ÖLÜM, ALLAH’A KAVUŞMAKTIR
Allah, ruhundan üfleyip halkettiği ve şuurla bezediği (Secde 9) Âdem’in nesline aslında ebedî hayat vermiştir. Bu hayat, iki devreye ayrılmıştır. Birinci devre, bir tür eğitim ve sınav; ikincisi, ilk devrede elde edilen sonuçların şekillendireceği ebediyet sürecidir. Ölüm, hayatın bu iki dönemini birbirine bağlayan ve insanı ebedîleştiren bir araçtır. Bu sebeple ölüm yaklaşık yirmi ayette “likâ” (Allah’a kavuşmak) kavramıyla ifade edilmiştir. (Mesela bk. Ankebût 5, Yunus 7, Furkan 21, Kehf 110). Bundan dolayı olsa gerek ki, ölen mümin için “Hakka yürüdü!” ifadesini kullanırız.
Tıpkı hayat gibi, ölüm de Allah’ın yaratmış olduğu bir olgudur (Mülk 2). Ölüm, bir kere tecrübe edilen ve tecrübe edildiği andan itibaren de başkasına aktarılamayan bir olgudur. Kuran-ı Kerim’de, ölüm gelip çattığı zaman kimsenin onu geri döndüremeyeceği açıkça beyan edilmiştir.
Hayatın ve insanî değerlerin korunması ve ahiret hazırlığının yapılabilmesi için Allah insana hayatı sevdirmiş, ölümü ise acı ile karşılanır bir niteliğe büründürmüştür. Nitekim bazı ayetlerde ölümden musibet olarak bahsedilmiştir (Bakara 156, Maide 106).
Yunus suresinin 7 ve 8’inci ayetlerinde; Allah ile buluşma sevincini hissetmeyen, yalnız dünya hayatına gönül bağlayıp orada huzur bulduğunu zanneden gafiller kınanmıştır. Bir hadis-i şerifte; müminin, öleceğini hissettiği anda Allah’a kavuşmayı her şeye tercih eden bir duyguya sahip olacağı (Müslim, Tirmizi) müjdelenmiştir.
Kuran-ı Kerîm’de ölüm hali tasvir edilirken canın köprücük kemiklerine veya boğaza dayanmasından, ölenin ve etrafındakilerin telâşa düşmesinden ve ölüm baygınlığından söz edilmektedir. (Mesela bk. Kıyamet 26-30).
Takva sahiplerinin ruhlarını kabzedecek meleklerin onlara nazik davranacağı, “hoş geldiniz” konumunda selâm vereceği belirtilmiştir (Nahl 28-32). Birçok ayette de, iman edip salih amel işleyenlere, korku ve üzüntünün gelmeyeceği belirtilmektedir. Kuran’da ayrıca Allah yolunda şehit edilenlerin ölü kabul edilmemesi istenmiş, onların Allah katında ölüm sonrası âlemde diri olup mutlu bir hayat sürdürdükleri bildirilmiştir (Bakara 154, Âli İmran 169-171).
Enfâl suresinin 50-51’inci ayetinde “Melekler, inkâr edenlerin suratlarına ve arkalarına vura vura, “Tadın bakalım yangın azabını!” diyerek canlarını alırken bir görseydin! İşte bu, ellerinizle yapıp ettikleriniz yüzündendir ve kuşkusuz Allah kullara asla zulmedici değildir” buyurulmaktadır. Muhammed suresinin 27-28’inci ayetleri gibi başka ayetlerde de bunlara benzer ifadeler vardır.
Günümüzde çeşitli tıbbî müdahalelerle ölüm sırasındaki fizyolojik acıları hissetmenin önlendiği, yine bazı ölümlerin ağrısız, acısız, aniden vuku bulduğu dikkate alındığında; bu güçlük ve sıkıntıların fizyolojik olmaktan ziyade ruhî ve manevi olduğu anlaşılmaktadır.
Her insanın ölümü aynı olmamaktadır. Bazıları bir saniye içinde ölürken, bazıları günlerce sekerat halinde yatabilir. İnsanlarda görülen bu fiziki hallerin, uhrevi anlamda bir ceza olarak görmek doğru değildir. Çünkü kişinin ölüm anı gözlemlenemez ve kesin yargılara varılamaz.
İslam âlimleri, sekerat (ölüm durumu) halinin kişiden kişiye farklı olma nedenlerini şöyle açıklamışlardır: Allah, kişinin manevi derecesinin yükseltmesi için veya onu son bir imtihana tabi tutarak günahlarını affetmek istediği için kullarına sekerat (ölüm durumu) yaşatılabilir. Bununla birlikte, sekerat hali ceza mahiyetinde de olabilir. Nitekim bazı ayetlerde, kâfirlerin canlarını sıkıntılı biçimde vereceği bildirilmektedir.
Ölüm hastalığının verdiği sıkıntılar yüzünden insanın bilincini kaybederek bazı sözler sarf etmesi veya kendisinde hoşa gitmeyecek fizyolojik görünümlerin oluşması onun manevi durumu hakkında hüküm vermek için bir delil sayılmaz. Hayatı boyunca mümin olarak yaşayan bir kişinin son nefesinde imandan yoksun olabileceğine hükmetmek, Allah’ın lütuf ve adaleti hakkındaki inançla da bağdaşmaz.
Allah Rasûlü’nün ölüm hastalığında Hz. Ayşe’nin evinde olduğu ve son nefesini onun kucağında verdiği bilinmektedir. Hz. Ayşe’nin, Rasûlüllah’ın ölüm sırasında acı çektiğini ve “Allah’ım, bana yardım et!” diye dua ettiğini bildirdiği rivayet edilir. Hz. Ayşe annemizin “Ben Hz. Peygamber’in, vefatında çektiği ıstırabı gördükten sonra, artık hiç kimseye kolay ölmesinden dolayı gıpta etmem” sözü de çok dikkat çekicidir. (Buhari, Müslim).
Ölüm, hiçbir insanın tam anlamıyla vakıf olamayacağı bir durumdur. Ölümün mahiyetine dair kurulan cümleler, Kuran’ın bu minvaldeki ayetlerinden hareketle çıkarılmış yorumlar ve tahminlerdir. Kuran-ı Kerim, ölüm olgusunu ve canın çıkma anını bizlere aktarırken; kâfirlere meydan okumak ve müminlerin bu sıkıntılı durum ile karşılaşmaması için ona hazırlık yapma uyarısı murat edilmiş olabilir.
Buhari, Müslim’in rivayet ettiği bir hadis-i şerife göre; ölüm hali gelince mümin, ilâhî rıza ve lütufla müjdelenir. Artık onun için hiçbir şey ahiret yolculuğu kadar sevimli değildir. (bk. Nahl 32). Yusuf’un güzelliği karşısında ellerini kesen kadınların (Yusuf 31), kesi açısını hissetmemeleri gibi; mümin de, ölüm anında alacağı müjde karşısında ölüm acısını fazla hissetmeyecektir.
Yüce Rabbimiz; meleklerin, “Selâm size; yaptıklarınıza karşılık girin cennete!” diyerek mutluluk içinde ruhlarını teslim alacağı kimselerden (bk. Nahl 32) olabilmeyi bizlere ve sevdiklerimize ne nasip eylesin inşallah!
(Yararlanılan Kaynaklar: TDV İslam Ansiklopedisi, TDV Kuran Yolu Tefsiri, Abdulvahap Sönmez-Kuran-ı Kerim’e Göre Ölüm ve Sonrası)
Hazırlayan: Bahtiyar Budak–Emekli Edebiyat Öğretmeni