HACCIN SEMBOLLERİ
İbadetler, Allah nasıl emretti ve elçisi nasıl gösterdi ise öyle yapılır. İnanan ve Allah’a bağlanan bir Müslüman için ibadet, bir yük değil, zevkle yerine getirmek istediği bir ihtiyaçtır. Mümin bu ihtiyacını, Allah ve Rasulü’nün sunduğu program dâhilinde yerine getirir. Namaz konusunda, “Ben nasıl namaz kılıyorsam, siz de öyle kılın” buyuran Allah Rasûlü (s.a.s.), hac konusunda da, “Hac menasikini (haccın yapılışına ilişkin uygulama fiil ve davranışlarını) benden alın, benden gördüğünüz gibi yapın” (Müslim) buyurmuştur.
İbadetlerin görünen yönlerinin yanı sıra çeşitli hikmetlerinin de varlığı inkâr edilemez. Dolayısıyla, onların şekillerinin ve yerine getiriliş biçimlerinin öğrenilmesi kadar, hikmetlerinin de anlaşılmaya çalışılması bir ihtiyaçtır. Özellikle de hac gibi bünyesinde pek çok sembolik anlamlı fiili bulunan ibadetlerin özünün ve ruhunun yakalanabilmesi açısından bu ayrı bir önem taşımaktadır. Kuran-ı Kerim, şeâir (semboller) kavramını sadece hac için kullanmıştır (bk. Hac 32). Bir çeşit mahşer provası olan haccı anlamak için, haccın sembollerini iyi anlamak gerekir.
Hacca gidenler, aslında yaşamaları gereken hayatın kodlarını almaya giderler. Bunun için hacca gitmek, razı olunmuş bir hayatın dosyasını almaya gitmektir. Hacca gidenler, kendisi için olduğu kadar, gidemeyenleri de temsil etmelidirler. Hac dışındaki tüm ibadetlerin makbul olması istenirken; haccın, mebrur (doğru-dürüst yapılmış, sırrına erilmiş, hakkı verilmiş, amacına ulaşılmış) olması istenir.
1- Hacca Çağrı: Hacca çağrı emrini veren Yüce Allah’tır. Çağırmakla emrolunan ilk önce Hz. İbrahim’dir. Çağrılacak davetliler bütün insanlar, davete icabet edenler ise teslim olanlardır. Hacca gidecek olan mümin; “Acaba mebrur bir haccı yerine getirebilecek miyim, haccım kabul olacak mı?” gibi çeşitli kaygılar içerisinde olmalıdır. Allah’tan başka hiç kimse, hiçbir ibadet için “kabul” garantisi veremez. Zaten Allah Rasûlü de hacca ilişkin müjde taşıyan tüm hadislerinde, “mebrur olmuş bir hac” şartını koşar.
2- Hac Yolculuğu: Her yolculuk için belli bir hazırlık yapıldığı gibi, bu kutsal yol için de çok yönlü hazırlıklar yapılmalıdır. Bu çerçevede hacca gidenler, kul haklarını öder, çevresindekilerle helalleşir, bütün günahlarına samimi bir şekilde tövbe eder, Allah’a tevekkül ederek evinden ayılır. Yolcu, yolun sonunu unutmamalıdır; çünkü yolun sonunda yolculuğun hesabını vermek vardır.
3- Mikat: “Buluşma vakti, randevu” anlamına gelen mikat, haccın başladığı yer ve zamanı ifade eder. Dolayısıyla mikat mahalline gelindiğinde, büyük randevu, Allah ile buluşma ve kavuşmayı simgeleyen hac başlar. Mikat mahallinde, niyet edilerek ihram giyilir. Böylece, milyonlarca hacı arasında yapılacak olan takva maratonu başlamış ve yarış alanına girilmiş olur.
