandarmaya anlatan şahıslara iyi gözle bakılmıyordu.
Kabadayı geçinen şahısların bölgemizde yaşamış oldukları sıralarda Ev, Serender, Samanlık, Merek, Yayla- Mezra evleri yangınları sıkça oluyordu. Hatta bu kabadayı eşkıyalar kendi aralarında dahi sınır, unvan konularında üstünlük sağlamaya çalışıyorlardı. Kadir-UĞU örneği bu konuda verilecek en bariz örnektir.
Beşikdüzü’nde, Şalpazarı’nda, Tonya veya Kadırga pazarında isminden çok fazla söz ettiren kabadayılara, eşkıyaların kimler olduklarına bugün baktığımızda tamamının asaleten zayıf kimseler oldukları, kendilerini ıspatlamak uğruna bu yola çıkmış oldukları, ancak zaman içerisinde cahilin cesareti, devletin otoritesizliği ile birleşince mevcut tablonun ortaya çıktığı anlaşılıyor.
1970 yıllarına değin halkımıza kan kusturan, bu süreci yaşatan insanların, katil ve eşkıyaların isimlerine baktığımızda mutlaka adlarının sonlarında bir “UĞU” ekinin olduğunu görüyoruz.
Yani Kadir-UĞU, Kamiç-UĞU, Kapakçı-UĞU, Lermi-UĞU, Şişman-UĞU, Bekir-UĞU, Badadır-UĞU, Zeyni-UĞU, Melek Mirzal-UĞU, Kadim-UĞU, Kahveci-UĞU vb. gibi. Bu üç harflik UĞU eki Teksas’ın SAS eki gibi eşkıyalarımızı namlaştırıyor, adeta uçuruyordu.
Halkımıza kan, eza ve cezanın haricinde hiçbir fayda sağlamayan bu şahısların faaliyetlerinin bir de ekonomik boyutu vardı ki; hiç de yabana atılır gibi değildi. Yapılan soygun gelirleri, kesilen cezalar, yaylaların otlak paraları, yaptırılan zoraki anlaşmalardan elde edilen paralar, lojistik destek paraları, silah ve mermi kaçakçılıkları, deniz ve kara kaçakçılık gelirleri, Kadırga Camii’nde halktan toplanan paralar, Alaca ve Kadırga pazarı esnaflardan sergi parası adı altında alınan paralar bu uğurda yapılan vurgunlar,
Kadir uğunun dahi kadırga pazarında ayağından vurulması olayı. Bu işleri organize eden eşkıya bozuntuları, yalaka insanların bazılarını çok az da olsa bugün dahi ölümsek halleri ile bölgemizde görmek mümkündür.
Eşkıyaların halka vermiş olduğu zulüm ve gözyaşlarına dayanamayan birçok vatandaşımız canlarını kurtarmak için arazisini, evini yok pahasına terk edip Samsun, Adapazarı, İstanbul taraflarına ailece ikinci muhacirliğe çıkmışlardır. Birçok aileler tamamen ortadan kayıp olmuşlardır.
Bugün 50 yaşın üzerinde olan her insanımız bu eşkıyalar hakkında bir veya birkaç olumsuz anısını, hikâyesini mutlaka bilir, anlatır. Eşkıyalar yöremiz halkı üzerinde çok kötü bir intiba bırakarak tamamına yakını aynı şekilde, “Su testisi su yolunda kırılır” Atasözünün ne kadar doğru olduğunu ispat edercesine silahla vurularak öldürülmüşlerdir. Ev, hane yakanlar, ölüm anlarında yanıyorum, koyun inek öldürenler, koyun ve inekler gibi böğürerek veya meleyerek ızdırap içerisinde ölmüşlerdir. Birçoğunun cenazeleri pusu kurularak öldürüldüğü yerde günlerce kalmıştır, kokusundan cenazelerin yanlarına yaklaşılamamış, birçoğu da yıkanamadan bir çukur kazılarak gömülmüşlerdir. Cenaze törenlerine çok sefer cemaat dahi katılmamıştır.
SONUÇ OLARAK:
Büyükliman Bölgesi’nde geçmiş yıllarda yaşanan Teksas benzeri bu olumsuzluklardan etkilenen halkımız, işin temelinin fakirlik ve cehalet olduğunu biliyorlardı. Özellikle 1960-1970’li yıllarda yöre halkı çocuklarının eğitimlerini mutlaka yaptırmayı amaçlıyorlardı.
Fakir halk elinde nesi varsa vererek, ortaya koyarak çocuğunu okutmayı eğitimli insan olmasını sağlamayı düşünüyordu. Öyle de oldu. Bugün geçmiş yıllarda en fazla eşkıyanın barınmış olduğu, cinayetlerin, kan davalarının olduğu Tonya-Beşikdüzü-Şalpazarı-Vakfıkebir ilçelerimizde yüzlerce Profesörlerimiz, Mühendislerimiz, Doktorlarımız, Bilim adamlarımız, Hâkim ve Savcılarımız, Subay, Astsubay ve Polislerimiz, Öğretmenlerimiz, diğer memurlarımız, Kaymakamlarımız, Valilerimiz, sayısız iş adamlarımız yetişmiş, eğitim ve gelir seviyesi yükselmiş ve artık eşkıyalara yer kalmamıştır.
Beşikdüzü İlçemizde mecazi anlamda kullanılan ‘Şerif’in Kasabası’ sözünün işte böyle bir olumsuz geçmişi de vardır. Yani Beşikdüzü İlçesi, halkı ve çevre ilçelerimiz, geçmişin olumsuzluklarını eğitimi geliştirmekle, ekonomiyi düzeltmekle olumluya çevirmeyi başarmışlardır. Bu gün gelecekten çok daha umutluyuz.
Kaynak: Cemal AKSOY