NAMAZ İBADETİ, NEDEN ÖNEMLİDİR?
Müslüman için ibadet bir yük değil, zevkle yerine getirmek istediği bir ihtiyaçtır. İbadetlerin hedefi, Allah’ın rızasını kazanmaktır. Kalbin katılmadığı ibadetler, şekilden ibaret kalır. Haram gıda ile beslenen bir beden, huşu ve huzur içinde namaz kılamaz, hakkıyla oruç tutamaz.
Kulun hesaba çekileceği ilk amelinin onun namazı olduğunu bildiren Allah Rasûlü (s.a.s.), şöyle devam ediyor: “Eğer namazı düzgün olursa, işi iyi gider ve kazançlı çıkar. Namazı düzgün olmazsa, kaybeder ve zararlı çıkar. Farzların eksiği nafilelerle tamamlanır. Sonra diğer amellerinden de bu şekilde hesaba çekilir.”
Aklımıza şöyle sorular gelebilir: “Bu durum, her namaz kılan için geçerli midir? Namaz kıldığı halde harama bulaşmışsa, kul hakkına girmişse de mi? Hem namaz kılıp hem de hatalarına devam ediyorsa da mı?” gibi.
Ankebût suresinin 45’inci ayetinde, şöyle bir ifade vardır: “Kuşkusuz namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten meneder.”
Buna göre, kıldığımız namaz; gözümüzü haramdan, dilimizi gıybet ve küfürden koruyor mu? “Ben namaz kılan bir Müslümanım! Aileme ve çevreme zulmedemem, başkasının namusuna göz dikemem, görevimi kötüye kullanamam, kul ve kamu hakkına giremem, harama el uzatamam…” diyebiliyor muyuz?
Ayet-i kerimeye göre, kötülükten alıkoymayan namaz eksiktir. Zaten namazı düzgün kılanlar, diğer ibadetlerini de büyük ölçüde aksatmazlar. Namaz ibadetinin, “dinin direği” olarak ifade edilmesinin, bir özelliği de bu olsa gerek!
Toplumumuzda hac ibadetinin, kötülük ve hayâsızlıktan men edeceği ve hacca gidenlerin davranışlarında değişme olması gerektiği inancı hâkimdir. Oysa Allah Rasûlü (s.a.s.), her haccı değil; mebrûr olmuş (makbul, beğenilmiş) haccı övmüş ve “Mebrûr olmuş bir haccın karşılığı cennettir” buyurmuştur.
Kuran’da, hayâsızlık ve kötülükten men eden ibadetin namaz olduğunun ifade edilmesinin elbette birçok hikmetleri vardır. İlk akla gelen; her insan oruç, zekât, hac gibi ibadetleri yerine getirebilecek beden ve mal gücüne sahip olamayabilir. Ama isteyen herkes, ima ile de olsa namaz kılabilir. İlahi adalet gereği, namaz öne çıkarılarak; hiçbir kul, Rabbi ile buluşup sohbet etmekten ve koruyucu kalkandan mahrum bırakılmamıştır.
Namazı hakkıyla kılanlar, her türlü kötülükten arınmış olarak Rabbiyle buluşup sohbet etmenin hazzını yaşarlar. Allah’a inandığı halde, O yokmuş gibi yaşamaya devam etmek ise, büyük hatadır. Başkalarını örnek göstererek, “Ben namaz kılmam ama kalbim temizdir” düşüncesinin Rahmanî değil, şeytanî olduğu unutulmamalıdır!
“Rabbim! Beni ve soyumdan gelecek olanları namazı devamlı kılanlardan eyle!..” (İbrahim 40).
Hazırlayan: Bahtiyar Budak–Emekli Edebiyat Öğretmeni