4- İhram: İhram, aslında yapılması caiz olan bazı söz, fiil ve davranışların, hac ve umre yapacak kişiler için belli bir süre Allah ve Rasûlü’nün getirdiği yasaklar çerçevesinde haram kılınması demektir. Söz konusu yasaklar, hac veya umre için niyet edip ihrama girmekle başlar. Hacca gelenler, sosyal ve ekonomik statülerini gösteren dünyevî elbiselerini, makam ve mevkilerini ortaya koyan üniformalarını, zevklerini vb. bırakıp kefen misali ihram giyerek, Allah önünde herkesin eşit olduğunu sembolize eden iki basit giysiye bürünmüş olurlar. İhram, ölen her Müslümanın giyeceği kefeni sembolize eder. Hacca giden Müslüman, ihrama girerken büründüğü giysi ile kabre girerken bürüneceği kefenin benzerliğinin şuurunda olur. Hacı, dünyada iken ölüm elbisesine, ihrama bürünür; ahirete, mahşer gününe gider gibi kefen giyer.
5- Yasaklar: Niyet edip ihrama girmekle hac için gerekli olan yasaklar da başlamış olur. Namaza başlarken alınan iftitah tekbiri, nasıl kişiye namaz içinde bazı davranışları yapmasını yasaklıyorsa, oruca başlayan kişi nasıl imsak ile yemeyi içmeyi kendisine yasaklıyorsa; ihram ile birlikte, önceden mubah olan bazı şeyleri de kendisine yasaklamaktadır.
Kuran, bu konuda üç türlü yasaktan söz etmektedir: Cinsel arzularla ilgili konuşma dâhil, her türlü şehevî yasaklar; her türlü günah, kötülük, isyan ve haddi aşmak; başkalarıyla kavga, tartışma, sövüşme vb. bütün olumsuz davranışlar. Dikkat edilirse, yasakların ilki kişiyi şehvetine, ikincisi nefsine, üçüncüsü de başkalarına karşı korumayı amaçlamaktadır. Hz. Peygamber, bu yasaklara riayet ederek hac yapabilen kimsenin annesinden doğduğu günkü haline döneceğini müjdelemektedir (Buhari).
6- Telbiye: Telbiye, seferberlik emrine uyarak cephe için gerekli hazırlıklarını yapmış, üniformasını giymiş, silahını kuşanmış bir askerin komutanının huzuruna çıkarak “Emret komutanım!” tekmili vermesine benzer. İhram zırhını giyen hacı “Buyur Allah’ım buyur! Emrindeyim buyur! Buyur Allah’ım! Senin hiçbir ortağın yoktur. Buyur Allah’ım! Şüphesiz hamd sana mahsustur. Nimet de senindir, mülk de senin. Senin hiçbir ortağın yoktur” derken; kendisini Kâbe’ye çağıran Rabbinin huzurunda olduğunu bilir.
“Davetini duydum, emrine uydum, huzuruna geldim, bütün benliğimle ve içtenliğimle emrindeyim!” der ve günlerce bunu birçok davranışıyla ispatlamaya çalışır. Tevhit inancına bağlılığı ve Allah’tan başkasına asla kul köle olunamayacağını anlatan bu sözler, İslam dininin müminlere kazandırdığı en önemli ortak noktalardan birini dile getirir.
7- Kâbe: İnsan, Kâbe’yi gördüğü an, uzay boşluğuna düşmüş gibi olur. O anda sanki zaman durur, mekân dürülür. Özellikle de bu, ilk karşılaşma veya kavuşma anında çok belirgin hissedilir. Çünkü Kâbe, hac ibadetinin yapıldığı mekânların merkezidir. Allah için herhangi bir mekân söz konusu olmadığı halde, Kâbe için “evim” buyurmuş ve orayı şereflendirmiştir. Namaz kılarken, binlerce kilometre uzaklardan yöneldiği Kâbe, artık tam karşısındadır. Aradan mesafe kalkmış, vuslat gerçekleşmiştir. Kulun Kâbe’ye kavuşması, Rabbine kavuşmasını hatırlatır.
8- Tavaf: Kâbe’nin etrafında tavaf eden milyonlarca Müslümanın oluşturduğu tablo, bir galaksinin, milyarlarca yıldızıyla dönüşünü andıran bir manzara gibidir. Bu bakımdan tavaftaki manevi hazzı tam anlamıyla elde edebilmek için, kendini yörüngeye bırakmak gerekmektedir. Kâbe etrafında dönerek gerçekleştirilen tavaf, kâinatın ve yaratılışın özeti, teslimiyetin ve ilahî takdire boyun eğişinin sembolüdür. Evrende maddenin en küçük parçası olan atomdan, en büyük galaksilere varıncaya kadar her şey tavaf halindedir.
