LEVH-İ MAHFÛZ NEDİR?
Burûc suresinin 21-22’inci ayetlerinde, “Şüphesiz o şanı yüce bir Kuran’dır; levh-i mahfuzdadır” buyurulmaktadır. Bu ifadelerde, inkârcıların; “O, sihirdir, beşer sözüdür, öncekilerin efsaneleridir” gibi asılsız iddialarla inkâr ettikleri Kuran’ın, levh-i mahfuzda korunmuş Allah kelâmı ve şanı yüce Kuran olduğu vurgulanmıştır.
Kuran’ın levh-i mahfuzda olduğunun belirtilmesi; onun hiçbir zaman tahrif edilmeyeceğini, her dönemde bütün keyfî ilavelerden, çıkarmalardan ve lafzi değişikliklerden korunacağını ifade eder. Nitekim Kuran, başından günümüze kadar, bunun için hem ezberlenerek hem de yazılarak korunmuş olup kıyamete kadar da korunacağından kuşku yoktur.
“Üzerine yazı yazılan, silinmekten ve değişikliğe uğramaktan korunmuş düzgün yüzey” gibi anlamlarına gelen levh-i mahfuz; terim olarak, bütün nesne ve olaylara ilişkin ilâhî ilim ve takdirin kayıtlı bulunduğu kitaptır.
İslâm âlimleri, levh-i mahfuzun keyfiyeti hakkında farklı görüşler ileri sürmüşlerdir: Bazılarına göre, bütün nesne ve olaylara ilişkin ilâhî ilim ve takdirin kayıtlı bulunduğu, mahiyetini bilemeyeceğimiz bir kitaptır. Bazılarına göre, yedi kat göğün üzerinde bulunan ve şeytanların ulaşmaları yasaklanan bir levhadır. Bazılarına göre de, Kuran’ın levh-i mahfuzda olduğunun belirtilmesi, onun korunacağını ifade etmektedir.
“Yeryüzünde vuku bulan veya başınıza gelen hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılı olmasın!” (Hadid 22) ayetinde; olan ve olacak her şeyin, Allah’ın ezelî ilminde kayıtlı olduğu bildirilmiştir.
Niçin böyle olduğu, bir sonraki ayette açıklanmıştır: “Kaybettiklerinize üzülmeyesiniz ve O’nun size verdikleriyle şımarmayasınız diye!” (Hadid 23). Bu olup bitenler bir musibetse, bundaki payını düşünerek ders almak; şayet bu bir nimetse, asıl kaynağının Allah olduğu bilinerek gurura kapılmamak gerekir.
Levh-i mahfuzun insandaki küçük örneği, hafızadır. Hafıza; başımızdan geçen olayları, gördüğümüz yerleri, tanıdığımız insanları, duyduğumuz sesleri, tattığımız tatları, hayatımız boyunca edindiğimiz bütün intibaları, öğrendiğimiz bütün bilgileri içine alır ama yine de dolmaz. Zekânın hazinesi, tefekkürün sermayesi olan hafıza; ruhumuza takılan en değerli cihazlardan biridir. Hafızasız bir zekâ işimize yaramaz. Çünkü biz, eskiden öğrendiklerimize dayanarak düşünürüz.
Hafızanın bir de ebedi hayatımıza bakan yönü vardır. Hafıza, bir senet, bir vesika, bir belgedir. Ahiretteki muhasebe vaktinde, dünyada işlediğimiz sevapları ve günahları göstererek bize şahitlik eder. Nasıl insanın başından geçen bütün olaylar hafızasında yazılıyorsa; kâinattaki bütün olmuş, olan ve olacak olaylar da o büyük hafızada yazılıdır. Her iki levhada da Rabbimizin “Hafîz” (koruyan, muhafaza eden) ismi tecelli eder.
Her şeyin levh-i mahfuzda yazılmış olduğu gerçeğini bazı kimseler akıllarına sığıştıramazlar. “Yazılma” denilince, harf harf kaleme alınmayı anlamak eksik olur. Genlerin dizilişi, yazı yazmadan çok farklıdır. Mesela flash bellekteki veya videodaki sözler ve olaylar da kalemle kaydedilmez.
“Levh-i mahfûzda değişiklik olur mu?” sorusu akla gelebilir. Konuyla ilgili olarak, Râd suresinin 39’uncu ayetinde şöyle buyuruluyor: “Allah dilediğini siler, dilediğini de yerinde bırakır; ana kitap onun katındadır.” Bu ayetteki ana kitap, Allah’ın ezelî ilmidir. Evrende değişecek veya değişmeyecek olan her şey O’nun ezelî ilminde mevcuttur. Bu ayet bir önceki ayetin, “Süreli her şeyin bir kaydı vardır” mealindeki bölümünü tamamlayıcı mahiyette olup Allah’ın her alanda dilediği değişikliği yapabilecek irade ve kudrete sahip olduğunu ifade etmektedir.
Allah’ın yaptığından sorumlu tutulamayacağını bildiren ayet de (Enbiyâ 23) bu manayı destekler. Bu mealdeki ayetlerle sahabeden bazılarının yaptığı dualardan kaderin dahi bir şekilde değişebileceği sonucunu çıkaranlar olmuştur.
Duanın sonuç doğuracak bir sebep olarak görülmesi, konunun kaderle ilişkisini akla getirmektedir. Tabiatta ortaya çıkan her olayın mutlaka bir sebebi vardır. İnsanın fiilleri de aynı şekilde bir sebep-sonuç ilişkisi içinde cereyan etmektedir.
Dua takdirin bir parçasıdır. Hadislerde duanın belaları def edeceğine (Tirmizi) işaret edilse de, ezelde bağlı olarak takdir edilmiş şeyler yine dua ile meydana gelecektir. Allah, ezelî ilmiyle kulun yapacağı duayı bildiği için kaderini ona göre şekillendirir.
Dua, kulluğun gereğidir. Yoksa dua, Allah’ın meydana geleceğini ezelde takdir ettiği şeyin gerçekleşmesini önlemesi veya takdir etmediği şeyin meydana gelmesini sağlaması için yapılan bir amel değildir. Ayrıca duadan maksat, Allah’ın bilmediği şeyi ona hatırlatma anlamını asla taşımaz. Dua, kişinin kulluğunu göstermesi, aczini ve ihtiyacını Allah’a arz etmesidir.
(Yararlanılan Kaynaklar: TDV İslam Ansiklopedisi, TDV Kuran Yolu Tefsiri, Prof. Dr. Alaaddin Başar-Levh-i Mahfuz Ne Demektir? Din İşleri Yüksek Kurulu Fetvaları)
Hazırlayan: Bahtiyar Budak–Emekli Edebiyat Öğretmeni