EMANETE İHANET ETMEMEK
Emanet, korunmak ve saklanmak amacıyla birine ya da bir yere bırakılan şeylerdir. Her insan, zaman zaman başkalarına eşyasını ve malını emanet etmek durumunda kalabilir. Emanetler, ancak güvenilir kişi ya da kurumlara bırakılır.
Müminûn suresinin 8’inci ayetinde Yüce Rabbimiz emanete riayet etmeyi müminlerin temel özellikleri arasında zikretmektedir. Birine korunması için bırakılan mal emanet olduğu gibi; Allah’ın müminden yerine getirmesini istediği namaz, oruç vb. ibadetler de birer emanettir. Toplumun her ferdinin üzerinde hak sahibi olduğu kamu malları, topluma ait mekânlar, araç ve gereçler, gelirler, doğal kaynaklar birer emanet olup tüm bunların titizlikle korunması gerekir. Kişilere verilen görevler, aslında onlara ait olan bir şey değil; sadece belirli bir süreliğine verilmiş birer emanettir. İşini kötüye kullananlar, emanete ihanet etmiş olurlar.
Bir başka ayet-i kerimede; “Ey iman edenler! Allah’a ve Peygamber’e hainlik etmeyin. Bile bile kendi (aranızdaki) emanetlerinize de hainlik etmeyin” (Enfâl 27) buyrulmuştur. Hıyanet, emanete riayet etmemek; genellikle sahibinin bilgisi dışında hak yemek, hukuku çiğnemek, ödev ve görevi hakkıyla yapmamaktır. Allah’a karşı kulluk ödevlerini yapmayanlar O’nun hakkını çiğnemiş, kullarına emanet ettiği yükümlülüklere hıyanet etmiş olurlar. İnsanlar arasında güvene dayalı alışveriş ve diğer ilişkilerde güveni kötüye kullananlar, başkalarının bilmeme ve görmemelerinden yararlanarak haklarını çiğneyenler de hıyanet etmiş olurlar. Hıyanet ahlâkî bir kusurdur, ayıptır, günahtır ve İslâm’da şiddetle yasaklanmıştır.
Emanetleri koruma konusunda bizleri açıkça uyaran Peygamberimiz (s.a.s.); verdiği sözleri tutmaya, emanetleri korumaya her zaman önem vermiştir. Mekke’den Medine’ye hicret ederken Mekkelilerin kendisine bıraktıkları emanetleri sahiplerine ulaştırması için Hz. Ali’ye bırakmıştır. Hz. Ali de kendisine bırakılan emanetleri tek tek sahiplerine teslim ettikten sonra Medine’ye gitmiştir.
Hz. Peygamber’in, daha peygamber olmadan önceki en önemli vasfı “emin olmak” idi. Onun için Cahiliye toplumunda bile ona “Muhammedü’l-Emin” denilirdi. Şüphesiz toplumdaki bu algı, Hz. Peygamber’in bir ömür boyu göstermiş olduğu emanete riayet tarzındaki davranışlarının sonucuydu. Öyle ki, bir sel felaketinde zarar gören Kâbe’nin inşaatı sırasında hacerülesved taşının nereye konacağı konusundaki anlaşmazlıktan dolayı O’nun hakemliği sayesinde büyük bir iç karışıklık önlenmişti.
Hz. Peygamber, emanete hıyanet etmeyi münafıklık alametleri arasında saymış; bir kişinin kalbinde aynı anda iman ile küfrün, doğruluk ile yalancılığın, hıyanet ile emanetin bir arada bulunmayacağını da hatırlatmıştır. Vergi memurluğu görevi isteyen sahabeye: “Bu iş bir emanettir. Emanet, üstesinden gelemeyen kimse için kıyamet gününde zillet ve perişanlık doğurur” (Müslim) buyurmuştur.
Dinimizin iki temel kaynağı olan Kuran ve sünnet de bize emanettir. Allah ve rasûlünden bize kadar gelen bu emanetlere riayet etmek, onları korumak ve yaşatmak için elimizden geleni yapmak da omuzlarımıza yüklenmiş birer emanettir.
Müminin ilk akla gelen özelliği güvenilir olmak, güvende olmaktır. Mümin, Allah’a inanan ve bu sebeple güvende olan; Müslüman da O’na teslim olup boyun eğen, söylediklerini gönülden kabullenip yapan demektir. Allah’ın isimlerinden biri olan el-Mümin; güven veren, kendisine iman edeni emniyete alan, korkulardan emin kılan, güvenin bizatihi kaynağı demektir.
Peygamberlerin bir vasfı da “emin” olmaktır. Yani güvenilir olmadan davanızı anlatamazsınız, sözünüz dinlenmez. Rasulüllah önce emin” oldu, ardından peygamber kılındı. Peygamberliğine inanmanın en temel dayanağı O’nun güvenilir olmasıydı. İslam’a davete başlarken insanları topladı ve “Ben size şu dağın arkasında bir ordu var, sizinle savaşmak için geliyor, desem ne dersiniz” diye sordu. Hep bir ağızdan, “İnanırız” dediler. O, davetine böyle başladı. Hz. Yusuf da zindanda iki delikanlı ile birlikte yıllarca kaldı. Güvenilir biri olduğunu ispatlayıncaya kadar onlara bir telkinde bulunmadı. Gördükleri rüya sebebiyle onların artık kendisine güvendiklerini anlayınca, Allah’ın bir olduğunu onlara anlatmakla işe başladı.
Sayılı nefeslerimiz, ömrümüz bize emanettir. Aklımız, kalbimiz, dilimiz, bütün bedenimiz bize emanettir. Eşimiz, çocuklarımız, bilgimiz, birikimimiz bize emanettir. Bizlere düşen, bu emanetlerle Rabbimizin rızasına ulaşmanın gayretinde olmaktır. Emanet ve iman aynı köktendir. Her ikisi arasında bir ilişki bulunduğundan, birbirini tamamlarlar. Emanete riayet duygusu, müminlerin iman dokusunu ayakta tutan bir unsurdur.
Kulun, Rabbine karşı sorumlu olduğu emanet, O’nun emirlerini yerine getirmek ve yasakladıklarından sakınmaktır. Bu görev, bütün organlarımızı ilgilendirir. Çünkü her organ bir emanettir ve onun yerli yerince kullanılması gerekmektedir. Mesela, dil emanetini korumak; yalan konuşmamakla, gıybet etmemekle, çirkin sözler sarf etmemekle olur. Göz emanetini korumak, onu harama bakmada kullanmamakla olur. Kulak emanetini korumak yalan ve iftira gibi boş ve yasak şeyleri dinlememekle olur. Diğer organlar da buna benzer.
(Yararlanılan Kaynaklar: 30.05.2020 Tarihli Diyanet Takvimi, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Platformu, Prof. Dr. Selçuk Coşkun-Muhammed’ül-Emin ve Emanet, Prof. Dr. Faruk Beşer-Emanet ve Hıyanet, Dr. Kamil Yaşaroğlu-Vücudumuz, Ailemiz Bizlere Emanettir)
Hazırlayan: Bahtiyar Budak–Emekli Edebiyat Öğretmeni