Tavafa, Kâbe sola alınarak başlanır. Bunun da simgesel bir anlamı vardır. Tavafta, nazargâh-ı ilâhî olan insanın kalbi, Allah’ın eviyle karşı karşıya gelir. Allah, insanın şekline ve malına bakmaz, kalbine bakar. Bu yönüyle Kâbe ile insan kalbi arasında dikkat çekici bir ilgi vardır. Bu sebeple tavafta kişinin kalbi, Kâbe tarafında yer alır. Bunda aynı zamanda tavafın ne kadar kalpten ve gönülden yapılması gerektiğine dair bir işaret vardır.
9- Hacer’ül Esved: Tavafın başlama noktasını gösteren bu taşı; Hz. Peygamber, müsaitse öper; değilse, eliyle veya elindeki baston vb. ile selamlayarak tavafa başlardı. Müslüman da tavafa öyle başlar. Hacer-i Esved, önce Hz. İbrahim’in sonra da Hz. Peygamber ve ashabının hatırasını yâd etmeye vesile olan bir semboldür. Nitekim bir defasında Hz. Ömer Hacer-i Esved’e seslenerek “Biliyorum ki sen bir taşsın. Ne zarar, ne de fayda verirsin. Eğer ben, Rasûlüllah’ın sana dokunduğunu görmeseydim, sana el sürmez/öpmezdim” (Buhari) dedi ve ona eliyle dokunarak selamladı/öptü. Hacer-i Esved’i selamlama, Allah’a vermiş olduğu ahdi yenilemeyi ve sözünde durmayı sembolize eder
10- Mültezem: Mültezem, Hacer’ül Esved ile Kâbe kapısı arasında kalan kısımdır. Bazı hacıların gözyaşları içerisinde yapışıp inleyerek dua ettikleri yerdir. İster Kâbe’nin kapısına veya eşiğine, isterse Kâbe’nin duvarlarına veya örtüsüne sarılarak ağlaşan hacının ağlaması, en içten duygularla Mevla’ya yakarması; tıpkı yaramazlık yapıp da annesine kendisini affettirmek için gözyaşları döken çocuğun durumuna benzer.
11- Makam-ı İbrahim: Kâbe kapısının birkaç metre karşısında, sarı bir mahfaza içinde yer alan Makam-ı İbrahim denilen taş bulunur. Bu taşın, Hz. İbrahim’in, Kâbe’yi yeniden inşa ederken üzerine basıp iskele olarak kullandığına inanılmaktadır. Bir başka inanışa göre o, Hz. İbrahim’in insanları hacca davet için üzerine çıktığı taştır. Bu taş için, “Haccı, dünyanın her tarafından gelen öğrencileri bulunan bir üniversite olarak düşünürsek; burası, öğretim görevlisi olan Hz. İbrahim’in ders verdiği kürsüyü sembolize eder” diyenler de vardır.
12- Zemzem: Zemzem, Yüce Allah’ın, Hz. Hacer ve oğlu İsmail’e ihsan ettiği mübarek suyun adıdır. Zemzem, halen Kâbe’nin 20 m. kadar doğusunda, Makam-ı İbrahim’e yakın bir yerde bulunan tavaf alanının altındaki kuyudan çıkmaktadır. Hz. Peygamber’in (s.a.s), “Zemzem ne niyetle içilirse o yararı sağlar” (İbn Mâce) buyurduğu rivayet edilmektedir. Çeşitli rivayetlerde, onun doyurucu ve şifa verici özelliklerinden de söz edilmektedir.
13- Sa’y: Safa ile Merve arasında sa’y ederken hacı, manen kurtuluşu aramak için, tıpkı Hz. Hacer validemiz gibi koşar. Beşerî olandan ilâhî rahmete koşar. Sa’y, tıpkı Hacer validemizin kızgın güneşin altında susuzluktan kıvranan biricik İsmail’ine hayat verecek suyu arayışı gibi bir arayıştır. Hacı, orada Hacer rolünü canlandıracak; yedi defa canla-başla, telaşla ve heyecanla arayacaktır. Kendi İsmail’lerini kurtaracak olan o mana suyunu arayacaktır.
