SEFERİLİK HÜKÜMLERİ
İslâmî bir terim olarak yolculuk, belirli bir mesafeye gitmek olup orta yollu yaya yürüyüşü veya kafile içindeki deve yürüyüşüyle üç günlük; yani on sekiz saatlik bir mesafeden ibarettir. Denizlerde ise yelkenli gemi ile üç gün sürecek bir yolculuğu ifade eder. Yolun gidiş-dönüş mesafesine bakılmaz, sadece gidiş mesafesi esas alınır. Günlük yolculuk süresi altı saat olarak belirlenmiştir. Saatte beş km. yol gidilmesi esas alınınca, seferilik mesafesi 90 km. kabul edilmiştir. Yolculuk yapan kimse, bu mesafeye günümüz ulaşım araçlarıyla meşakkatsiz ve daha kısa bir sürede ulaşsa da, yine yolcu sayılır.
Dinen seferi sayılacak mesafedeki bir yere gitmek üzere yola çıkan kişi, yaşadığı yerleşim yerinin meskûn mahallinden çıkınca, seferi hükmünde kabul edilir. Bu kimse yolculuk hüküm ve ruhsatlarından yararlanmaya başlar. Buna göre, yolculuğa başlayıp şehrin meskûn mahallinden çıkan kimse, dört rekâtlı farz namazları iki rekât olarak kılar.
Meselâ, İstanbul gibi büyükşehirlerde yaşayan kimseler, kendi araçlarıyla bile olsa, yolculuğa çıktıklarında, ikamet ettikleri ilçenin belediye sınırlarını geçtikleri andan itibaren seferî sayılırlar ve haklarında seferlik hükümleri sabit olur. Yolculuğa otobüs, tren, uçak ve gemi gibi umumi vasıtalarla çıkılması halinde ise, seferliğin başlangıç noktası olarak otogar, gar, havalimanı ve limanlar esas alınır.
“Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman kâfirlerin sizi gafil avlamalarından korkarsanız, namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur…” (Nisa 101) ayet-i kerimesinde, “korkarsanız” ifadesi vardır. Böyle bir korkunun bulunmaması halinde, dört rekâtlı farzların iki rekât olarak kılınmasının delili nedir? Birçok sahih hadis ve yaygın sünnet, normal yolculuk hallerinde de hem cem etmenin (namazları birleştirmenin), hem de kasrın (namazı kısaltmanın) câiz olduğunu göstermektedir. Hz. Ömer’e; “Allah, “korkarsanız” diyor; ama artık bu durum ortadan kalktı, ne dersiniz?” diye sorulması üzerine şu cevabı vermiştir. “Ben de sizin gibi bu işi garip buldum ve Hz. Peygamber’e sordum; “Bu Allah’ın size bir sadakasıdır, öyleyse siz de O’nun sadakasını kabul edin” (Müslim) buyurdular.” Bu hadisten yola çıkarak tutarlı bir açıklama yapan İbn Âşûr, özetle şöyle demektedir: “Korku ve tehlike bulunduğunda namazı kısaltmak ruhsattır, Allah’ın kulları için bir kolaylık lütfetmesidir. Tehlikesiz yolculuklarda namazı kısaltma izni ise, bir sadakadır. O’nun ruhsatı da, sadakası da reddedilmemelidir.”
Yolculukta; köy, belde, belediye sınırları esas alınır. İkamet ettiği yerden 90 km. yer gidilecek olursa, ikamet mahallinin sınırlarından çıkıldığı anda seferilik başlar. Hz. Peygamber, umreye giderken Medine’nin beş km. uzağında bulunan Zülhuleyfe bölgesine geldiğinde namazı kısaltmıştır.
Yolcunun, farz namazlarını kısaltması, Hanefilere göre vaciptir ve yolcunun bilerek dört rekâtlı namazı ikiye indirmeyip dört olarak kılması mekruhtur. Ancak dört olarak da kılsa, namazı geçerlidir. Şafilere göre ise, yolculukta namazları kısaltma konusu kişinin tercihine bırakılmıştır.
Bir kimsenin esas memleketinden ayrı olarak, gittiği yerde on beş (Şafiilere göre dört) günden daha az bir zaman kalacaksa, hakkında misafirlik hükümleri uygulanır. Gittiği yerde on beş (Şafiilere göre dört) veya daha fazla kalacaksa, burası vatan-ı ikamet olur. Dinî görevleri yapma konusunda vatan-ı ikametle vatan-ı aslî arasında fark yoktur. Yani vatan-ı ikamette olan kişi, misafire ait olan dinî kolaylıklardan yararlanamaz. Yine, iki yerde de kullandığı evi bulunan bir kimse, bunlardan hangisine gitse mukim olur.
Mesela, kişinin yazlığının olduğu yer de aslî vatanı gibidir. Dolayısıyla kişi, kendisine ait yazlık, kışlık evinin veya devre mülkünün bulunduğu yerlerde namazlarını tam kılar. Baba evinden uzakta yurtta kalan ve babanın bakımında olan bir öğrenci, memlekete babanın yanına geldiğinde bir gün bile kalacak bile olsa mukimdir; namazı tam kılar. Geçim kaynağı babasından olduğu müddetçe, mukim hükmündedir. Okul bittikten sonra, bir yerde işe başlayıp oraya ev açan ve kazanıp yemek üzere oraya yerleşirse; artık babanın oturduğu yer, onun yerleşim yeri olmaktan çıkar. Babanın bulunduğu yerde toprağı olsa bile seferi hükmünde olur.
Seferilik süresi içinde vakti uygun olanlar, sünnetleri de kılarlar; ancak zorluk söz konusu ise, sünnet namazları kılmayabilirler. Aslî veya ikamet vatanlarına olan yolculuklarda, yalnız yolculuk sırasında seferî hükümleri uygulanır. Bu vatanlara ulaştığında orada misafir değil, mukim sayılır.
Kuran-ı Kerim’de, hasta veya yolcu olanlara oruç tutmama ve başka zamanda sayısınca kaza etme izin ve imkânı verilmiş olmakla beraber; önemli bir güçlüğün ve engelin bulunmaması halinde, “Oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır” buyrularak orucun tutulması, tavsiye edilmiştir. (bk. Bakara 184)
Seferî olan bir kimse, mukim bir imama uyarsa namazını tam olarak kılar. Seferi olan kişi, vakit içinde mukim bir imama uyup namazını imamla beraber tamamlamadan (namazı kısaltarak) selam verirse, kıldığı bu namaz geçerli olmaz. Bu durumda namazı geçersiz olan kimse, aynı namazı yeniden tek başına kılarken dört rekât olarak değil, iki rekât olarak kılar.
Yolculuk hâlinde kazaya kalan dört rekâtlı namazlar, ister yolculuk (sefer) hâlinde, ister yolculuk sona erdikten sonra kaza edilsin, ikişer rekât olarak kaza edilirler. Aynı şekilde yolculuk hâli dışında kazaya kalan bir namaz, yolculuk sırasında kaza edilmek istendiğinde dört rekât olarak kılınır. Şafiilere göre, seferde kılınmamış bir namaz, ikamet halinde de dört rekât olarak kaza edilir.
(Yararlanılan Kaynaklar: Prof. Dr. Hamdi Döndüren-Delilleriyle İslam İlmihali, TDV Kuran Yolu Tefsiri, Din İşleri Yüksek Kurulu Fetvaları, Prof. Dr. Hayrettin Karaman-Namazla Diriliş TV Programı)
Hazırlayan: Bahtiyar Budak–Emekli Edebiyat Öğretmeni