Unutulan Kelimeler ve Kavramlarımız
Heraklius ” Bir nehirde iki defa yıkanılmaz diyor.”
Simdi kıymetli köylülerimiz gülerek şöyle latife yapabilirler ” Biz derede aynı gölde çok yüzdük yılandık.” Tabi doğrudur ama su aynı su değil.
Biz hep yılları günleri geçti sanırız. Aslında akıp giden yaşadıklarımızdır ve bir daha asla geri gelmeyecektir. Vakit o yüzden en kıymetli şeydir. Her şey bir anda vardır bir anda yoktur. Ve tekrarda olmaz.
Günler ve yıllar akıp giderken kimliğimize ki doğum tarihi hep aynı kalıyor ama biz geride izler bırakarak koşuyoruz. Yaşlandıkça koşma hızımız dahada artıyor. Doğduğumuz kıyıdan hızla uzaklaşıyoruz.
Her kuşak kendini yaşar.
Geçmişe özlem duymak aslında geçmişde kalan çocukluğumuza ,gençliğimize ve hatıralara özlem duymaktır.
Bu özlemler yaşanırken geçmişde kalan bu gün unutulan bazı nesneleri hatırlarız yeni nesil bilmez ve ya sadece duymuştur.
30 kırk yıl öncesinde genelde evlerimiz birbirine benzer. Bir buçuk katdı.
Bu buçuk kat altda olur. Kot farkından .
Orda ahır yapılır inekler için.
Evin ve ahırın kapıları genelde doğuya bakar.
Batıya bakan tarafda ise bir kapı daha olur. Eve bitişik ama dışarda ayrı bir birim olarak tuvalet olurdu. Yine batı tarafina taflan ağaçları olur. Tek katlı evlerin çatısını rüzgardan korurdu.
Eve girilince toprak bir zemin. Taş duvarda terek denen mutfak dolapları. Tereğin altında taşdan ve ya betondan bir set üzerine bakır tencereler konurdu. Tuvalet kapısı yanına genelde musluk denilen betondan 1 veya bir bucuk metre bir yer olur. Orada ibrikler olur el ve yüz orda yıkanırdı. Orda abdest alınır. Ayak yıkanırdı.
Odaların önünde bir metre eninde 20 santim toprak zeminden yüksek “tahta üstü” denen tahtadan bir alan olur. Odalara buradan girilir. Ahırın üstünde genelde iki oda olurdu.
Bu tahta üstünde bir kaç minder olur . Misafir gelince minder verilir misafirin rahat oturması sağlanırdı. Bazı evlerde odalarda kilim olur bazısında olmazdı.
Koltuk mu dediniz bizim sekmenlerimiz vardı. Koltuk niyetine. Birde evin önünde peyke.
Evlerin oda üzerleri tahta tavan olur ama girisdeki toprak zeminin üstü tahta tavan olmazdı. Orda iki baca olur. O bacalar 30 santim eninde bir metre boyunda olur. Evlenmekde acele eden ve ya kızını erken evlendirmeye kalkanlar icin.( Boyu bacadan aşmadıya denirdi.)Bir tahtayla kapatılırdı. Baca sırığı denilen bir uzun sopayla açılıp kapatılırdı. Baca sırığı her evde olur. Deyimlere bile konu olurdu. Mesela “baca sırığı gibi ne dikiliyorsun” derlerdi.
Bir de “ışık ağacı” vardı. Gençler hiç görmediler. Bir tokmağa bir metre boyunda bilek kalınlığında bir dal çakılır. Ona bir çivi çakılarak. Ya “kara ışık” yada 7 numara cam ışığı takılırdı. Bir de 14 numara ışık vardı. O biraz daha iyi ışıtır. Ama daha cok gaz yağı yakardı. O da gelire göre değişirdi evlerde.
Lüküs vardı adı üzerinde lüksdü. Köyde sadece 3 beş evde vardı. Düğün cenaze mevlid gibi günlerde yakılırdı.
Ne çok şey değişti hayatımızda. Ahşap evlerimiz önce briket sonra tuğladan oldu.
Tahta üstünden ahıra bir kapak açılır. Ordan hayvanlara kazanda kaynatılan yal,tahta küfelerle verilerdi. Ahıra ordan inilip çıkılırdı. Hatda o da deyimlere konuydu. “Ağzını ahır kapağı gibi açma “derlerdi. Uygunsuz bir şekilde esneyene.
Evlerimizin içinde kara ates denilen, ocak taşında ates yanar ; üzerine sacayak konur yemek pisirilir ve bir zincir asılırdı catmadan. Kazan asılır yal kaynardı . Ve sacda misir ekmegi yapılır eşünle çevrilirdi. Ona da deyim vardı “eşün ağızlı” . Eşünle çevrilen sacdan indirilen misir ekmekleri sac inince korun alevinde uzakdan biraz daha gevretilirse daha güzel olurdu. O ekmekle yoğurt yiyenler bilir tadını. Misir ekmeği saca yamanınca ortasında ki boşluğa yuvarlak ufak bir parça konur buna orta kütür denirdi.
Ekmekler uçları keskin olmayan 3 gene benzer sekilde saca yamanırdı.
Komsuluk iliskilerinde ödünç alıp vermek çok olurdu. Ama ödünç olmadığını bildirmenin çok naif yolu vardı. Bu o kadar naif bir davranış ki
Insan onurunu renci de etmeden ödünç olmadığını bildirirdi. Komşu ödünç bir ekmek isteyebilirdi bazen. Çünkü evlerde çocuklar kalabalik annele tarlada bağda çalışıyordu.
Tarladan gelindiğinde evde ekmek olmayabiliyor bu durumda komşuya çocuk gönderilir fazla ekmek var mı diye sorulurdu. Sordurduğunda ekmeğin ucundan bir lokmalık kırar ekmegi öyle verirse ödünç değil anlamına geliyordu.
Bir sahan un mu istedi bir bardak şeker mi istedi tam doldurmazsa ödünç değil anlamına geliyordu.
Insan geçmişin imkanlarına değil o gün imkanlar az hayat daha zordu. Zor günlere özlem duyulmaz. Ancak insan hatıralarına o günün güzel davranışlarına özlem duyar.
Bir de hatıralarda saklanan sevdiklerimize ki bu gün bir kısmı aramızdan ayrıldılar.
Bir de gençlerimiz 30 kırk yıl önce hayatın icinde var olan ama bu gün omayan kavram ve kelimeleri duysun bizde hatırlayalım .
Bir nehirde iki defa yıkanılmaz. Su akar gider ama hatırası kalır.
Osman Budak