14- Arafat: Hz. Peygamber “hac, Arafat’tır” buyurmuştur. Dirilişi, mahşeri, hesap günü öncesi bekleyişi, ölmeden önce ölmeyi, hesaba çekilmeden önce muhasebe yapmayı bilmektir. Arafat’ı kavrayan marifeti bulur. Arafat, arif olma, marifeti yakalama yeridir. Arif olan anlar, Arafat’ı idrak eden hacı olur.
Arefe günü hac ihramıyla Arafat’ta bulunmak, bir Müslüman için en büyük nasiplerden biridir. Çünkü bu kutsal yerde ve bu mübarek zaman diliminde yapılan dua ve ibadetler geri çevrilmez. Bu itibarla Müslüman Arafat’ta gönlünü her türlü dünyevî düşüncelerden arındırarak, bütün samimiyetiyle Allah’a yönelmeli, el açıp yalvarmalıdır. Günahlarını hatırlayıp gözyaşları içinde tövbe etmeli, af ve mağfiret dilemelidir. Kendisi, anne-babası, kardeşleri, çocukları, yakınları, sevdikleri ve tüm Müslümanlar için içtenlikle dua etmelidir.
15- Vakfe: Vakfe, “duruş, bekleyiş” demektir. Arafat vakfesi; bir yandan insanın dünyaya ayak basışını, diğer yandan ise mahşer gününde Allah’ın huzurunda bekleyişini hatırlatır. Vakfe, uzun soluklu bir duruştur. Sabahtan akşama kadar heyecanla, korku ve ümit arası bir bekleyiştir. Vakfe; inananların, nefislerine karşı, birbirlerine karşı, başkalarına karşı ortaya koyduğu vakarlı ve kararlı bir duruştur. Bütün Müslümanların kardeş olduklarını, Hz. İbrahim’in milleti olan tek bir din ve millet olduklarını ispatlayan bir duruştur.
Allah Rasûlü, Arafat’a varınca meşhur Veda Hutbesini burada okumuştur. Müslümanlar için bir çeşit insan hakları beyannamesi niteliğinde olan Veda Hutbesi, aslında Hz. Peygamber’in duruşunun en açık göstergelerindendir. Hz. Peygamber, Arafat’ta öğle ile ikindi namazlarını Mescid-i Nemire’de öğle vaktinde birleştirerek kıldıktan sonra, doğru Rahmet Tepesi’ne gitmiş, kıbleye yönelerek tam güneşin batışına kadar dua, niyaz ederek vakfesini yapmıştır. Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olan o rahmet elçisi, orada öğleden akşama kadar saatlerce kim bilir ne yakarışlarda bulunmuştur!
16- Müzdelife ve Meş’ar-i Haram: Müzdelife, Arafat ile Mina arasında kalan bir bölgenin adıdır. Şeytana ve taraftarlarına karşı ertesi gün yapılacak sembolik protestoda atılacak küçük taşlar, genellikle burada toplanır. Burada ikinci kez durulan vakfe, Allah’ın huzurunda bilişmeyi ve bilinçlenmeyi pekiştirir. Arafat’ta gündüz yapılan vakfe, burada gece veya sabahın alaca karanlığında yapılmaktadır.
Ayette geçen Meş’ar-i Haram (Bakara 198) buradadır. Meş’ar, şuur yeri ve zamanı demektir. Hacı, orada beklerken bilinç düzeyine erişecektir. Kâbe’de kalbini vesveselerden temizler, zemzem ile midesini yıkar, Arafat’ta arif olur, Meş’ar’da şuura erer, Mina’da ise aşka varır. Diğer bir deyişle Kâbe’de imana, Zemzem’de takvaya, Arafat’ta bilgiye, Meş’ar’da bilince ve Mina’da sevgiye ulaşır.
17- Mina: Müzdelife’den ayrıldıktan sonra, Muhassir Vadisi sağa alınarak Mina’ya geçilir. Muhassir bölgesi, filleriyle Kâbe’yi yıkmak üzere gelen Ebrehe ordusunun, sürü sürü kuşlar tarafından atılan taşlarla hüsrana uğratıldığı yerdir. Fil Suresi’nde anlatıldığı gibi, küçücük taşlar, güçlü Ebrehe ordusunun planını nasıl boşa çıkarmışsa, Cemerât’ta atılacak taşlar da, şeytanın ve taraftarlarının bize karşı kurduğu tuzakları boşa çıkarması düşüncesi ve duasıyla atılır. Günümüzde hacı, taşlama yaparken, hem Hz. İbrahim’in rolünü oynamakta, hem de Hz. Peygamber’in sünnetine uymaktadır. Ancak bu rolü oynayan hacı, sembolik olarak taşlarını, şeytanı temsil eden taş yığınlarına fırlatsa da; hakikatte şeytan, kendisini hangi zayıf noktalarından aldatıyorsa, o tarafı düşünerek atmalıdır.
Hacıların, kurban bayramı günlerinde Mina’da attıkları küçük taşların her birine ve bu taşların atıldığı üç ayrı yere “cemre” denir. “Şeytan taşlama” diye adlandırılan bu atışlar, Hz. İbrahim’in şeytanı taşlamasının hâtırasını yaşatmakta ve insanları daima günaha sokmaya çalışan şeytana karşı bir tür tepki ve direnmeyi temsil etmektedir.
18- Kurban: Kurban, müminin, sırf Allah istediği için malından vazgeçebildiğini ortaya koyduğu ve malını Allah yolunda kurban edebildiğini fiiliyle gösterdiği önemli bir ibadettir. İhramda bir otu dahi koparmak yasak iken, Allah’a bağlılığın, fedakârlığın bir göstergesi olarak bayramda canlı hayvanlar kurban edilmektedir.
19- Tıraş Olmak: Önce şeytana taş atan, ardından Allah’a bir baş kurban eden hacı, daha sonra tıraş olmak suretiyle sembolik olarak kendi varlığının bir parçasını da kurban eder. Bu, bir taraftan, gerektiğinde saçını değil, canını da Allah yolunda verebileceğini temsil ederken; başından dökülen her saç teli, âdeta dökülen günahlarını simgeler.
20- Ziyaret ve Veda Tavafı: Ziyaret tavafı, hac ibadetinin son noktasını oluşturur. Nefsine, şehvetine ve şeytana karşı giriştiği sembolik savaşlarını kazanan muzaffer bir askerin, gelip komutanına zaferini müjdelemesi gibi; Kâbe’ye gelen hacı da, Allah’ın huzuruna çıkarak bütün görevleri yerine getirdiğini bildirir. Arafat’ta mahşeri yaşamış ve marifete erişmiş; Mina’da malıyla, canıyla, kısaca bütün varlığıyla Allah’ın yolunda olduğunu göstermiş biri olarak; hayatının geri kalan kısmında da, sürekli bu halde olacağını bu ziyaretinde bütün içtenliğiyle tekrar ifade eder. Kâbe’nin huzurunda Allah’a “Gâlû Belâ”da verdiği kul olma vadini yerine getireceğine dair tekrar söz verir.
Memleketine dönmezden evvel Kâbe ile vedalaşmak üzere yapılan tavafa da, veda tavafı denir. Her vedada hüzün vardır. Özellikle kişinin, sevdiğine veda etmesi çok zordur. Birkaç günlük “Rahman’ın misafirliği” sona ermiş ve huzurdan ayrılmanın zamanı gelmiştir. Daha birkaç hafta önce Kâbe’ye, huzura kavuşmanın heyecanı ile kalbi çarparken; şimdi, ahdine sadık kalacağı niyet ve düşüncesiyle Kâbe’ye veda ediş vaktidir.
(Yararlanılan Kaynaklar: DİB Haccı Anlamak, Mustafa İslamoğlu-Mahşerin Provası Hac)
Hazırlayan: Bahtiyar Budak-Emekli Edebiyat Öğretmeni